30 Ekim 2013 Çarşamba

Sıradakinden Alıntı

   ''Satranç hayat gibidir David,'' demişti babası. ''Her parçanın kendi işlevi vardır. Bazıları zayıftır, bazıları ise güçlü. Bazıları oyunun başında işe yarar, bazılarıysa sonunda. Ama kazanmak için hepsini kullanmak zorundasın. Aynen hayatta olduğu gibi, satrançta da skor tutulmaz. On parçanı kaybedip, yine de kazanabilirsin oyunu. Satrancın güzelliği budur işte. İşler her an tersine dönebilir. Kazanmak için yapman gereken tek şey tahtanın üzerindeki olası hamleleri ve anlamlarını iyi bilmek ve karşındakinin ne yapacağını kestirebilmek.''

   ''Yani bu geleceği tahmin etmek gibi bir şey mi?'' diye sormuştu Caine.

   ''Tahmin etmek imkansızdır. Ama şimdiki zamanı çok iyi bilirsen geleceği kontrol edebilirsin.''


Tazecik Kitap Yorumu: On Küçük Zenci & Mavi Trenin Esrarı Çizgi Roman - Agatha Christie


   Belki görmüşsünüzdür, On Küçük Zenci'nin daha önceden yorumunu yazmıştım. Okumayanları buraya alabiliriz.

   Mavi Trenin Esrarı'nda da bir trende işlenen cinayetten bahsediliyor. Olayı araştıran dedektifimiz ise Hercule Poirot! Poirot araştırır da, biz okumaz mıyız...

   Şunu belirtmem lazım sanırım, bu kitap okuduğum ikinci çizgi roman. İlki Breaking Bad'in çizgi romanıydı, ancak sonuçta ondaki çizimler diziden esinlenildiği için hiçbir zorluk yaşamamıştım okurken. Ama, bu kitapta bir çizgi roman okuma özürlüsü olduğum ortaya çıktı. Yazıları okuyup resimlere bakmayı unutma vs. Bir sorunum da var ki, ondan bahsedeceğim.

   On Küçük Zenci harika uyarlanmış, romanı ilk okuduğumda aklımda canlandırdığım gibiydi diyebilirim. Mavi Trenin Esrarı ise... Hiçbir şey anlamadım desem? Belki uyarlaması kötü yapılmış, belki de çizgi roman okumaya alışık olmadığımdan ben kaçırdım ipin ucunu, bilmiyorum. Karakterleri sürekli birbirine karıştırdım. Dört yıl önce okumuştum onun romanını da, artık aklımda ne kaldıysa o şekilde bir anlam yüklemeye çalıştım.

   Kitap üç bölüm halinde. İlk bölümde On Küçük Zenci'nin çizgi romanı var. İkinci bölüm, Agatha Christie'nin birkaç sayfalık biyografisinden oluşuyor. Ben Pera Palas'taki anahtar olayını bilmiyordum, ancak şimdi öğrendiğime de pek sevinmiyorum, çünkü meraktan kafayı yiyeceğim. Üçüncü bölümde de Mavi Trenin Esrarı'nın çizgi romanı var.

   Sonuç olarak, On Küçük Zenci ve biyografi kısımlarını beğendim. Mavi Trenin Esrarı'ndansa bir şey anlamadığım için o yokmuş gibi davranıp vereceğim puanımı.

Puan: 5

27 Ekim 2013 Pazar

Sıradakinden Alıntı

 

- Sonun gelince sen de mutlu olacaksın...
- Ne demek istediğinizi anlamıyorum!
- Artık o yükü taşımak zorunda kalmadığın zaman duyduğun o büyük huzur...

Orijinal Hikaye: Agatha Christie,
Çizerler: Frank Leclercq, Mark Piskic,
Uyarlayanlar: François Riviére, Mark Piskic

23 Ekim 2013 Çarşamba

Tazecik Kitap Yorumu: Oğullar ve Rencide Ruhlar - Alper Canıgüz


   Alper Kamu, beş yaşında bir çocuk. Ama yine de beş yaşında olduğuna bakmayın, senden benden çok daha derin bir düşünce yapısı var :P

   Alper'in mahallesinde bir cinayet işleniyor ve Alper de günlük işlerinin ve baş ettiği çeşitli sorunların yanı sıra bu cinayeti de çözmeye uğraşıyor.

   Kitabın dili harika. Bir süreklilik içinde ve mizahi bir anlatımı var. Kolayca okunuyor, kolayca güldürüyor. Kitabı pek sevdim, ancak içinde argo kullanımı da vardı ki kitaplarda bunları pek hoş bulmuyorum. Kitabın son elli sayfasını da pek beğenmedim, olayların bağlanışı biraz sönük geldi bana.

   Alper, küçükken benim yapmak, laf söylemek isteyip de, ayıp olur diye yapmadığım şeyleri yaptığından, bir bakıma içim hafifletti diyebilirim. Birinin insanlara bunları söylemesi gerekiyor gerçekten.

   Kitaptan alıntı yapmak istediğim çok yer var. Okumayanları, Sıradakinden Alıntı bölümündeki alıntıya alalım öncelikle.

   (Aşağıdaki alıntı, Alper cinayet tanığı olduğundan ifade vermek üzere, polisin ofisinde babasıyla beklerkenki bölümden. Babası da bulmaca çözüyor.)

   Babamın sorusu beni düşüncelerimden kopardı. ''Bir parçadaki notaların, ara vermeden birbirine bağlanarak söylenebileceğini veya çalınacağını anlatır, altı harfli, üçüncü harfi 'g'.''

   ''Legato,'' dedim.

   Adaletin pençesi koca gözlüklerinin ardından bana şöyle bir baktı. Babamın soruları bitmemişti. ''Doymuş hidrokarbon. Son harfi 'n'.''

   ''Etan.''

   İyilerin dostu, kötülerin amansız düşmanı gürültülü bir şekilde boğazını temizleyip, ''Kaç yaşındasın sen?'' diye sordu bana sertçe. Sanki cinayeti benim işleyip işlemediğimi soruyordu.

   En sinir bozucu tavrımla beş saniye kadar konuşmadan gözlerinin içine baktıktan sonra babama döndüm, ''Ben kaç yaşındayım baba?''

   Babam bıyık altından güldü. ''Beş.''

   Sol elimin üç parmağını gösterdim adaletin ateşli savunucusuna. ''Kanun namına beş.''

   Kadife eldiven içindeki demir yumruk babama dönüp homurdandı. ''Bu ne biçim çocuk yahu?''

   ''O biçim çocuk,'' dedi babam tükenmez kalemini parmaklarında çevirerek.

***

   Babamla birlikte odaya kapanıp o çalışırken ben de belki bir iki güzel dize yazabilirim umuduyla daktilonun başına geçtim. Descartes'i düşünüyorum gözlerim kapalı / Ya ilham geliyor ya inme iniyor...

***

   İşlenen suçun sorumluluğunu bir deliye yüklemek otoritenin sadece kolayına gelmiyor, aynı zamanda işine de geliyordu. Meseleyi, ''Katil zaten delinin tekiymiş,'' diye çözmek rahatlatıyordu onları. Yani düzen o kadar mükemmel ki, o düzenin yasalarına karşı çıkan kişinin aklından kuşkulanmak gerekir demeye getiriyorlardı. İşte beni hasta eden bu yaklaşımdı. 

***

   (Alper bir kişiyle görüşmek için o kişinin evine gidiyor, ancak evde kendisi değil de, arkadaşı var. Müzik setinden de bir adamın boğazını yırtarak şarkı söyleyen sesi geliyor.)

   ''Müziği hissetmelisin,'' dedi ritme uygun biçimde koluyla havada kocaman bir sekiz işareti çizerek. ''O haykırarak acıyı dile getiriyor.''

   ''Gerçek acı sessizdir,'' dedim. ''Bir huzurevi gibi.''

***

   ''Bu sizin gidişiniz, gidiş değil.''

   ''Ne demek istiyorsun?'' diye sordu savcı tek kaşı havada. İlk sözümle afallatmıştım onu. Daha çok afallayacaktı.

   ''Bu rotada devam edersek Paris Mahallesi'ne varırız.''

   ''Eee?''

   ''Son derece yoksul insanların yaşadığı, tehlikeli bir yerdir. Hemen hemen hepsi sabıkalı olan halkının başlıca geçim kaynakları arasında hırsızlık, yankesicilik ve gasp sayılabilir. Çocuklarının en sevdiği oyun, komşu mahalleleri basıp yağmacılık yapmaktır. Kimse onlarla dalaşmayı göze alamaz çünkü hepsi dört yaşından itibaren sustalı taşımaya başlarlar. Hayli içe kapanık bir yapıları vardır. Bildiğim kadarıyla civar mahallelerle ticari bağlantıları bizim Gazanfer'le sınırlıdır. Onu da üç kere şişlemişlerdir. Başka sorunuz?''

   Metin Bilgin'in suratında bir gülümseme mi belirmişti, bana mı öyle geliyordu? ''Böyle bir mahallenin adını neden Paris koymuşlar acaba?''

   ''Bilmem. Belki Baudelaire'yi çok sevdikleri içindir.''

   ''Demek haydutluktan arta kalan zamanlarında şiir okuyorlar ha?''

   ''Şiir karın doyurmaz,'' dedim. ''Söyledim ya, çok yoksullar.''

   ''Yoksulluk çeken herkes eşkıya olmuyor.''

   ''Herkes Baudelaire de olmuyor.''

***

   Adalet denen şey bir yalandan ibaretti. İnsanlar suç işledikleri için değil suç işlenmemesi gerektiği için cezalandırılıyordu. Sistem gaddarca bir caydırıcılık üzerine kurulmuştu.
 
Puan: 4

18 Ekim 2013 Cuma

Sıradakinden Alıntı

   Çocuklara bakıp da saflık, masumiyet ve güzellik edebiyatı yapanlara şaşarım. Ben bizimkilere bakınca, insanoğlunun en alçakça eğilimlerinin en çıplak halinden başka bir şey görmüyorum.


Tazecik Kitap Yorumu: Veba - Michael Grant

 

   Serinin ilk kitabı Yoklar'ın yorumu burada.

   Serinin ikinci kitabı Açlık'ın yorumu burada.

   Serinin üçüncü kitabı Yalanlar'ın yorumu burada.

   Yetişkinler sekiz aydır yoklar.

   RSGB'de bir tür salgın başlamış durumda. Ciğerlerinizi öksürerek çıkarttığınız bir hastalık. Buna ek olarak insan yiyen dev böcekler ortaya çıkmış durumda. Dev kadar diyorsam, bacak kadar sanmayın. Gerçi, altı üstü otobüs büyüklüğündeler canım, ne olacak. Doğrusu, ben eğer RSGB'deki çocuklardan biri olsaydım ve doğum günüm de yakında olsaydı, ''başlarım RSGB'nize'' diyip çıkardım oradan :D Dayanılır mı o kadarına da?

   Bu kitapta, su kaynağı neredeyse tükendiği için Albert, Sam ve birkaç kişiyi daha RSGB'nin öbür ucunda yer alan bir göle, bir su kaynağına keşif amacıyla yolluyor. Yolda da grubumuz, bir kişiye rastlıyor ki... Öf. Neler neler oluyormuş arkadaş burnumuzun dibinde.

   Bu kitapta bir şey dikkatimi çekti, Michael Grant ana karakterlerini öldürmeye kıyamıyor sanırım. Spoiler değil, ilk kitaptan beri her sahnede zaten ölümle burun buruna geliyorlardı. Bu kitapta dozu biraz daha artmış sadece.

   Seri güzelleşiyor demiştim. Hala da öyle düşünüyorum. Yazar daha iyisini yazana kadar, en iyisi bu :P Gerçi serinin bittiğini biliyorum. Olsun, devam kitaplarının yine birbirlerini geçecek güzellikte olduğuna inanıyorum. Artemis geçenlerde beşinci kitap olan Korku'nun kapağını yayımlamıştı. Kasım'da yapılacak olan TÜYAP'a yetişir diye düşünüyorum. Hadi inşallah.

   Edit:
   Serinin beşinci kitabı Korku'nun yorumu burada.

Puan: 5

17 Ekim 2013 Perşembe

Sıradakinden Alıntı

   Quinn güneşin ufuk çizgisinde batışını izledi. Tek başına kumların ve kayaların üzerinde biraz yürüdü. İşini ve sürekli denizde olmayı sevmesi garipti. Sörfü her zaman sevmişti ama artık hiç dalga yoktu. Yine de deniz onun hayatında hala başroldeydi. Şimdi fazlasıyla sakin, denizden ziyade neredeyse bir gölü andırsa da Quinn denize yakın olmayı seviyordu.

   Bariyer bir gün ortadan kalkarsa ne yapacaktı? Yaşı büyüyene kadar bekleyip sonra Alaska veya Maine'e yerleşerek profesyonel balıkçı mı olacaktı? Kendi kendine güldü. Eski günlerde olsa böyle bir kariyer hayatta aklına gelmezdi.

   Artık üniversiteye gidip avukat, işadamı veya ailesinin isteyeceği gibi bir meslek sahibi olmayı hayal bile edemiyordu.

   Sınırı geçeli çok olmuştu. Bunun farkındaydı ve bu gerçeği bilmek onu biraz üzüyordu. Hiçbiri bir daha asla normal birer çocuk olamayacaktı. Hele de RSGB'de bir şekilde mutlu olabilmenin bir yolunu bulmuş olanlar.

Tazecik Kitap Yorumu: Yalanlar - Michael Grant


   Serinin ilk kitabı Yoklar'ın yorumu burada.

   Serinin ikinci kitabı Açlık'ın yorumu burada.

   Resmin kalitesi için özür dilerim, ancak bir tane bile düzgün kapak bulamadım.

   Yetişkinler yedi aydır yoklar.

   RSGB çığırından çıkmış durumda. Öldüğü sanılan, gömülmüş olan bir kız, artık mezarında değil, çocukların arasında dolaşıyor. İkinci kitaptan tanırsınız onu. Artık elektrik yok. En azından Perdido Sahili çocukları yiyecek sorununu çözmüş durumda, Coates çocuklarının aksine. Yamyamlık yapıyor Coateslılar, durumun vahametini düşünün. Mutantlar ve normaller arasındaki savaş da iyice kızışmış durumda.

   En önemli sorun ise Orsay, insanların rüyalarını gören kız. Duvarın arkasındaki insanların rüyalarını görebildiğini iddia ediyor ve on beş yaşındaki ''büyük atlayışın'', duvarın dışına giden yol olduğunu söylüyor. Perdido Sahili'nde, kent meclisi kurulmuş, Sam'in üzerindeki yükü azaltmak için. Ne var ki, bu kolay bir iş değil. Çocukların gerçekten duvarın dışına çıkabileceklerine emin olmadan, resmen intihar etmelerine göz yumulabilir mi veya, bir ''ölünün'' aralarında olduğu söylenebilir mi? Kent meclisi çocukları yatıştırmak için doğruyu söylemiyor, daha doğrusu yalanlar havada uçuşuyor.

   Bu kitapta Perdido Sahili'nden uzaklaşıp, San Francisco Del Sales Adası'nda yaşananları da okuyoruz. Orada da, film yıldızı bir çiftin dört üvey çocuğu varmış meğer, Sanjit, Virtue, Bowie ve Pixie. Sanjit'i tuttum, iyi çocuk nitekim :D Onlarla ilgili bölümleri okumak ayrı bir hoştu.

   Bu kitapta Küçük Pete'in önemi ve gücünün sınırlarını biraz daha anlıyoruz. Hele kitabın sonu... Aman Yarabbim. O şoku yaşamanız gerek :D

   Seri her kitapla daha da güzelleşiyor. Sıra Veba'da ^.^

   Edit: 
   Serinin dördüncü kitabı Veba'nın yorumu burada.
   Serinin beşinci kitabı Korku'nun yorumu burada.

Puan: 5

16 Ekim 2013 Çarşamba

Sıradakinden Alıntı

   ''Neden birilerinin RSGB'den gitmek isteyebileceğini, inan kafam almıyor. Başka nerede sıçan yiyip, arka bahçemizi tuvalet niyetine kullanabilir ve türlü şeyden korkarak yaşayabiliriz?''


Tazecik Kitap Yorumu: Açlık - Michael Grant


   Serinin ilk kitabı Yoklar'ın yorumu burada.

   Yetişkinler üç aydan beri yoklar.

   Çocuklar ilk kitapta sadece abur cubur yiyip, diğer yiyeceklerin akıbetini düşünmeyip, bunlar bozulur mu falan demeyip, saçmalamışlardı. Kimse bir şey üretmiyordu ve sadece ve sadece vakit öldürüyordu. Çalışmanın önemini ancak Albert anlamıştı. Şimdi, yetişkinler ortadan kaybolduktan üç ay sonra da, neredeyse tüm yiyecekler bozulmuş durumda ve bu sebeple, Perdido Sahili'nin çevresindeki tarlalar araştırılmaya başlanmış yiyecek için. Ancak o tarlalarda bir şey var ki... Gerçekten korkunç, ancak ne olduğunu söylemeyeceğim. Zaten daha sekizinci sayfada olan oluyor. Bir kitap ancak bu kadar heyecanlı başlayabilirdi :D

   Bu kitapta, bir önceki kitaptaki karakterlerimizin yanına birkaç kişi daha ekleniyor. İlk kitabın sonlarına doğru, üç karakter daha katılıyordu kitaba. Brianna, Dekka ve Taylor. Brianna aşırı hızlı koşabilme yeteneğine sahip, Dekka yer çekimini ortadan kaldırmaya ve Taylor da ışınlanma yeteneğine. Bu kitapta da Duck diye bir çocukla tanışıyoruz. Duck aslında kendi halinde bir çocuk, bir grup serseri tarafından rahatsız edilince yeteneği ortaya çıkıyor. Garip bir yetenek ya, neyse, spoiler olsun istemiyorum. Duck'ı rahatsız edenler ise, Zil ve ekibi ki, Perdido Sahili'nde mutantlar ile normaller arasındaki nefreti körükleyen kişiler kendileri.

   Bu kitapta Quinn'in de önemli bir yeri var. Yaptıklarından ötürü takdir ettim çocuğu. Albert da işleri bayağı ilerletiyor, her ne kadar bazıları onu paragöz olarak görse de. Arkandayım Albert!

   Açlık, ilk kitap gibi sürükleyici bir kitaptı. İşler fenalaşıyor. RSGB daha yaşanmaz bir hale geliyor. Serinin sonunda ne biçim şeylerle karşılacağımızı çok merak ediyorum doğrusu.

   Edit:
   Serinin üçüncü kitabı Yalanlar'ın yorumu burada
   Serinin dördüncü kitabı Veba'nın yorumu burada.
   Serinin beşinci kitabı Korku'nun yorumu burada.

Puan: 5