30 Mart 2014 Pazar

Seçmeceler


   Yeni bir bölümle karşınızdayım! Ne idüğü belirsiz kitap fotoğrafları karşılayacak sizi burada. Umarım beğenirsiniz!

   Beynine Bir Kez Hava Değmeye Görsün'ün yorumuna buradan ulaşabilirsiniz.

29 Mart 2014 Cumartesi

Tazecik Kitap Yorumu: Yıldızlar Şehri - Mary Hoffman


    Serinin ilk kitabı Maskeler Şehri'nin yorumu burada.

   Georgia, hastalıklı bir zihniyeti olan bir üvey abiye sahip, hiç arkadaşı olmayan bir kız. Atlara merakı var. Georgia'nın tılsımı, bir antikacı dükkanından aldığı, eski bir kanatlı at biblosu. Bu biblo sayesinde, on altıncı yüzyıl Remora'sına gidiyor.

   Bir önceki kitapta Lucien, Belezza'ya, ''Maskeler Şehri''ne gidiyordu. Georgia'nın gittiği Remora şehrine ise ''Yıldızlar Şehri'' deniyor. Ancak bu şehir arasında bir fark var, Maskeler Şehri'nde evli olmayan kadınlar ve meclis üyeleri maske takıyordu, bu sebeple şehir Maskeler Şehri olarak anılıyordu, maskeleriyle ünlüydüler. Yıldızlar Şehri ise, bir nesneden ünlü olmaktan doğan bir isim değil tam olarak, bu isim daha çok şehrin kişiliğiyle alakalı. Şöyle ki, bir Yıldız Meydanı var, bu meydan on dörde bölünmüş durumda. Bu bölümlerden ikisi tarafsız geçitlere, kalan on ikisi ise burç bölgelerine açılıyor. Her burç üyesi kendi burcunun bölgesinde yaşıyor. Aynı gruptaki sahip burçlar birbirleriyle dayanışma içindeyken, karşı gruplardakiler birbirlerine düşmanlar, su grubundaki burçlar birbirleriyle dostken, ateş grubuyla düşmanlar mesela.

   Her burcun bölgesinde de, o burca uygun işlemeler ve heykeller var. Bunların dışında, her burcun kendi renkleri var ve kendi bölgeleri de bu renklerden bayraklarla süslü. Son olarak, her ne kadar her burcun bölgesi Remora'da yer alsa da, her burç başka bir şehirle dayanışma içinde, örneğin Koç burcu, Belezza'yla dayanışmada. Yazarın hayal gücüne şapka çıkarıyorum.

   Bir de, Yıldız Koşusu denen bir şey var. Bu koşu, Yıldız Meydanı'nda yılda bir yapılan bir yarış. Tüm burçların katıldığı bir at yarışı bu.

   Georgia'nın stravagate ettiği yer bir ahırın tavan arası. Koç Harası'nın ahırı ki, bu harada yüzyılda bir gerçekleşen bir şey gerçekleşmiş, kanatlı bir at doğmuş. Bu, Remora halkının inanışına göre büyük bir uğur.

   Bu kitapta Maskeler Şehri'ndeki karakterleri görüyoruz yine. Ki, zaten onları göremesek üzülürdüm ben :D

   Tüm stravagantelerin yerine getirmesi gereken bir görev oluyor. Georgia'nın ise iki tane diyebiliriz ki, ikisi de çok zor işler. Ne olduklarından bahsetmeyeceğim, çünkü kitabın ilerleyen kısımlarında gerçekleşiyorlar.

   İlk kitaba beş puan vermiştim, bu kitaba o halde on puan vermem gerekiyor. Hoffman, bu kitabı gerçekten iyi kurgulamış, hakkını vermek lazım. Kitabın sonunda da, yazarın birkaç notu var, her ne kadar kendi kurgusu olduğunu sandığı bazı şeylere tarihte rastlamış olsa da, kurgusunun harikalığını ve özgünlüğünü inkar edemeyiz :D Kitabın kapağı da çok güzel, gri kısımların hepsi yanar dönerli, yıldızlı bir şeyle-kelime bulamadım yahu- kaplı, bakmaktan kendimi alamıyorum :D Sıra, Stravaganza serisinin dilimize çevrilmiş son kitabında, Çiçekler Şehri'nde -her ne kadar daha sonra okuyacak olsam da-.

Puan: 5

19 Mart 2014 Çarşamba

Tazecik Kitap Yorumu: Saeculum - Ursula Poznanski


   Kitabı bir hafta önce bitirdim esasında, ancak daha yeni yazabiliyorum yorumu, affola.

   Saeculum'un ne anlama geldiğiyle başlayalım. Bir insanın olası yaşam süresini veya insan neslinin tamamen yenilenme sürecini anlatan bir zaman uzunluğuymuş bu saeculum.

   Ana karakterimiz Bastian, bir tıp öğrencisi ve harıl harıl ders çalışıyor. Kız arkadaşı ile birlikte bir ortaçağ panayırına gidiyorlar, kız orada Bastian'ı ''Saeculum'' adındaki grubuyla tanıştırıyor. Bu grup ne yapar diye soracak olursanız, birkaç haftalığına gözlerden ve medeniyetten uzak bir yere gidiyorlar ve orada ortaçağdaymışlar gibi davranıyorlar.

   Grup, kamp yerine gittiğinde, ortaçağa ait olmayan ne varsa onları kamp merkezinde bırakıyorlar -telefonlar, ilaçlar vs.-. Herkes ortaçağ kıyafetlerini giyiyor ve bu grubun başındakilerin onlar için kurguladıkları oyuna uygun bir şekilde rol yapıyorlar.

   Bastian da, bu kamplardan birine davet ediliyor, o da hayatımda bir farklılık olsun diyerek katılıyor kampa. Ancak sonradan, kamp bölgelerinin yakınında yaşanmış bir olayı öğreniyor. Bu olayın sonucunda güya bu kamp yaptıkları topraklar lanetlenmiş. İlk başta laneti umursamıyor Bastian, bu lanet olayını önceden bilen diğerleri de hiç umursamıyor-kahin olduğunu iddia eden kız hariç-. Amaa, sonradan başlarına lanette bahsedilen türden belalar yaşanmaya başlıyor ve kampçılar yavaş yavaş deliliğe doğru sürükleniyor.

   Kitabın konusu gerçekten ilginç. Erebos kitabını çok sevmiştim Ursula Poznanski'nin. Yazarın Saeculum kitabının da Türkçeye çevrilmiş olduğunu görünce çok sevinmiştim. Yine de, kitaba şüpheyle yaklaşmadım dersem yalan olur. Okudum, okudukça garip geldi konusu, ama elimden bırakamadım da. Okurken ''Umarım basit bir sonla bitirmezsin Poznanski, yoksa çok hayal kırıklığına uğrayacağım.'' diye de düşündüm. Hayal kırıklığına kısmen uğradım. İlk sürpriz ögesi iyiydi, ancak devamını tahmin edebildim, fazla Agatha Christie okumanın zararları.

   Epey sürükleyici bir kitaptı Saeculum, gerilimi de iyi ayarlanmış, tadından yenmiyor. Sırf en son kısmı tahmin edebildim diye buçuk puan kırıyorum. En sevdiğim yazarlar arasına girdin yine de Poznanski, tebrikler! Bu arada, Pegasus Yayınları'nın katalogunda Poznanski'nin ''Komplo'' kitabının da çıkacağını gördüm, merakla bekliyorum.

Puan: 4,5

15 Mart 2014 Cumartesi

Sıradakinden Alıntı

   Mezarlardan biri açıktı. Üzerini örten toprak yan tarafa yığılmıştı ve yerde yaklaşık yarım metrelik bir çukur duruyordu.

   Iris ensesindeki huzursuz edici karıncalanmadan kurtulmak için omuzlarını kaldırdı. Orada ölü falan yoktu, olsa bile onlardan korkmaları için bir neden yoktu. Korkulacak olanlar yaşayanlardı.


9 Mart 2014 Pazar

Tazecik Kitap Yorumu: Gizli Saat - Scott Westerfeld


   Ya birisi ''durdur'' tuşuna basıyor da tüm her şey duruyorsa dünyada? Ve, ''oynat'' tuşuna basılınca da demin donuk olduğumuzdan habersiz, normal yaşantımıza devam ediyorsak?

   Bixby'de bir gün yirmi beş saat. Ne var ki geceyarısı on ikide başlayan bu yirmi beşinci, gizli saati yalnızca o vakitte doğmuş olanlar görebiliyor; onların dışında herkes ve her şey donuyor. Bu gizli saatin tek sakinleri gececiler değil ama, yaratıklar da etrafta kol geziyor.

   Yaratıklar temiz metallere ve on üç harfli kelimelere karşı dayanıksızlar. Gececiler bu sebeple yanlarında hep çeşitli metal parçaları taşıyarak geziyorlar. Bir de, her gececinin kendine has bir yeteneği oluyor. Rex bilge mesela, Melissa başkalarının düşüncelerini okuyabiliyor vs.

   Jessica, Bixby'ye daha yeni taşınmış. Kendisi de bir gececi, ancak bundan habersiz şimdilik. Gizli saatte yaşadıklarını bir rüya sanıyor, ancak daha sonra Rex'in grubundan neler olduğunu öğreniyor. Ve her nedense, yaratıklar Jessica'nın gelişinden pek memnun değil...

   Scott Westerfeld'ın kitaplarının kurgusu bir ayrı oluyor canım! Kendisine genel olarak laf söyleyebileceğim tek şey, karakterlere ısınmak için fazla bir sebep vermemesi. -Yoksa ben mi hiçbir kitabında karakterlerle özdeşleşemedim, bilmiyorum. Hiçbir karakter derin bir şekilde alınmıyor ele-. Bu kitabında aynı şey var biraz. Herkese az çok sempati duyarsınız, ama kurguya ısınırsınız en çok.

   Sürükleyici bir kitaptı Gizli Saat. Bazı kısımların aşırı ergen olmasının dışında bir sıkıntım yok. Önceki paragrafta yazdığım ise, Westerfeld'in hemen her kitabında olduğu için alıştım artık, sıkıntıdan saymayalım onu :P

   Edit:
   Serinin ikinci kitabı Karanlığa Dokunmak'ın yorumu burada.
   Serinin üçüncü kitabı Mavi Öğlen'in yorumu burada.

Puan: 5

1 Mart 2014 Cumartesi

Sıradakinden Alıntı

   ''Tuhaf biri, Rex.''

   ''Yeni kız mı?''

   ''Evet. Bizden biri için bile tuhaf sayılır, belki daha da kötüsü.''

   ''Nasıl tuhaf?''

   ''Sıradan.''