28 Ağustos 2013 Çarşamba

Tazecik Kitap Yorumu: Büyücünün Yeğeni - C. S. Lewis


   Polly'nin yaşadığı çevrede hiç çocuk yoktur. Bir gün yan komşularının bahçesinde bir çocuk görür. Adı Digory'dir, babası Hindistan'a çalışmaya gitmiştir, annesi ise çok hasta olduğundan kendisine bakacak birine ihtiyaç duymaktadır, bu sebeple kardeşlerinin yanına yerleşmiştir.

   Kısa süre içinde Digory ile Polly'nin arkadaşlığı ilerler. Polly, Digory'ye tavan arasında bulduğu tüneli gösterir. Digorylerin evinin bitişiğinde boş bir ev vardır ve yıllardır kimse orada oturmamaktadır. Çocuklar bu evi araştırmak isterler ve bunun için tünelde ilerlemeye başlarlar. Ancak yolu yanlış hesaplarlar ve boş eve geldiklerini sanıp, kazara Digorylerin evine, Andrew Dayı'nın çalışma odasına dalarlar. Bu oda normalde kilitlidir ve Digory'nin girmesi yasaktır. Çıkmak isterler, ancak Andrew Dayı da oradadır, çıkmalarına izin vermez. Sonra onlara yüzüklerini gösterir ve Polly'ye bir tanesini almak isteyip istemediğini sorar. Polly yüzüğü alır, ancak yüzüğe eli değdiği gibi ortadan kaybolur.

   Andrew Dayı, Digory'ye yüzüklerin işleyişini anlatır. Yüzükler bu evrenden başka bir evrene gitmeyi ve geri dönmeyi sağlamaktadır. Ancak Polly'de sadece gidiş yüzüğü olduğu için, Digory'nin onu geri getirmesi gerekmektedir. Bu şekilde evrenler arası yolculuklar başlar...

   Aslında yazmak istediğim çok şey var, diğer evrenler mesela, ancak eğer onları yazarsam kitabın yarısından fazlasını anlatmış olacağım ki, öyle yapıp da kitabın heyecanını kaçırmaya gerek yok. Yine de, şunu yazmak istiyorum, Narnia'da çocuklar yere karamel dikiyordu ve karamel ağacı çıkıyordu. Eğer yere sucuk dikselerdi, aynı G.O.R.A'daki gibi sucuk ağaçları olmaz mıydı? :D

   Bu kitapla ilgili bir şey öğrendim ve çok şaşırdım. Kitabın orijinalinde de Aslan'ın adı ''Aslan''mış! Tamam, seriyi daha önce de okumuştum, serideki Türk ögeleri dikkatimi çekmişti, ancak Aslan'ı bilmiyordum, çeviri olduğunu düşünmüştüm hep. Çocukların Charn Ülkesi'nde karşılaştıkları kraliçenin adı da Jadis, eh, okunuş olarak da "cadı" sayılır. Ki kendisini ikinci kitap Aslan, Cadı ve Dolap'taki Cadı olarak göreceğiz.

   Narnia aslında çocuklara yönelik yazılmış olsa da, aralarda dinle ilgili metaforlara da rastlanıyor. Küçükken okuduğumda fark etmemiştim bunları; tekrardan okumanın faydaları. Edit: Metaforlar üzerine bir yazı yazıyorum, bitince paylaşacağım.

   Narnia serisini çok seviyorum yahu! Bu kitabı kütüphaneden aldım, aslında devam kitaplarını da ödünç alacaktım, ancak ikinci kitabın iade tarihi geçmiş -,- Kaldım ortada. Edit: Muradıma erdim, seriye devam ediyorum.

   Pauline Baynes'in kitaptaki illüstrasyonlarını çok beğensem de, bazılarının pikselli bir biçimde basılmış oluşu beni rahatsız etti.

   Narnia serisine başlamadan önce bilmeniz gereken bir şey var; seri çocuklar için yazılmış olduğundan, biraz masalsı bir havası var, herkese hitap etmeyebilir bu. Şahsen ben bunu çok seviyorum. Narnia'da yaşamayı da nasıl isterdim :')

   Edit:
   Serinin ikinci kitabı Aslan, Cadı ve Dolap'ın yorumu burada.
   Serinin üçüncü kitabı At ve Çocuk'un yorumu burada. 
   Serinin dördüncü kitabı Prens Caspian'ın yorumu burada.

Puan: 5

27 Ağustos 2013 Salı

Sıradakinden Alıntı

   Biliyorsunuz, çocukların saçmalıkları bir çeşit, büyüklerinkiyse bir başka çeşittir.


Tazecik Kitap Yorumu: Fareler ve İnsanlar - John Steinbeck


   George ufak yapılı, eli yüzü düzgün, aklı başında, dikkatli bir adam. Yol arkadaşı Lennie ise tam tersi. İri yarı bir adam ve zekası bir çocuğunki kadar. İkisi de işçi. Ancak Lennie'nin çıkardığı sorunlar sebebiyle bir yerde fazla uzun duramıyorlar. Şimdi yine eski yerlerinden ayrılmışlar ve yeni bir yerde iş bulmuşlar. Biraz para biriktirip kendi yerlerini almayı istiyorlar.

   Yazıldığı dönemin ekonomik ve sosyal şartlarını anlamak için güzel bir kitap bu. Kitabı bitirdiğimde Fareler ve İnsanlar isminin kitaba pek de uygun olmadığını düşündüm, ama yanılmışım. Robert Burns'ün ''Bir Fareye'' şiirinden alınmış kitabın ismi. Şiirdeki iki dize ''En iyi planları farelerin ve insanların/ Sıkça ters gider'' imiş, ki bu kitabın kurgusu resmen buna dayalı.

   Kitabı genel olarak beğendim, sonunu ise çok beğendim; vay arkadaş, o neydi öyle ya.

Puan: 4

Sıradakinden Alıntı

   ''İnsanın iyi olması için zeki olması gerekmez. Ben hep tersi olduğunu düşünürüm. Zehir gibi zeki adamlar her zaman iyi insan olmayabilir.''


Tazecik Kitap Yorumu: Satranç - Stefan Zweig


   Czentovic, akıldan nasibini almamış, ancak olağanüstü yetenekli bir satranç oyuncusudur, yirmi yaşında dünya şampiyonu olmuştur.

   Kitabımızın yazarı vapurla Buenos Aires'e gitmektedir ve Czentovic'le aynı vapurda olduğunu öğrenir. Czentovic'i daha yakından tanımak ister ve kısa sürede bunun imkansızlığını anlar. Yolculardan biri olan McConnor'ın ise farklı bir amacı vardır, Czentovic'i satrançta yenmek. Yazarımız da bunun, Czentovic'i izlemek için iyi bir fırsat olduğunu düşünür.

   Gemideki tüm satranç meraklıları toplanır, hepsi Czentovic'e karşı oynarlar. İlk elde yenilirler, ikinci elde ise oradan geçmekte olan bir beyefendi onlara, yapmak üzere oldukları hamleyi kesinlikle yapmamalarını, eğer yaparlarsa nasıl kaybedeceklerini söyler. Onun yerine hangi hamleleri yaparlarsa daha iyi olacağını anlatır. Oyunu kazanamayacaklarını, ama berabere kalabileceklerini söyler. Herkes afallamıştır. Gemide başka bir satranç ustası daha mı vardır? Oyun gerçekten de adamın tahmin ettiği gibi sonuçlanır. Herkes ondan, yarın tek başına Czentovic'le oynamasını ister, ama adam istememektedir, dahası, yirmi beş yıldan beridir satranç taşlarına elini bile sürmediğini söylemektedir. Daha sonra yazar, bu satranç ustası Dr. B.'nin hikayesini öğrenir...

   Kitabın başında, Stefan Zweig'in biyografisi var. O kısmı kitabı bitirince tekrar okumanızı tavsiye ederim. Zweig, Dr. B karakterinde resmen kendi halini tasvir etmiş, önsözde bahsedildiği gibi.

   Yazar deliliği muazzam bir biçimde işlemişti, düşünceleri aktarışı da ayrı bir şahaneydi. Üslubuna gerçekten hayran kaldım.

   Yazarın bizim buradaki kütüphanede daha birçok kitabı var, çok sevindim. Özellikle, Amok Koşucusu'nu okumayı çok istiyorum.

Puan: 5

Kitap Heberleri

   Tudem ve Delidolu'nun katalogları çıkmış! Buradan Tudem'in kataloguna, ve buradan da Delidolu'nunkine ulaşabilirsiniz. İlgimi çekenlerin katalogdaki sayfalarını aşağıya iliştirdim. Yalnız, onlara geçmeden önce, bir şikayetim var! Bendeki resmen tüm Tudem kitaplarını Delidolu yeniden basmış, çok sinir oldum. Çünkü kitapların boyları farklı oluyor arkadaş! Bu özellikle serilerde çok sorun oluyor benim için. Hele Patrick Ness'in Kaos Yürüyüşü serisinin kapak tasarımları bile değişmiş. Kitaplarla ilgili en sinir olduğum şey de zaten, serilerin kitap kapaklarının birbiriyle uyumsuz olmasıdır. Oh, içimi döktüm. Şimdi kataloglardan sayfalar :D





26 Ağustos 2013 Pazartesi

Cağaloğlu...

   Eveet, bir süredir yoktum, evde değildim, evimin olduğu şehirde de değildim, olduğum yerde bilgisayar yoktu, falan filan... Dün döndüm, bugün de Cağaloğlu'na gittim. Yordam Kitap'tan almak istediğim kitaplar vardı, meğer onun yeri de Alfa'nın hemen çaprazında kalıyormuş, ne mutlu bana :D Aldıklarıma gelirsek:


Kral Fare - China Miéville: Aslında bu kitabı almayacaktım, ancak orada çalışan abi çok sağolsun, bana hediye etti :D

Un Lun Dun - China Miéville: Bu kitabın birçok blogta yorumlarını okudum ve herkesin de çok beğenmiş olduğunu gördüm. Benden de olumlu bir yorum okuyacaksınız inşallah :D Edit: Olumlu yorum okumaya hazır mısınız? :D -vallaha da olumlu- Buyrunuz.

Perdido Sokağı İstasyonu - China Miéville: Bu kitabın konusunu çok beğendiğimden aldım. Eğer bu kitabı beğenirsem, ikinci kitabını da bir sonraki gidişimde alacağım.



Hacıyatmaz - Kurt Vonnegut: Bu okuduğum ilk Vonnegut kitabı olacak, hayırlısı. Bu kitabı da Alfa'dan aldım. Aslında April Yayıncılık'ın yeri Beyoğlu'ndaymış ama hiç oraya gidesim gelmedi, hazır görmüşken aldım. Edit: Yorum!



Kuralsız - Veronica Roth: Uyumsuz'un ikinci kitabı! Hadi bakalım Tris, göster kendini :D Edit: Yorum!

BZRK - Michael Grant: Yoklar serisinin yazarından başka bir seri. Edit: Bloga yorumu yazılmayacak, kitabı beğenmedim, bitirmeye de tenezzül etmedim dolayısıyla. Biot da biot, nereye kadar :D

   Bitirmeden önce küçük bir not, en kısa sürede Satranç-Stefan Zweig, Fareler ve İnsanlar-John Steinbeck ve Büyücünün Yeğeni-C.S.Lewis kitaplarının yorumlarını yazmaya çalışacağım. Edit: Yazdım, linkleri ekledim.

17 Ağustos 2013 Cumartesi

Sıradakinden Alıntı

   ''Yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapmaz.''


Tazecik Kitap Yorumu: Katilin Gözyaşları - Anne-Laure Bondoux


   Kitabın yazarı tanıdık geldi mi? Genç Linus'un Öfkesi kitabının yazarı Anne-Laure Bondoux. Ama bu sefer bambaşka türde bir kitap yazmış. Dram diyebiliriz. Bence bilim kurgu yazmaya devam etsin ama :D

   Paolo ve ailesi Şili'nin en güney ucunda, okyanustan önceki son evde oturuyorlar. Evlerine çok nadir misafir geliyor, ki gelenler de ya bir araştırma yürüten bilim insanı, ya tüm dünyayı gezen bir maceraperest, ya da ilham arayışında olan bir şair oluyor. Ancak bu sefer farklı. Gelen bir katil. Tüm ülkede aranan bir katil: Angel Allegria. Saklanmak için bu evin mükemmel olduğuna karar veriyor. Bu evde gönlünce kalabilmek için, çocuğun annesini ve babasını öldürüyor. Sonra Paolo geliyor. Angel ona dokunmuyor, beraber yaşıyorlar, aralarında hastalıklı bir çeşit bağ oluşuyor, falan filan.

   Genç Linus'un Öfkesi serisi ile kıyaslayacak olursam, çok daha edebi bir kitaptı. Ancak konu, sanki anlatılmak istenen gibi değildi. Demek istediğim, kitabın arkasında yazanlar pek de doğru değil: ''Tüm Şili bir azılı katili arıyor. O ise, artık durmak, sığınmak, geçmişin hayaletleri dışında kimse tarafından rahatsız edilmemek arzusuyla kaçıyor. Ne var ki, kaderi onu, küçük bir çocuk kılığında, Şili'nin en güney ucunda bekliyor. Ödüllü genç Fransız yazar Anne-Laure Bondoux, zor bir sevgiye Güney Amerika'nın hüznüyle hayat veriyor: Bir katil gerçekten sevebilir mi?''

   Bir kere, ikinci cümlede dediği gibi, Angel'in artık durmak gibi bir amacı yok. O sadece şimdilik polislerden kaçabileceği bir yer arıyor. Zaten kendine çekidüzen verme amacında olsaydı, Paolo'nun ailesini öldürmezdi. Çocuğu sevme şekli desen, zaten aşırı hastalıklı. Çocuğa kim ilgi gösterse, hemen uzanıyor bıçağa, o kişiyi öldürmek için. Kitabın bazı kısımlarında, eski Türk filmleri havası da vardı sanki. Okudukça fark edersiniz :D

   Paolo'nun durumu da bir acayip. Anne babasını öldüren adama çorba yapıyor, oturup beraber çorba içiyorlar, sonradan aralarında sevgi gelişiyor vs. Anne babasının arkasından ne bir kere ağlıyor, ne bir şey. Hadi tamam, diyelim ki üzüntünü içine attın, ama katiline hizmet etmek? Hem de seni öldüreceği korkusu vs. olmamasına karşın?

   Kitabın sonlarına doğru az buçuk o sevgiyi hissedebiliyorsunuz, o kadar. Kalanını inandırıcı bulamadım. Kitapta, Angel ve Paolo'nun, ormanda karşılaştıkları bir ihtiyar vardı. Onun evinde kalıyorlar bir süreliğine. Adamın ölmüş çocuklarının hayaletleriyle oyun oynuyor Paolo. Zaten o kısmı okuduktan sonra iyice şaşırdım :D

   Pek bana hitap eden bir kitap olmadı bu.

Puan: 3

14 Ağustos 2013 Çarşamba

Sıradakinden Alıntı

   Paolo, parçalarına ayrılan büyük gövdenin etrafında taban tepiyor, küçük dalları kollarına topladıktan sonra kütüğün yanına dönüp, onları ortalarından bağlamadan önce boylarına göre ayırıyordu.

   Çalı çırpı demetlerini gururla Ricardo'ya gösterirken, ''Şöminen için saklarsın,''dedi.

   ''Eğer kışı çıkarabilirsem!'' diye gülümsedi ihtiyar oduncu.

   ''O kadar yaşlısın yani!''

   ''Okuyacak fazla kitabım kalmadı,'' diye cevapladı ihtiyar.


11 Ağustos 2013 Pazar

Tazecik Kitap Yorumu: Saçtaki Tuz - Avi


   Ve bir gemi, kendi başına bir ülkedir.
   Kaptan ise hem yargıç hem jüri hem de cellat...
   Adalet rüzgarı nereden eser?

   Charlotte Doyle: On üç yaşında bir genç kız...
   Balık Kartalı'nın tek yolcusu...

   ''...şu güzelim saçınızda biraz tuz kalmasından başka zarar görmeyeceksiniz'' der Kaptan Jaggery, Charlotte Doyle'a.

   Ama bir gemi hangi rüzgarı bulursa ona yelken açar.
   Ve okyanusun ortasında bazen hiç esinti olmaz,
   bazen de fırtına kopar.

   Arka kapak yazısı aslında kitabı mükemmel bir şekilde özetliyor, kim yazdıysa helal olsun. Normalde kitapların isimlerinin çeviri yapılırken değiştirilmesine çok sinir olurum, ama söylemem gerek ki, ''Saçtaki Tuz'' ismi kimin aklına geldiyse, ona da helal olsun. Kitabın orijinal ismi ise ''The True Confessions of Charlotte Doyle''(Charlotte Doyle'un Gerçek İtirafları). Çevirmen Bülent Doğan'ı her türlü kutlayayım da ben...

   Charlotte'un babası bir tekstil firmasının İngiltere temsilcisiymiş. O yüzden Charlotte altı yaşındayken İngiltere'ye yerleşmişler. Charlotte on üç yaşındayken de babası terfi etmiş ve vatanına, Amerika'ya geri dönmesine izin verilmiş. Charlotte hariç tüm aile geri dönmüş, Charlotte'unsa geri dönmek için okulunun bitmesi gerek. Babası ona yolculuğu için kendi firmasının gemilerinden birini ayarlamış. Charlotte, babasının elemanlarından biri ile bineceği gemi olan Balık Kartalı'na giderken, eşyalarını taşıyacak bir hamal arıyorlar. Ne var ki, geminin adını duyan hamallar hemen kaçıyor. Gariplikler bitmiyor, mürettebat da uyarıyor Charlotte'u gemiye binmemesi için. Ama kızın başka seçeneği yok ve babasının verdiği karara da güveniyor. Biniyor gemiye.

   Charlotte'a yakın davranan aşçı Zachariah'ın söylediğine göre, kaptan acımasızın tekiymiş. Bir önceki seferde tayfadan birini öyle kötü dövmüş ki, adamın kolunun kesilmesine sebep olmuş. Şimdi eski tayfa, yine kaptanla aynı gemide. Ama bu sefer hizmetten başka bir amaçları var: İsyan.

   Kitap 1832 yılında geçiyor. O zamanlarda insanlar sosyal statüye çok önem veriyorlarmış. Charlotte da bayağı iyi bir örnek teşkil ediyor bu duruma. Bazen yaptıkları beni çileden çıkarttı, ama sonuçta bütün hayatı boyunca belli başlı kurallara uyan birisinin, bir anda değişmesini bekleyemezsiniz, değil mi?

   Kitapta bol bol gemici terimi var. Kitabı bitirdiğinizde bayağı aşina olacaksınız bunlara, hatta bir gemiye binseniz ''şu kontra babafingo yelkeni, şu alt-ana pik yelkeni, şu cıvadra'' falan diye de saydırabilirsiniz rahatlıkla :D Kitabın başlarında biraz karıştırabilirsiniz şu isim ne anlama geliyordu, şu çan saat kaça denk diye, ama kitabın son kısmında ekler var, bunlar da anlamanızı bayağı kolaylaştıracak.

   Denizde geçen bir macera okuyalı epey oluyor. Son okuduğum sekiz sene falan önceydi herhalde. Dünya klasiklerinden biriydi sanırım, adını hatırlayamıyorum bile.

   Çok sevdim ben bu kitabı, kurgu olsun, karakterler olsun. Filminin çekileceğini de okudum bir yerde. Zachariah'ı Morgan Freeman canlandıracakmış, harika olur. Filmi beklemekteyim.

Puan: 5

10 Ağustos 2013 Cumartesi

Sıradakinden Alıntı

   ''Benim dosta ihtiyacım yok.'' dedim.

   ''Herkesin nihai bir dosta ihtiyacı vardır.''

   ''Nihai dost mu?''

   ''Kefeni dikecek biri.''


Tazecik Kitap Yorumu: Aynı Yıldızın Altında - John Green


   Kitabı tek cümlede anlatacak olursam: Kanserli iki gencin aşk hikayesi. Daha ayrıntı katacak olursam: Kanser Destek Grubu'nda tanışan Hazel ve Augustus'un aşk hikayesi. Maalesef kitap hakkında yazacak pek bir şey bulamıyorum. Bu aşkın işlenişinin de beni pek etkilediğini söyleyemeyeceğim.

   Bayağı hayran çizimi var bu kitap için. En beğendiğim Hazel ve Augustus çizimi bu oldu:


   Kitapta güldüğüm kimi diyaloglar oldu, bazı metaforları da beğendim. Ama övüldüğü kadar da beğenmedim, benim için özel bir yere sahip olmadı. Niye okuduysam.

Puan: 3

8 Ağustos 2013 Perşembe

Leyleğin Getirdiği

   Kitap Dostları Blog Turu'nun çekilişini kazandım ^.^  Gelen kitap:


   Daha önce hiç Neil Gaiman okumamıştım, bu ilk olacak herhalde. Buradan Kitap Dostları'na teşekkür ediyorum, bayram hediyesi gibi oldu bana :D Bu arada, herkesin Ramazan Bayramı mübarek olsun :)

6 Ağustos 2013 Salı

Sıradakinden Alıntı

   Dünya bir dilek gerçekleştirme fabrikası değil.



Tazecik Kitap Yorumu: Özeller - Scott Westerfeld


   Serinin ilk kitabı Çirkinler'in yorumu burada.

   Serinin ikinci kitabı olan Güzeller'in yorumu burada.

   Tally artık bir özel. Görevi şehrini iç ve dış tehditlere karşı korumak. Shay ve diğer Kesiciler'in hepsi özel olmuş. Tally, Zane'in de Özel olmasını istiyor. Ama Özel olmak için Zane'in kendini kanıtlaması gerek. Bu yüzden Shay ve Tally, Zane ve diğer Suçlular'ın şehirden kaçmasına yardım ediyor. Onlar Yeni Duman'a vardıklarında, iz sürücüyü çalıştıracaklar ve bu sayede bir taşla iki kuş vurulacak: Hem Suçlular Özel'e dönüştürülecek, hem de Yeni Duman'ı yok etme fırsatı doğacak. Plan iyi, hoş. Peki işe yarayacak mı?

   Shay ile Tally, onların kaçmasını sağlamak için bir numara çevirip, şehrin Silah Deposu'ndan bir şey çalıyorlar. Ama bunu hiç de masum bir şekilde yaptıkları söylenemez, binayı bildiğiniz yok ediyorlar. Haliyle bunu yapanların birkaç Özel değil de, başka bir şehir olduğu düşünülüyor ve şehirler bir savaşın eşiğine geliyor.

   Kitapta eski bir dosta da rastlıyoruz, hatırlıyor musunuz kutsal adamı? :D

   Bu arada, Tally 24. yüzyılda yaşıyormuş. Bu kitaptaki teknoloji, 24. yüzyılda gerçekten de olur mu acaba?

   Serinin üç kitabında da;
- Bir numara çevriliyor.
- Tally bir değişim geçiriyor.
- Shay, Tally'ye tavır takınıyor.
- Tally her şeyi mahvediyor, yaptıklarını iyi niyetle yapmış olmasına rağmen :D

   Kitabın sonuna gelecek olursak, çok basit buldum ben sonunu. Bekliyordum ki etkileyici bir son olsun, sonuçta sen ki dünyayı yerinden oynatmış insansın Tally. Süslü püslü kelimelerle konuşmuş, ama aslında söyledikleri çok sıradan, klişe şeyler. Olmadı bu.

   Edit:
   Serinin dördüncü kitabı Ekstralar'ın yorumu burada.

Puan: 4

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Sıradakinden Alıntı

   Özgürlüğün her şeye zarar vermek gibi bir alışkanlığı var.


Tazecik Kitap Yorumu: Küçük Prens - Antoine de Saint-Exupéry


   Yazarımız bir gün uçağıyla yolculuk ederken, uçağı bozulur ve Sahra Çölü'ne düşer. Yazar uyur, uyanır ve karşısında bir çocuk bulur, Küçük Prens'i. Uçağını tamir ettiği süre boyunca Küçük Prens'le konuşur, onun anılarını dinler ve başka bir gezegenden geldiğini öğrenir.

   Kitabın konusu hakkında pek bir şey yazmadım, biliyorum, ancak yazmamın da bir önemi yok gerçi. Kitaptaki olaylar sembolik şeyler, hepsi bir başka soruna dem vuruyor. İnsanların sahip olma hırsına, hükmetme hırsına vs. göndermeler yapılıyor.

   Kitabın içinde olaylarla ilgili olarak yazarın kendi suluboya resimleri de var ve çok sevimliler.

   Kitapta Türklerden de bahsediliyor. Alıntı yapıyorum:

   ''Küçük Prens'in geldiği gezegenin asteroid B612 olduğunu düşünmek için ciddi nedenlerim var. Bu asteroid yalnızca bir kere, o da 1909'da, bir Türk gökbilimcisinin teleskopuna yakalanmıştı.

   
   Bunun üzerine, gökbilimci buluşunu heyecanla bir uluslararası gökbilim kongresinde sunmuş; ama giysileri yüzünden kimse ona inanmamıştı. Büyükler böyledir işte.


   Ama, asteroid B612'nin şansına; dediği dedik bir Türk lider, karşı çıkanları ölüm cezasıyla tehdit ederek, halkının Avrupalılar gibi giyinmesini şart koştu. 1920'de, aynı gökbilimci, aynı bildiriyi, bu kez çok şık giysiler içinde sundu. E, tabii, o zaman cümle alem gökbilimcinin görüşünü kabul etti.''


   Bu nedir? 1909 yılında, fesin yanında kırmızı bir burun da mı takıyorlardı? O alıntı yaptığım paragraflar, kitapla o kadar alakasız ki. Ayrıca, ikinci paragraftaki Atatürk tanımı nedeniyle, bu kitap uzun yıllar sansürlü basılmış. 2005 yılında da ilköğretim öğrencileri için önerilen 100 Temel Eser arasından çıkarılmış.

   Kitap genel olarak güzeldi, gerek verdiği mesajlar, gerek çizimleri olsun. Ama o paragraflar da bence görmezden gelinecek gibi değil.

Puan: 4

2 Ağustos 2013 Cuma

Sıradakinden Alıntı

   ''İnsanların hiçbir şey öğrenecek vakitleri yok artık. Her şeyi satıcılardan hazır alıyorlar. Ama dost satan bir satıcı olmadığından, insanların dostları da yok artık.''