30 Nisan 2013 Salı

Tazecik Kitap Yorumu: Rüzgarın Adı - Patrick Rothfuss


   ''Uyuyan höyük krallarından prensesler kaçırdım. Trebon kasabasını yakıp kül ettim. Felurian'la bir gece geçirdim ve hem canıma hem de aklıma mukayyet olabildim. Çoğu insanın kabul edildiğinden daha küçük bir yaşta Üniversite'den atıldım. Başkalarının gündüz gözüyle ağızlarına almaktan bile korktukları yollardan ay ışığı altında geçtim. Tanrılarla konuştum, kadınlar sevdim ve ozanları ağlatan şarkılar yazdım.

   Belki beni duymuşsunuzdur.''

   Vay be Kvothe Efendi, sen neymişsin! Kvothe kırk farklı destana konu olacak şeyler yaşamış bir adam, nitekim olmuş da.

   Kitap, Yoltaşı Hanı'nda başlıyor. Barın arkasında kızıl saçlı, yeşil gözlü, adı Kote olan hancı duruyor. Müşteriler birbirlerine bir masalı -daha doğrusu bir destanı- anlatırken içeri birisi giriyor. Bayağı yaralanmış. Bu yaralara sebep olan şey ise bir scrael, simsiyah dev bir örümceğimsi yaratık. Kote ve diğerleri bu durumdan epey kaygılanıyorlar.

   Bu sıralarda Tarihçi de yollarda. Kvothe'nin bir yerlerde gizleniyor olduğunu duymuş, onu bulmaya çalışıyor. Kvothe hakkında anlatılan binbir farklı hikayeden başka bir şeyi, gerçeği istiyor. Kvothe'yi bulmak için aranırken paralı askerler atına ve parasına el koyuyor. Tarihçi bu duruma epey sinir oluyor, ancak yapabileceği bir şey yok. Yoluna devam ediyor, yürüyor da yürüyor. Akşam olduğunda bir ateş görüyor ve bu ateşin sahibine yaklaşıyor. Bu kişi Kote -nam-ı diğer Kvothe-'den başkası değil. Tarihçi bunu bilmiyor. O sırada scraeller saldırıyor. Kvothe scraellere karşı Tarihçi'yi korumasına karşın, Tarihçi yine de yaralanıyor.

   Tarihçi uyandığında kendisini bir handa buluyor ve hancının da kendisini dün gece kurtaran kişi olduğunu fark ediyor. Sadece bu da değil, onun Kvothe olduğunu anlıyor. Tarihçi Kvothe'ye hikayesini anlatması için yalvarıyor ve en sonunda onu ikna ediyor. Ama Kvothe'nin iki şartı var: Hikayesini anlatırken lafı kesilmeyecek ve hikayede düzenlemeler yapılmayacak, her şey ağzından çıktığı gibi yazılacak. Kvothe hikayesini üç günde anlatacak. Zaten bu birinci kitap, Kvothe'nin hikayesini anlattığı birinci gün.

   Kvothe bir Edema Ruh. Babasının bir kumpanyası var ve bölge bölge gezip eğlenceler düzenliyorlar. Bir gün bir kasabada Kvothe, bir Gizemci görüyor. Onunla tanışıp kaynaştıktan sonra Gizemci onlara kumpanyadaki işlerinde yardımcı olabileceğini söylüyor. Babası da onu yanlarına kabul edince Kvothe artık Gizemci Abenthy'nin dizinin dibinden ayrılmıyor. Ondan çeşitli bilgiler öğreniyor. Gizemci olmak için Üniversite'nin Gizemiye bölümünü bitirmek gerekiyor ki, bu hayli uzun bir eğitim. Ama kumpanyada zamandan bol ne var. Abenthy öğretiyor da öğretiyor. Ama Kvothe'nin asıl öğrenmek istediği şey rüzgarın adı. Abenthy'yi kasabada ilk gördüğünde zabitler onu kasabadan kovmaya çalışıyor. İşi şiddete vurduklarında da Abenthy rüzgarın adını söylüyor ve rüzgar o zabitleri kaçırtıyor.

   Ad meselesi şöyle bir şey: Eğer bir şeyin adını biliyorsan o şeye hükmedebilirsin. Biz nasıl birisine seslendiğimizde o kişi yanımıza geliyorsa, rüzgara seslendiğinde de rüzgar yanına gelir örneğin. Kitabı okudukça daha iyi anlaşılır tabii.

   Kvothe'nin çocukluğu her gün yeni bir şey öğrenerek güzel güzel geçiyor. Ama bir gün öyle korkunç bir şey oluyor ki zavallı çocuğun hayatı değişiyor. Ondan sonra Kvothe sokaklarda, ölümle burun burna yaşamaya başlıyor. Aradan üç yıl geçtikten sonra nihayet yeterli parayı toplayabiliyor ve Üniversite'ye gidiyor. Benim kitapta en sevdiğim bölüm de bu oldu zaten: Kvothe'nin Üniversite yaşantısı. Üniversite'ye gitmek için katıldığı kervanda bir kızla tanışıyor: Denna. Denna kitabın esas kadın karakteri diyebiliriz. Serinin diğer kitaplarında da onu görmemiz kaçınılmaz.

   Kitabın masal-destan karışık bir havası var, çok hoş. Bir de, Kvothe'nin hakkındaki uydurma hikayeler çok eğlenceliydi bence. Bu hikayeleri Kvothe'nin hanına gelen müşterilerden öğreniyoruz; ne sallıyorlar, ne sallıyorlar, sormayın :D

   Bu kitabı çok beğendim ancak hoşuma gitmeyen birkaç nokta da yok değil. Kibirli karakterleri sevmem. Kvothe gerçekten neredeyse her yönden harika bir insan, ancak bu beraberinde kibiri de getiriyor. Bir diğeri en yukarıda yer verdiğim alıntıyla ilgili. ''Trebon kasabasını yakıp kül ettim.'' diyor. Eğer bu kitapta olan olayı, kasabayı yakıp kül etmek olarak yorumluyorsa ''Püüüü!'' derim, başka da bir şey demem. Bir sonraki kitaplarda ya yakıp kül etsin ya da insanın aklını çelecek şeyler söylemesin :P Ayrıca aklıma yatmayan bir nokta var: ''Çoğu insanın kabul edildiğinden daha küçük bir yaşta Üniversite'den atıldım.'' cümlesi. Burada biraz yanlış yönlendirme var bence. Ben şöyle sandım, Kvothe diyelim ki on beş yaşında, on sekiz yaşından küçük kimseyi almıyorlar Üniversite'ye, ama Kvothe hem küçük yaşta alınıyor hem de atılıyor. Ama hayır, isteyen istediği yaşta girebiliyormuş, sadece on sekiz yaş, genel ortalama gibi bir şeymiş. Bir şey daha, Üniversite'den küçük yaşta atılmasına rağmen -lafta-, bu atılma kararı erteleniyor. O halde ''atıldım'' kelimesi doğru bir seçim mi? Son olarak, madem Kvothe o kadar akıllı, mükemmel bir öğrenci, neden tüm hocalar onun okuldan atılması yönünde oy veriyorlar? Tamam, karar erteleniyor. Ama neden atılıyor ki Kvothe? Hocalar ömürlerinin sonuna kadar Kvothe'yle uğraşmak istemedikleri için mi, anlayamadım.

   İnternette birçok hayran çizimi var, ama benim en sevdiklerim bunlar oldu. İkincisi kitabın Fransa baskısının kapak resmi gerçi, çaktırmayın :P Link: 1-2-3.




   Yazarın dili şiirsel, çok güzel. Kitabın kurgusu harika. Kitabın mizah dozu iyi ayarlanmış. Cihan Karamancı'yı da tebrik ederim, kitabı çevirirken sahiden iyi iş çıkarmış, ellerine sağlık.

   Son olarak, birkaç alıntı daha paylaşmak istiyorum kitaptan. Gerçi Sıradakinden Alıntı'da zaten paylaştım bir tane ama o kadar çok alıntı yapılacak şey var ki kitapta... Buyrunuz:

   Çocukken geleceğe pek kafa yormayız. Bu masumiyetimiz sayesinde çoğu yetişkinin aksine hayatın tadını çıkarabiliriz. Gelecek kaygısı duymaya başladığımız gün, çocukluğumuzu geride bıraktığımız gündür.
***
   Emin olmak, pişman olmaktan yeğdir.
***
   Zihnimizin sahip olduğu en büyük beceri belki de acıyla başa çıkmaktır. Klasik yaklaşım bize herkesin ihtiyacı doğrultusunda geçtiği dört kapı olduğunu gösterir.

   Birinci kapı uykudur. Uyku bize dünyadan ve onu dolduran tüm acıdan kaçabileceğimiz bir sığınak sağlar. Bir insan ağır yaralandığı zaman genellikle kendinden geçer. Aynı şekilde travmatik haberler alan birinin bayıldığı olur. Zihin ilk kapıdan işte böyle geçerek kendini acıdan korur.

   İkinci kapı unutmaktır. Bazı yaralar kısa zamanda kapanmayacak, hatta belki de asla iyileşmeyecek kadar derindir. Ayrıca bazı anılar o kadar azap vericidir ki onlara alışmak mümkün değildir. ''Zaman tüm yaraları iyileştirir.'' sözü yanlıştır. Zaman çoğu yarayı iyileştirir. Geri kalanlar bu kapının ardında saklıdır.

   Üçüncü kapı deliliktir. Bazen insanın aklı öyle bir darbe alır ki kendini delilikte saklar. Bu ilk bakışta faydalı gözükmese bile öyledir. Gerçekliğin acıdan başka bir şey getirmediği zamanlar vardır ve bu acılardan saklanmak için zihnin gerçekliği geride bırakması gerekebilir. 

   Dördüncü kapı ölümdür. Son sığınak. Öldükten sonra bizi hiçbir şey incitemez. Ya da en azından bize öyle söylenir.

   Edit:
   Serinin ikinci kitabı Bilge Adamın Korkusu'nun yorumu burada.
   Serinin iki buçuğuncu kitabı Sessizliğin Müziği'nin yorumu burada.

Puan: 5 

28 Nisan 2013 Pazar

Sıradakinden Alıntı

   "Bugün ne öğrendin Bast?"

   "Bugün, usta, büyük aşıkların neden büyük alimlerden neden daha net gördüklerini öğrendim."

   "Peki nedenmiş, Bast?" diye sordu Kote, sesine neşe karışarak.

   Bast kapıyı örttü. İkinci sandalyeyi öğretmenine ve ateşe çevirip oturdu. Her an dansa başlayacakmış gibi tuhah bir narinlik ve zarafetle hareket ediyordu. "Çünkü Reshi, bütün güzel kitaplar ışığın yetersiz olduğu yerlerde bulunur. Lakin güzel kızlar genelde dışarıda dururlar ve bu yüzden onlara bakmanın gözlere zarar verme riski çok daha düşüktür."

   Kote, kafa salladı. "Ama akıllı bir öğrenci kitabını alıp dışarı çıkabilir ve böylece o çok sevdiği gözleri için endişelenmesine gerek kalmaz."

   "Ben de aynı şeyi düşündüm, Reshi. Tabii akıllı bir öğrenci olduğum için."

   "Tabii."

   Ama güneşin altında okuyabileceğim bir yer bulduğum sırada yanıma güzel bir kız geldi ve o tür bir şey yapmama mani oldu." diye sözlerine abartılı bir nokta koydu Bast.

  

27 Nisan 2013 Cumartesi

Tazecik Kitap Yorumu: Düşman - Charlie Higson


   On dört yaşından büyük herkesin yakalandığı bir hastalık var ve bu hastalık onları zombiye dönüştürmüş. Her an arkanızı kollamak zorundasınız, yoksa bir ''yetişkin'' sizi kendine yemek yapabilir.

   Hastalık bütün dünyayı etkilemiş durumda. Çocukların kaçabilecekleri, sığınabilecekleri bir yer yok. Tek yapabildikleri birlikte kalıp, birlikte savunmak. Kaynaklar çok önceden tükenmiş, yemek bulabilmek çok zor, elektrik yok ve su da bitmek üzere.

   Kitap Londra'daki Waitrose çocukları ile başlıyor. Bu çocuklar Waitrose'taki bir süpermarkete yerleşmişler. Bir de Morrisons grubu var ve bu iki grup pek iyi geçinemiyorlar. Waitrose çocuklarının süpermarketlerinin etrafında bariyerleri, çatısında ise gözcüleri var, ancak bu durum yine de yetişkinlerin saldırılarından korunmalarına yetmiyor.

   Süpermarketin kör noktasına yetişkinler bir baskın düzenliyor ve Ufak Sam'i kapıyorlar. Çocuk, onların akşam yemeği olacağının bilincinde. Ama ne çocuk yahu o! Yetişkinler onu kaçırıyor, yaşadıkları yere götürüyor, ama çocuk kaçıyor. Kaç kere ölümden kurtuluyor, valla, öldürmeyen Allah öldürmüyor :D

   Şimdi size aslında diğer karakterleri anlatabilirim, ama çoğu öldüğü için -hatta ben bir ara geriye çocuk kalmayacak diye korktum- bahsetmeye gerek görmüyorum. Eh, şimdi belki spoiler verdim diye kızmış olabilirsiniz ama hazırlayın bence kendinizi, benim gibi hüsrana uğramayın sonra...

   Çocuklar hayatta kalma çabalarına devam ederken, bir gün bir çocuk geliyor onların süpermarketine. Dediğine göre Londra'da yetişkinlerden uzak, güvenli yerler varmış, kendisi de onların birinden geliyormuş. Görevi de Londra'daki diğer çocukları oraya götürmekmiş, bahsettiği yer ise Buckhingam Sarayı. Çocuklar yolculuğun zorlu olacağını biliyorlar ama hazırlıkları tamamlayıp yola çıkıyorlar. Bir tanesi hariç: Callum. Callum, yalnızlık düşkünü bir insan ve artık diğerleriyle yaşamaktan gına gelmiş, tek istediği yalnız olmak. Onu ikna etmeye çalışıyorlar ancak Callum kalmakta ısrar ediyor. Callum'un anlatıldığı bölümler bence ayrı bir güzeldi.

   Çocuklar Buckhingam Sarayı'na doğru yola çıktıklarında Morrisons çocukları da onlara katılıyor. Saraya varmasına varıyorlar ancak hiçbir şey onlara söylediği gibi değil...

    Hep çocuklardan bahsettim, biraz da yetişkinlerden bahsedeyim. Aziz George ceketli bir yetişkin var ki, en beterleri, en zekileri, en sinsileri o. Çocukların kökünü kurutmaya yemin etmiş. Bence bu adam son kitaba kadar yaşar, yazıyorum buraya.

   Kitapla ilgili bir hoşnutsuzluğum da var. İlk başlarda şaşırtıcı olaylar oluyordu, ama sonra kendini biraz tekrara başladı, canım sıkıldı, böyle mi devam edecek hep diye. Ama sayfa 200'den sonra bir açıldı ki, sormayın.

   Kitapta popüler kültüre göndermeler yapılıyor sıkça, beğendim bunları. Kurgunun gerçekçiliğini artırıyor bence. Çocukların geçmişlerini yad etmeleri hoş.

   Son olarak, Mike Nicholson ve Mette Ambeck bu kitap için, daha doğrusu tüm seri için bir harita hazırlamışlar, ellerine sağlık. Eğer yakınlaştırmak isterseniz buradan buyrun.


   Edit:
   Serinin ikinci kitabı Ölüm'ün yorumu burada.
   Serinin üçüncü kitabı Korku'nun yorumu burada.

Puan: 5

Sıradakinden Alıntı

   Hala ölmemiş olan yetişkinler meslekleri ne olursa olsun, öğretmen ya da polis memuru fark etmez, sizi yakaladıklarında bildiğiniz ebeveynlerden çok daha kötü şeyler yapıyorlardı. Anneniz ya da babanız dışarıya çıkmanızı yasaklamıştır, bir öğretmen size okulda kalma cezası vermiştir, bir polis memuru sizi tutuklamıştır belki; ancak hiçbiri şimdi sokaklarda gezen yetişkinler gibi sizi yemeye çalışmamıştır.


22 Nisan 2013 Pazartesi

Tazecik Kitap Yorumu: Fare Kapanı - Agatha Christie


   Fare Kapanı kitabının yarısı Fare Kapanı romanından oluşuyorken, kalan yarısı Tommy-Tuppence çiftinin dedektiflik hikayelerinden oluşuyor. Ama ben bunu bilmiyordum ve sayfa seksen küsürde, ''Eee, katil bulundu, kitap nasıl devam edecek şimdi?'' diye düşündüm, ehe. İkinci yarıyı pek sevmedim. Ama kitabın ilk yarısına, yani kitaba adını veren Fare Kapanı'na lafım yok.

   Fare Kapanı kısmı şöyle; genç bir çift, aileden yadigar bir köşkü satmak yerine pansiyon olarak işletmeye başlıyor. Bir de cinayet işlenmiş bir yerde. Katilin cebinden düşürdüğü defterde ilk cinayetin işlendiği yer yazıyormuş. Defterde yer alan ikinci adres ise bu köşkmüş. Güvenliği sağlamak üzere bir polis eve geliyor, ancak o evdeyken de bir cinayet işleniyor. Herkes evde mahsur, çünkü aşırı yoğun kar yağışı sebebiyle yollar tıkalı. Katili tahmin ettim, ama yine de şaşırdım biraz. Kitabın sonu ise, sanki biraz aceleye getirilmiş gibiydi: ''Hadi bakalım, tutuklusun.'', ''Beni affeder mi polis bey?'', ''Çok büyük bir sarsıntı geçirdin, iyi misin?'', ''Evet iyiyim.'', ''Bir yanık kokusu geliyor.'', ''Eyvah, yemeği fırında unuttum!'' Ve roman böyle son buluyor. Yazdıklarımdan belki bir şey anlamamışsınızdır, ama sorun değil, ben de ilk okuduğumda anlamadım :D Bir an önce canınızın derdindeyken, hemen şoku atlatıp yanan yemeğe ahlanıp vahlanıyorsunuz. Garip. Edit: 2019 yılında Fare Kapanı'nı Ankara Devlet Tiyatrosu'ndan izleme şansım oldu. O kadar güzeldi ki...

   İkinci kısımda ise Beresford çifti, bir dedektiflik bürosu işletmeye başlıyor. Bu bölümü pek sevemedim, dediğim gibi. Ama hoşuma giden bir nokta vardı yine de, Sıradakinden Alıntı bölümünde de paylaşmıştım: ''Bu bizim son serüvenimiz. Büyük dedektifler üstün casusu yakaladıktan sonra emekliye ayrılacaklar. Ve balkabağı yetiştirmeye başlayacaklar. Adet böyledir.'' Yanlış hatırlamıyorsam Roger Ackroyd Cinayeti'nde Poirot aynen böyle yapmıştı; emekliye ayrılmış, balkabağı yetiştirmeye başlamıştı. Güldüm, geçtim. Sonra baktım ki bu karı koca birbirlerine Poirot ve Hastings olarak hitap etmeye başlıyor! :D Her hikayede başka bir ikili rolüne bürünüyorlardı, bir tanesinde de Sherlock Holmes ile Watson oldular. Ancak Poirot - Hastings ikilisini canlandıracaklarını düşünmezdim, eğlendim.

   Agatha Christie'nin romanlarında tekrar eden bir cümleyi de paylaşıp bitireyim: ''Sanki bütün bunlar bir cinayet romanıymış gibi davranmayı bırak. Bunların hepsi gerçek.'' Tabii ki öyle canım!

Puan: 4

Sıradakinden Alıntı

   ''Bu bizim son serüvenimiz. Büyük dedektifler üstün casusu yakaladıktan sonra emekliye ayrılacaklar. Ve balkabağı yetiştirmeye başlayacaklar. Adet böyledir.''


20 Nisan 2013 Cumartesi

Leyleğin Getirdiği

   Sırayla tüm kitap satış sitelerini deniyorum :D Bu seferki ise D&R.


Leviathan Uyanıyor - James A. Corey: Uzayda geçen bir bilim kurgu. Edit: Yorum!

Kıyamet Kitabı - Connie Willis: Zaman makinesini kullanarak aslında farklı bir zaman dilimine gitmek isterken kazara vebanın yaygın olduğu döneme yolculuk yapan birinin öyküsü. Edit: Yorumunu yazmayacağım. Fazla uzatılmış gibi geldi, bazı yerlerdeki tekrarlar da insanı bezdiren cinstendi.



İnsan Sürümü: 0.4 - Mike Lancaster: İtiraf edeyim, bu kitabın bilim kurgu olduğundan başka pek bir şeyini bilmiyorum. Edit: Yorum! (şuursuzmuşum)

Efsane - İskender Pala: İskender Pala benim çok sevdiğim yazarlardan birisi. Efsane de onun en son çıkan kitaplarından biri. Barbaros Hayrettin Paşa'yı anlatıyor.



   Artık İngilizce kitap okumaya başlamak istiyorum. Ancak elimde sözlükle okumak istemediğimden, bende Türkçesi olan kitapları aldım.

Gone - Michael Grant => Yoklar, yorumu burada.

The Forgotten Garden - Kate Morton => Saklı Bahçe, yorumu burada.

Matched - Ally Condie => Eşleşme, yorumu burada.

Cağaloğlu...

   Bugün Cağaloğlu'na gittim. Orada Tudem'in ve Alfa Yayın Grubu'nun dağıtım yerleri var. Bayağı kitap aldım, her gittiğimdeki gibi. İşte aldıklarım...


Dehşet Hikâyeleri Serisi - Chris Priestley: Bu iki kitabı, kardeşime gecikmiş bir doğum günü hediyesi olarak aldım. Ama bu demek değil ki, ben bu kitapları okumayacağım :P Bu arada, kitapların kapaklarını çok beğendim. Edit: Kardeşimden önce okudum... Kitapların yorumları burada ve burada.



Düşman - Charlie Higson: Bir hastalık tüm dünyaya yayılmış ve geriye sadece çocuklar ve de bu hastalık sebebiyle zombiye dönüşen insanlar kalmış. Edit: Yorum!

Hayaletin Kaderi - Joseph Delaney: Wardstone Günlükleri'nin sekizinci kitabı. Diğer kitapların aksine, bu kitabın kapağında Hayalet yok, ilginç. Edit: Yorum!



Stravaganza Serisi - Mary Hoffman: Evet, evet, üçüncü kitabın kapağı farklı. Aslında birinci ve ikinci kitabın kapakları da Çiçekler Şehri'ninki gibi olanlar vardı, ama ben bunları tercih ettim. Hem kitabın içeriğine daha uygun. Edit: Maskeler Şehri yorumu burada, Yıldızlar Şehri yorumu da burada!



Çirkinler Serisi - Scott Westerfeld: Aldım sonunda Çirkinler serisini. Birinci kitabın sonu esaslıydı. Acaba devam kitaplarında ne olacak? Edit: Çirkinler yorumu burada, Güzeller yorumu burada, Özeller yorumu burada, Ekstralar yorumu da burada.



Eşleşme - Ally Condie: Bu kitabı, Türkçeye çevrileceğini duyduğum andan beri almayı istiyordum, nasip bugüneymiş. Edit: Yorum!

Gri Gölgeler Arasında - Ruta Sepetys: Bu kitaptan haberim Tudem'in bana gönderdiği takvim sayesinde oldu. İkinci Dünya Savaşı ile ilgili bir kitap. Edit: Yorum!

Candor - Pam Bachorz: ''Farklı olmak çaba gerektirir.'' Çok hoş bir sloganı var. Bu kitaptan da haberim Tudem'in gönderdiği takvim sayesinde oldu. Edit: Yorum!

Geri Gelenler - Gemma Malley: Gemma Malley, Bildirge serisinin yazarı. Kendisine güvenerek aldım bu kitabı, ama yine de beklentimi fazla yüksek tutmuyorum. Edit: Yorum!



Riverton Malikanesi - Kate Morton: Kate Morton benim en sevdiğim yazarlardan. Bu kitabını okumuştum ancak bende yoktu, eksik kalmasın istedim. Edit: Yorum!

   Son bir şey söylemek istiyorum: Cağaloğlu'na tek başıma değil, iki arkadaşımla beraber gittim. Her ikisine de çok teşekkür ediyorum buradan, tekrardan.

18 Nisan 2013 Perşembe

Tazecik Kitap Yorumu: Bildirge - Gemma Malley


   Sonsuza kadar yaşamak mümkün olsaydı, hayat nasıl bir hal alırdı?

   Yaşadığınız her anın tadını çıkarabilir miydiniz? Sonsuza kadar yaşamaktan sıkılır mıydınız? Bütün korkuların ona bağlı olduğu ölüm ortadan kalksaydı, yaşamın anlamı nasıl değişirdi? Peki, sonsuza kadar yaşamanın bedeli ne olur? Hiç kimse ölmese ve herkes sonsuza kadar yaşasa, dünyanın kaynakları ne kadar dayanır?

   Anna, 2140 yılında yaşayan bir Artık. Uzun Ömürlülük ilaçları sayesinde yaşlanmanın durdurulduğu bir dünyada yaşıyor. Ancak kimsenin ölmediği bir dünyada yeni insanlara yer yok. Dünyanın kaynakları az. Bu sebeple, ilaç alanların çocuk sahibi olması yasak. Eğer çocukları olursa anne baba hapse atılıyor ve çocuklarına el konuluyor. Çocuklar, ''Artık'' olarak nitelendirildikleri Büyük Depo'ya, Yasallara hizmet etmek için eğitilmeye götürülüyorlar. Yasallar bu dünyada yaşama hakkına sahip olanlar. Ama Artıkların dünyaya gelmesi tamamen bir hata olarak görülüyor ve Artıklar ''anne babalarının günahlarını ödemek", "varoluş suçlarını telafi edebilmek'' için canla başla çalışıyor.

   Büyük Depo'da çocuklara değersiz oldukları fikri aşılanıyor; onları kimsenin sevmediği, anne babalarının dünyanın kaynaklarını harcayacak bir çocuk dünyaya getirecek kadar düşüncesiz ve bencil olduğu söyleniyor. Anna da bütün bu söylenenlere inanarak anne babasından nefret eden bir kız. Bir gün Büyük Depo'ya Peter adında bir çocuk geliyor. Peter, Anna'ya onu çok seven bir ailesi olduğunu, Anna'yı eve geri götürmeye geldiğini söylüyor ve her şey değişiyor Anna için...

   Anna'nın dediği gibi, her şeyi tadında bırakmak gerektiğini düşünüyorum. Diyelim ki gerçekten de Uzun Ömürlülük hapları üretildi, yaygınlaştı. Kimse diyecek mi ki, ben sonsuza kadar yaşamakla başkalarının yaşamlarını kısıtlayacağım. Benciliz işte, insan değil miyiz? Birileri sonsuz hayatın tadını çıkarırken, birileri de ömürleri boyunca köle olacak...

   Bu kitaba bayılıyorum! Sanırım kitabı beşinciye bitirişim bu ama ilk seferki gibi büyük bir zevkle okudum. Hele sonu yok mu... Çok üzücüydü, çok. Okuyup insanlardaki sevginin ve de bencilliğin boyutunu görün. Şimdi sıra, serinin ikinci kitabı olan Direniş'te.

Puan: 5

Sıradakinden Alıntı

   Artık gereksiz demekti. İstenilmeyen demekti.

   Size ihtiyaç duyan biri varken Artık olamazdınız. Sizi seven biri varken Artık olamazdınız.


11 Nisan 2013 Perşembe

Tazecik Kitap Yorumu: On Küçük Zenci - Agatha Christie



''On küçük zenci yemeğe gitti,
Birinin lokması boğazına tıkandı. Kaldı dokuz.
Dokuz küçük zenci geç yattı,
Sabah biri uyanmadı. Kaldı sekiz.
Sekiz küçük zenci Devon'u gezdi,
Biri geri dönmedi. Kaldı yedi.
Yedi küçük zenci odun yardı,
Biri baltayı kendine vurdu. Kaldı altı.
Altı küçük zenci bal aradı,
Birini arı soktu. Kaldı beş.
Beş küçük zenci mahkemeye gitti,
Biri idama mahkum oldu. Kaldı dört.
Dört küçük zenci yüzmeye gitti,
Birini balık yuttu. Kaldı üç.
Üç küçük zenci ormana gitti,
Birini ayı kaptı. Kaldı iki.
İki küçük zenci güneşte oturdu,
Birini güneş çarptı. Kaldı bir zenci.
Bir küçük zenci yapayalnız kaldı.
Gidip kendini astı. Kimse kalmadı.''

   Gizledikleri sırlar olan on kişi, ünlü bir ada olan Zenci Adası'nda, bir malikaneye davet edilir. Malikanenin sahibi Owen adında birisidir ancak kimse onu tanımamaktadır. Aradan birkaç gün geçmesine rağmen ev sahibi gelmez ve malikanedekiler bir olayların döndüğünü fark ederler. Sonra da birer birer ölmeye başlarlar...

   Kitap, yorumun başındaki şiir üzerine kurulu. Ancak istediğiniz kadar şiiri aklınızda tutun, yine de şaşırıp kalacaksınız. Bana bu kitabı veren arkadaş sağolsun, maalesef katili biliyordum okurken. Yine de şaşırmaktan kendimi alamadım, hatta katilin başka biri olabileceğini dahi düşündüm. Agatha Christie gerçekten şahane kurgulamış her şeyi. Ne zamandır da geçtim Agatha Christie'yi, polisiye okumuyordum, harika bir dönüş oldu, mutluyum.

Puan: 5

2 Nisan 2013 Salı

Kitap İsimlerinden Akrostiş

   Sihirli Kitap'ın düzenlediği bir etkinlik var, ''Kitap İsimlerinden Akrostiş Yapıyoruz'' diye. Çok hoşuma gitti, ben de bir yapayım dedim.


Rehber Öyküler - Sadık Yalsızuçanlar
Albia- Lisa Klein
Hayaletin Çırağı - Joseph Delaney
Alaycı Kuş - Suzanne Collins
Talihsiz Serüvenler Dizisi 1 - Lemony Snickett
Saklı Bahçe - Kate Morton
Işığa Bir Adım Kala - Dr. Melvin Morse
Zoe'nin Öyküsü - John Scalzi



Ejderhanı Nasıl Eğitirsin - Cressida Cowell
Talihsiz Serüvenler Dizisi 2 - Lemony Snickett
Mürekkep Yürek - Cornelia Funke
Ejderhaca Nasıl Konuşursun - Cressida Cowell
Yoklar - Michael Grant
İthaka - Adéle Geras
Nasıl Korsan Olursun - Cressida Cowell



Küller - Ilsa J. Bick
İki Dirhem Bir Çekirdek - İskender Pala
Talihsiz Serüvenler Dizisi 3 - Lemony Snickett
Ateşi Yakalamak - Suzanne Collins
Pür - Julianna Baggott



Okul Öyküleri - Selim Gündüzalp
Kış Bahçesi - Kristin Hannah
Uyumsuz - Veronica Roth
Yarım Dünya - Hiromi Goto
Ofelya - Lisa Klein
Rahmet Öyküleri - Murat Çiftkaya
Umut Bıçağı - Patrick Ness
Zaman Makinesi - Nick Arnold



Başlat - Ernest Cline
Uçabilen Kız - Victoria Forester
Rüzgarın Adı - Patrick Rothfuss
Anılan - Marianne Curley
Dünya Edebiyatından Seçme Öyküler
Ada - Victoria Hislop

   Yani hep birlikte ''Rahatsız etmeyin, kitap okuyoruz burada'' :D