26 Aralık 2015 Cumartesi

Tazecik Kitap Yorumu: Horrorstör - Grady Hendrix


   Küçüklüğümden beri Ikea, Bauhaus tarzı yerler bana çok ilginç gelmiştir. Alabileceğimiz ve almayacağımız bin bir çeşit şeyle dolu mağazalar... Bir şey almaya hiç niyetimiz olmasa da elimiz boş çıkmadığımız bu mekânlar.

   Bu tarz yerlerin bir başka özelliği de ruhsuz olması. Evet, bir evde bulunan her türlü eşya vardır bu mağazalarda, hatta örnek odalar da mevcut; ancak bunlarda ruh yok, yaşanmışlık yok. Ve açıkçası, üzerine yaşanmışlık sinmeyen bu eşyaları gördüğümde içime bir tedirginlik çöker hep.

   Bu mağazalarla ilgili belki de en önemli özellik de sizi sersemletmesi, zaman algınızı yitirmenize yol açması. İçeride gerçeklik duygunuzu yitirirsiniz, bir ürün yığınından diğerine yürürken. Etrafta hiç saat de yoktur veya dışarıyla iletişiminizi sağlayacak bir pencere. Dışarı çıktığınızda afallamanız kesindir bu sebeple.

   Bu kitaba gelecek olursak; Horrorstör, adından da anlaşılabileceği üzere Ikea benzeri bir mağazada geçen bir gerilim öyküsü. Yazarın bir mağazayı, modern bir perili ev olarak yansıtma fikrini çok başarılı buldum. Seçilen mekân, üstteki paragraflarda da bahsettiğim üzere, böyle bir gerilim öyküsüne çok uygun.

   Kitap, bir Ikea katalogu gibi tasarlanmış, kitabın baskı kalitesi de oldukça iyi. Aslına bakarsanız ben kitabı almadan önce okuduğum bir tanıtım yazısından niyeyse, tüm kitabın katalogmuş gibi olacağını (öykünün de katalogtaki resimler üzerinden ilerleyeceğini) sanmıştım. Öyle değilmiş. Her bölüm başında bir ürünün tanıtımına yer verilmiş. Bir de birkaç sayfa reklâm var. Ürün tanıtımlarının ilk on tanesi normalken, sonraki altı tanesi işkence aleti tanıtımı (ki ben kitapta işte bunu görmeyi beklemiştim). Sonuncusu ise... küçük bir spoiler uyarısı! Öğrenmek istemiyorsanız öbür paragrafa geçin lütfen. Sonuncusu ise bir sedye. Sedyenin tanıtım yazısını okurken zaten gülmekten kendimi alamadım: Bu şık tasarımlı tekerlekli sedye sizi istediğiniz varış noktasına aktarırken, yumuşacık minderin üzerinde rahatlığın tadını çıkarın. Bu, acil bakım ünitesine yapacağınız hızlı bir yolculuk ya da adli tıp birimine doğru çıkacağınız aheste bir gezinti olabilir. GURNË size ihtiyaç duyduğunuz tarz ve konforu sunacak.

   Kitabı kısaca özetleyecek olursam, Orsk isimli mağazada, bir süredir tuhaf olaylar yaşanmaktadır. Bunun üzerine mağazadan birkaç kişi, bu tuhaf olayların sebebini öğrenmek üzere gece mesaisine kalırlar.

   Kitapta, gerilim filmlerinin klişeleriyle her ne kadar dalga geçilmiş olsa da, kitabın olay örgüsü de o klişelerden nasibini aldı.

   Karakterlere gelecek olursam... Ana karakter Amy mızmızın teki, sevmedim. Gereksiz yere hırçınlık yapıyor, bir mazereti yok. Mağaza müdür yardımcısı Basil, müdür yardımcılığı kendisine birtakım süper güçler getirmişçesine sorumlu, cesur ve fedakâr. Matt tam bir hipster (bu kelimeye Türkçe bir karşılık bulundu mu? Bilen varsa aydınlatsın. -gerçi spoiler kelimesi yerine de sürprizbozan diyebilirim ama demiyorum, sizce demeli miyim?). Trinity uçuk bir kız. Ruth Anne de çok sempatik, herkesin sevdiği biri(ymiş), ancak bunun yansımalarını pek göremiyoruz kitapta. Tüm karakterler arasında en sevdiğim Basil oldu. Yaptıkları cidden şaşırtıcıydı, kendisini takdir ettim sık sık (ara sıra da arkasından güldüm :P).

   Birkaç küçük noktadan da bahsedeyim. Kitaptaki bazı şeyleri cidden ürkütücü buldum, küçüklük korkularımdan birini okudum mesela (yine küçük bir spoiler: hani o mağazalarda hiçbir yere açılmayan kapılar olur ya... ya açılıyorsa?!). İkinci olarak, kapak tasarımını çok beğendim, hem ön kapağınkini, hem de arka kapağınkini. Arka kapağı da yazının sonuna iliştiririm. Bu arada, kapakta Brooka, 699 TL, bkz. sayfa 8, yazıyor ya hani? Brooka'nın tanıtımı cidden 8.sayfada. Çok hoşuma gitti bu küçük ayrıntı. Arka kapaktaki odanın, ön kapaktakinin bozulmuş bir hali olması da ayrıca güzel bir ayrıntı bence.

   Son olarak çeviriye değinmek istiyorum. Birkaç ufak hata vardı, her kitapta olabilir bu, ancak bence elemanların telefonlarına gelen mesajın ''yardım mesajı'' olarak çevrilmesi hoş değildi. ''Bir süredir yardım yazan mesajlar alıyorlardı.'' benzeri bir cümle vardı. Yardım kelimesinin imdat ile değiştirilmesinin daha uygun olacağını düşünüyorum.

   Biraz ilginç bir okuma deneyimi oldu bu, ancak beklediğim kadar ilginç olmadığı için bundan puan kırıyorum. Arka kapağı da iliştirip sözü bitireyim.


Puan: 3

22 Aralık 2015 Salı

20 Aralık 2015 Pazar

Tazecik Kitap Yorumu: Aden - Stanislaw Lem


   Altı kişilik mürettebattan oluşan bir uzay gemisi, bir yanlış hesaplama sonucu Aden gezegenine düşer. Düşmek derken, sahiden düşer; toprağa çakılır.

   ''Bizimki de, bilinmeyen bir gezegene gerçekleştirilen ilk toprakaltı iniş olmalı,'' diye düşüncesini belirtti Kaptan.

   Önce gömüldükleri yerden çıkma, sonrasındaysa uzay gemisini tamir etme ve düştükleri dünyayı tanıma çabaları içinde mürettebatımız birbirinden ilginç olaylar yaşar.

   Aden, Dünya'ya hiç benzememektedir. İlginç canlılarla doludur bu dünya. Ayrıca, Aden'de zeki bir yaşam formunun izleri görülmektedir! Ancak bu izler oldukça tuhaftır; ne ürettiği belirsiz bir fabrika, toplu mezarlar, bariyerler...

   Mürettebatın Aden'i ve bu gezegendeki zeki yaşam formunu tanıma çabaları çok hoşuma gitti. Bunlarla ilgili yaptıkları çıkarımlar ve sorgulamalar da oldukça iyiydi. Aslında bunlarla ilgili paylaşmak istediğim birçok alıntı var, ancak spoiler vererek okuma zevkinizi köreltmek istemiyorum (bu da demektir ki, lütfen bu kitabı okuyun).

   Mürettebat Doktor, Kaptan, Mühendis, Sibernetikçi, Fizikçi ve Kimyager'den oluşmakta. Mühendis hariç diğerlerinin adlarını öğrenmiyoruz, ama isimlerini bilmemek bir eksiklik hissettirmiyor. Kendileri daha ziyade görevleri ve karakterleriyle öne çıktığından olsa gerek. Bu arada şunu da belirteyim ki, Doktor kitap boyunca en çok gördüğümüz karakterdi. Pratik, mantıklı ve cesur oluşu da ayrıca vurgulanmıştı. Doktor'u epey sevsem de, bazen ön plana fazla çıktığını düşündüm.

   Kitabı okurken sürekli bir merak duygusu içerisindeydim. Ayrıca, karakterlerin hepsini ayrı bir sevdim. Birbirleriyle konuşmaları çok eğlenceli ve zekiceydi. Kitabın eksisine gelirsek, betimlemeleri okurken bazen aklımda canlandıramadım, çünkü okuduğumu anlayamadım. Bu durum benden mi kaynaklandı, yoksa bu kitap Lehçeden İngilizceye, İngilizceden de bizim dilimize çevrildiği için anlam kayıpları mı yaşandı, bilmiyorum.

   Açıkçası, kitaba başlarken büyük beklentiler içerisinde değildim, kitabın basım tarihi (1959) sebebiyle olsa gerek. Neden öyle bir ön yargıyla yaklaşmışım ki?.. Çağının ötesinde bir roman bu. Eğer bu kitabı okuma konusunda tereddütünüz varsa atın çöpe o tereddütü.

   Stanislaw Lem'in okuduğum ilk romanıydı, ama imkânlarım elverirse son olmayacak!

Puan: 4,5

19 Aralık 2015 Cumartesi

Seçmeceler


   Geçen hafta bu kitabı; Doğu Yolculuğu'nu okuyordum. Okuma düzenimin bozulması sebebiyle, gerekenden uzun bir sürede bitirdim kitabı maalesef.

   Kendimi gerçekten üzgün hissettiğim bir anda ne yapacağımı bilemeyip, kitabı okumaya karar verdim (bir haftada ancak yirminci sayfalara gelebilmiştim). Kitapta kaldığım yerdeki ilk cümleyi okuyunca, az daha koyverecektim kendimi:

   Çok değerli, bir daha geri gelmeyecek bir şeyi yitirdiğimizde, bir düşten uyandığımız duygusuna kapılırız.

13 Aralık 2015 Pazar

Sıradakinden Alıntı

   Doktor dışarı çıktı. Elinde subaplı, kısa bir oksidize silindirle geri döndüğünde, Mühendis de kabininden getirdiği naylon, hafif bir sırt çantasının ceplerine acil yiyecek paketlerini tıkıştırıyordu. Doktor'un elindeki ilgisini çekti.

   ''Nedir o?''

   ''Bir silah.''

   ''Ne atıyor peki?''

   ''Uyutucu gaz.''

   Mühendis bir anda kahkahalara boğuldu.

   ''Sana bu gezegende yaşayan bir şeyi bir gazla uyutabileceğini düşündüren nedir acaba?''

   ''Eğer saldırıya uğramış olsaydın, her durumda kendini uyuşturabilirdin,'' dedi Kimyager. Bu kez Doktor dahil, hepsi gülmeye başladı.

10 Aralık 2015 Perşembe

Kısa Kesmek İcap Ederse: Nagazaki, Cesaret Beşlisi

   Yarın okulda sınavlar başladığına göre, bugün bloga yazmam kaçınılmazdı...


Nagazaki - Eric Faye: Shimura-san, bir süredir evinde bir şeylerin ters gittiğinden emindir. Küçük şeylerdir bunlar; meyve suyunun azalması, buzdolabından bir balık parçasının kaybolması gibi. Bir gün Shimura evine gizli kamera koyar ve sır açığa çıkar... Ki oldukça tuhaf ve rahatsız edicidir bu açığa çıkan sır. İşin daha da tuhaf ve rahatsız edici kısmıysa, bu kitabın gerçek bir olaya dayanarak yazılmış olmasıdır! Dehşete düştüğümü söyleyebilirim.
   Nedir bu sır diyecek olursanız...SPOILER! Bir yıldır Shimura'nın evinde biri gizlice yaşamaktaymış. Çok korkunç bir şey değil mi sizce de? Ben Shimura kadar ılımlı bir tepki veremezdim buna, kabullenemezdim böyle bir şeyi. SPOILER BİTTİ.
   Kitabın kapak resmini çok beğendim, bunu da belirteyim, ancak resmin kime ait olduğunu bilmiyorum. Bilen ve cevap veren olursa çok makbule geçer :)
   Kitabın konusu ilgi çekici olsa da, yazım dilinden pek zevk aldığımı söyleyemeyeceğim maalesef. Puan: 2


Cesaret Beşlisi - Michel Faber: Cesaret Beşlisi adında bir a capella grubu, oldukça zor bir parçayı insan sesine uyarlamak için iki haftalığına Belçika'daki bir şatoda prova yapmaya gidiyor.
  Gruptakilerin her biri ayrı cins, hiçbirini sevemedim. Geceleyin de niyeyse şatonun yanındaki ormandan çığlık sesleri geliyor ancak ana karakterden başka kimse duymuyor bu sesleri. Sonradan bunun bir efsaneyle ilgisi olduğu ortaya çıksa da bu çığlık meselesini gereksiz buldum, anlamlandıramadım. Kitabın sonunu da gereksizce trajik buldum.
   Özetle, bu kitabı neden okudum, ben de bilmiyorum... Puan: 2

3 Aralık 2015 Perşembe

Tazecik Kitap Yorumu: Büyünün Rengi - Terry Pratchett


   Terry Pratchett ile tanışmam on bir ya da on iki yaşımdayken, Muhteşem Maurice ve Değişmiş Fareleri ile olmuştu. Kitabı kütüphanecinin tavsiyesi üzerine okumuş, pek beğenmemiştim (kütüphaneci çok tatlı bir hanım bu arada, kitabı beğenmeyince üzülmüştüm resmen). Ondan sonra da kütüphanedeki diğer Pratchett kitaplarına el atmadım. Uzun Dünya'ya kadar başka Pratchett kitabı da okumadım. Aferin bana.

   Uzun Dünya'yı okuduktan sonra, Pratchett'ı niye sevmemişim ki ben önceden, diye düşündüm. Beğenilerim değişti belki de. Sonradan araştırdım, baktım Pratchett'ın bir dünya kitabı var -hem mecazi, hem gerçek :P-. Benim okumuş olduğum Muhteşem Maurice ve Değişmiş Fareleri de Diskdünya'nın yirmi sekizinci kitabıymış mesela.

   Dönelim bu kitaba.

   Büyünün Rengi, Diskdünya'nın ilk kitabı. Kaplumbağa A'tuin, onun sırtındaki dört fil ve onların da sırtındaki Diskdünya'ya giriş yapıyoruz bu kitapla. Bazı çılgınların yuvarlak olduğunu iddia ettiği bu dünyada, kenardan aşağı düşebilirsiniz, aman dikkat.

    Diskdünya'nın özelliği çok... fantastik (?!) olması. Karakterlerin kaderleriyle oynayan tanrılar var bu kitapta. Büyü dediğimiz şey gerçek ve oktarin adıyla, renk tayfındaki sekizinci renk olarak yer almakta. Bunun dışında, A'tuin'i inceleyen kozmotosbağaloglar, astropsikologlar ve astrozoologlar var, çok mantıklı değil mi sizce de? Aslında yazacak çok şey var, ama bu noktada kendimi durduracağım.

   Bu ilginç dünya tehlikede... Bu tehlikenin kaynağı ne derseniz, Diskdünya'nın ilk turisti İkiçiçek! Bu denli ilginç bir dünyaya ancak bu denli ilginç bir tehlike musallat olabilirdi zaten.

   İkiçiçek oldukça saf bir insan. Aşırı zengin olması da, insanların dikkatlerini (art niyetle) İkiçiçek'in üstüne çekiyor. İkiçiçek birçok belaya bulaşsa da hiçbir zarar görmeden bunlardan kurtuluyor her seferinde, çünkü kendisinin sadece dışarıdan bir izleyici olduğuna, dolayısıyla da zarar görmeyeceğine inancı tam.

   Rincewind de İkiçiçek'in tur rehberi olmayı kabul etmiş bir büyücü. Evet, bu tur rehberliği için İkiçiçek, Rincewind'e gerçekten muhteşem bir ödeme yapıyor ama her seferinde ölümle burun buruna geldikleri düşünülecek olursa, paranın pek de önemi yok denebilir (ölüyseniz ne yapacaksınız ki parayı?).

   Kitap boyunca Diskdünya'nın dört bir yanına (hatta neredeyse ötesine) giderek, Rincewind ile İkiçiçek'in (ve tabii İkiçiçek'in ayaklı sandığının) maceralarına ortak oluyoruz.

   Kitap akıcı, dili de mizahi. Kitapta bizim dünyamıza ve inanışlarımıza birçok göndermenin yapıldığını da görüyoruz.

   Kitabın çevirisine değinecek olursam... Bu kitabı, İthaki baskısıyla kıyaslama imkanı buldum. Söylemem gerekiyor ki Niran Elçi'nin çevirisi çok daha iyi, ellerine sağlık kendisinin. Sadece kitapta bazı bölümlerde ''Argh'' dedi, tarzı cümleler biraz tuhaf geldi bana, ancak bu da pek dert edilecek bir şey değil.

   Kitabın kapağını serinin havasına oldukça uygun buldum, illüstrasyon Josh Kirby'ye ait. Yazı tipi, rengi vs. de çok hoş kapağın. Öteki baskılarla karşılaştırınca da çok daha iyi duruyor. Ellerine sağlık Burak Tuna!

   Kitabın arkasında Diskdünya'nın dev bir haritası mevcut ve oldukça kaliteli bir baskı.

   Kitabı genel olarak sevdim. Kitaptaki bazı varlıklar ve olaylar çok orijinaldi, çok hoşuma gitti. Sırf Pratchett'ın bu ilginç fikirleri için bile seriyi okurum diye düşünüyorum.

Puan: 4