18 Ağustos 2018 Cumartesi

Kitap Heberleri

   Asırlardır bu bölüme yazmadım, ama bu haberi pas geçemem...

   George Saunders ile Shaun Tan'ın yeni kitapları çıkıyor! İkisini de pek bir severim, haliyle de pek bir heyecanlandım. Ah, bir de Cağaloğlu Tudem açık olaydı.... Zaman içinde ya Beşiktaş'takine ya da Kadıköy'dekine dadanacağım sanırım.


   Saunders'ın kitabı "Frip'in Aşırı Israrcı Pırtlakları", çocuk edebiyatına giriyor. Hakkında daha fazla bilgiye buradan ulaşabilirsiniz.



   Shaun Tan'ın kitabı "Ağustosböceği" ise en basit tabiriyle çalışma hayatı üzerine. Bu kitap için de sizi buraya yönlendireyim.

   İki linkten de kitapların "tadımlık"larına ulaşabilirsiniz.

17 Ağustos 2018 Cuma

Tazecik Kitap Yorumu: İşte İnsan - Michael Moorcock


   İşte İnsan, kaybolmuş ve arayışta bir genç olan Karl Glouger'in zaman makinesiyle milattan sonra 29 yılına; Hz. İsa'nın son aylarına ve çarmıha gerilişine şahit olmaya gidişini anlatıyor. Bu olaylara tanık olarak, en azından aklındaki bazı sorulara cevap bulabileceğine inanıyor.

   Kurguda Karl'ın kendi yaşadığı dönem ile zaman makinesiyle vardığı dönem arasında sık sık geçişler yapılıyor. Bu geçişler, Karl'ın iç dünyasını anlamaya bir olanak sağlıyor.

   Açıkçası, kitabın arka kapağını okuduğumda bilim kurgu soslu bir Hesse eseri okuyacağımı sanmıştım, ancak yanılmışım. Öte yandan, güzel bir yanılgıydı bu. Tarihe şahit olmak amacıyla zaman yolculuğu yapılışı da Connie Willis'in Kıyamet Kitabı'nı hatırlattı.

   Kitapta üzerine düşünülebilecek ilgi çekici noktalara değinilmiş. Ancak bazı yerlerde sorgulamaların biraz sert bir dille yapılması sebebiyle dini hassasiyeti olan okurların belki rahatsız olabileceğini düşünüyorum.

   Kitaptan birkaç alıntı verip bunlar üzerine birkaç şey yazmak istiyorum.

   "Monica. İçimde bir şey eksik..."
   "Ne tür bir eksiklik?"
   "Yani; belki bir eksikliğin eksikliğidir, bilmem anlatabiliyor muyum?"

   "Eksikliğin eksikliği" tabirinin aslında birçok insan için geçerli olan bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Her şeyin görünürde tastamam olmasına karşın, insanın huzura varamaması, bir tür arayış içinde oluşu ve bunun sebebini bilmeyişi... Eğer açıklanabilir bir sebep olsaydı, en azından ortada bir gerekçe olması sebebiyle daha rahat hissedilebilirdi belki. Bu arayışın sebebi olarak söylenebilecek şeyler de mevcut, insan olmanın özüyle ilgili misal; kimliğini keşfetme, merak, öğrenme arzusu...
***

   "Korku olmadan din hayatta kalamaz."

    Korku olmadan dinin hayatta kalamayacağına katılsam da, sadece korkunun bir dini yaşatmak için yeterli olacağına inanmıyorum; bir teselliye, vaade de ihtiyaç vardır dinin sürdürülebilmesi için. Dünyadaki zorlukların verdiği korku, yüce bir güce sığınma ihtiyacı doğurabilir ancak zorlukların ortadan kalkışı, dinin terk edilmesine sebep olabilir. Bu durumda da inanılan gücün muhtemel gazabından kaynaklanan korku ve o gücün vaatleri, kişinin dinden çıkmasına engel olabilir.

***

   "İnsanlar ihtiyaç duyduğu zaman akla hayale gelmeyecek başlangıçlara sahip büyük bir din yaratabilirler."

   "Fikir mi önce gelir, gerçeklik mi?" tartışmasında geçen bu kısım, bence de Karl'ın dediği gibi "fikir önce gelir" savını desteklemekte. Kaldı ki tüm dünyaya tanıtılmış/kabul ettirilmiş çeşitli kavramlar veya düşünce akımları da aynı bağlamda düşünülebilir.
***

   Kitabın kapak tasarımına bayıldım, Ozan Korkut'un ellerine sağlık. AĞIR SPOILER! Kiliselerdeki vitrayları temsil eden bir tasarım, ancak çerçevenin bir nevi imkansız şekil oluşturarak zaman yolculuğunun yol açtığı paradoksa işaret edişi; elinde İsa maskesi bulunduran İsa, Karl'ın İsa personasıyla bütünleşmesi... Hay Allah'ım, aklıma Scooby Doo'yu da getirmiyor değil (nasıl nöron bağlantıları bunlar). Tüm kitap boyunca Karl'ın arayışına ortak olup en sonunda İsa maskesini kaldırıp altında yine Karl'ı buluşumuz... SPOILER BİTTİ.

   Kitap, önceden Phoenix Yayınları'ndan çıkmıştı, ancak "İşte O Adam" adıyla. Kitabı biraz inceleme fırsatım oldu kitapçıda. İsim farkı nereden kaynaklanıyor diyecek olursanız, Yuhanna İncili'nde İsa'nın başında dikenli taçla dışarı çıktığı an, Pilatus'un "İşte o adam!" dediği yazıyor. Bu açıdan bakıldığında Phoenix'in isim tercihini daha doğru buldum.

   Phoenix baskısında, İthaki'den farklı olarak yazarın Türkçe baskısı için yazmış olduğu ön söz, İsa ve Jung hakkında notlar ve bir de yine yazarın elinden çıkma, uzunca bir not yer almakta. Elzem olmamakla beraber okunabilir. Son olarak da, İthaki çevirisini daha çok beğendim, Barış Tanyeri'ne teşekkürlerimi sunuyorum. 

Puan: 4

12 Ağustos 2018 Pazar

Sıradakinden Alıntı

   Gerard'layken ciddi, istekli, zekiydi.

   Johnny'leyken üstün, alaycıydı.

   Bazılarının yanında sessizdi. Bazılarının yanında ise gürültücü. Aptallarlayken aptal olmaktan memnundu. Hayran olduğu kişilerleyken zekice konuşabildiği zaman mutlu oluyordu.

   "Neden tüm insanlara karşı tüm şeyler oluyorum, Gerard? Kim olduğumdan emin değilim. Bu insanlardan hangisiyim ben, Gerard? Benim neyim var?"

   "Belki de insanları memnun etme konusunda fazla isteklisindir Karl."

2 Ağustos 2018 Perşembe

Tazecik Kitap Yorumu: Gökteki Göz - Philip K. Dick


   Gökteki Göz, Philip K. Dick'ten okuduğum yedinci roman. Önceki altı romanın yorumuna blogta yer vermedim, çünkü kitaplardan nasıl bahsedebileceğime dair pek bir fikrim yoktu. Az bahsetsem yorum olmayacak tam, çok bahsetsem heyecanı kaçacak... Ama sanırım sonunda bir karara vardım.

   PKD romanlarını üç farklı spoiler seviyesinde anlatmayı düşünüyorum:
- İlk seviyede en fazla arka kapak yazısı kadar bahsedeceğim kitabın konusundan, hatta belki daha da az. Çünkü PKD kitaplarına konuyu bilmeden dalış yapmak, karakterlerle birlikte o evreni keşfetmek gibisi yoktur bence. Bunda spoiler uyarısı da koymayacağım, zaten blogtaki diğer kitap yorumlarına denk gibi olacak.
- İkinci seviyede, eğer önceki seviyede arka kapak yazısını kapsayacak kadar yazmamışsam, onu kapsayacak ve meraklısı için de belki biraz geçecek şekilde yazacağım. Başına hafif spoiler uyarısı düşeceğim.
- Üçüncü seviyeyse, kitabı okumuş olanlara hitap edecek, kurguda aklıma takılan noktaları ve varsayımlarımı içerecek. Başına ağır spoiler uyarısı düşeceğim.
   (Bu kısmı tüm PKD roman yorumlarına kopyala-yapıştır yapacağım. Bir dahakinde pas geçersiniz efenim, keyifli okumalar diliyorum.)

  Belmont Bevatronu'nun Proton Işın Saptırıcısı'nda gerçekleşen bir kaza sonucu, ziyarete gelmiş bir grup insan ve mihmandarlarının bulunduğu gözlem platformu kül olur. İyi bir yükseklikten yere düşüşleri ve molozların da üzerlerine düşmesi yetmezmiş gibi, yüksek oranda radyasyona maruz kalırlar.

   Kurtarılıp hastaneye götürülürler, kimisi çabucak yaraları sarılıp taburcu edilirken, kimilerinin durumu daha ciddidir. Ancak hepsi kısa sürede çeşitli tuhaflıklar fark ederler, bu kazadan uyandıkları "her zamanki" evren midir? Peki, gerçek nedir ve subjektif olabilir mi; algıdaki farklılığa göre gerçekliğin dokusu değişebilir mi?

   Hafif spoiler! Kitabın adı olan "Gökteki Göz", bu bir grup insandan birinin zihnindeki evreni temel alıyor (solipsizm temelli bir kurgu diyebiliriz o halde). Çılgın bir teolojik yapı; rastgele kabul edilen dualar, olur olmadık şeylerde görünen mucizeler ve gazaplar, ayrıca daha neler neler... Diğer evrenlerin çılgınlığı da bundan aşağı kalmıyor.

   Yine hafif bir spoiler. Hangi karakterin bilinci açıksa, diğerleri onun evrenine hapsoluyor. Bunu başka bir biçimde yorumlarsak, bu bilinci açık olan karakter aslında bir rüya görüyor denebilir, kendi algıladığı dünyayı yansıtan ve kendisinin de o dünya üzerinde sonsuz bir kontrol sahibi olduğu (tabii bunun farkındaysa), yani bir bakıma tanrısı olduğu bir rüya (bu noktada da idealizme kayıyor denebilir). O halde Deep Dark Fears'tan şunu iliştirebilirim buraya: 
 

   Ağır spoiler! Açıkçası kitabın sonunda "gerçek" evrene döndüklerine inanmıyorum (kaldı ki, insanın gerçek algısı bulanıyor kitap boyunca). İlk çılgın evrenlere göre, gerçeğe daha yakın ancak yine de bir başkasının zihnindeki evrende bulunduklarına inanıyorum. Çok büyük ihtimalle de Hamilton'ın evreninde. Nihayetinde o müzik sistemi Marsha ile Hamilton'ın hayaliydi. Birkaç ufak ayrıntı daha Hamilton'ın evreni olmasına yorulabilir. Bir de, yazarın gerçekten herhangi bir kitabını normal anlamda normal bitireceğine inanmıyorum. (PKD'nin kitaplarında normal olan şey bile aslında normallik standartları dışında olduğu için "normal anlamda normal" demem kaçınılmazdı :D)

   Kitabın çevirisine gelecek olursak... Altıkırkbeş'in PKD çevirilerinden illallah etmiş olanlar için, güzel bir çeviri. Kitabın Metis baskısında kullanılan çeviriyle de birebir aynı, Sönmez Güven'e ait, ellerine sağlık. Ancak bu birebir aynılık kimi zaman canımı sıktı, çünkü en azından bir elden geçirilip önceki baskıda gözden kaçmış yazım hataları giderilebilirdi.

   Oldukça sürükleyici bir eserdi, ancak karakterlere pek ısındığımı söyleyemem, belki sadece Laws'u hariç tutabilirim. Kitap boyunca sık sık tiksinti ve dehşet duydum, eh, güldüm de durumların absürtlüğü sebebiyle. Bazen de ara vermem gerekti okurken, bünyeme boğucu duygular fazla geldi. Bu elbette kitabın başarısı, ancak bende ters etki yapıyor...

   Bir dahakine birisini omuzlarından tutup sarsmak ve ona "Sen hangi dünyada yaşıyorsun?!" demek istediğinizde aklınıza emin olun ki bu kitap gelecek.

Puan: 3,5