Kitap üç hikâyeden oluşuyor: Aralık, Mavi Pelikan ve Karahindiba. Bunlar arasında en beğendiğim Karahindiba oldu -en beğendiğim yerine tek beğendiğim de diyebiliriz-.
Aralık'ta ne anlatıldığını düşünüyorum da, bulamıyorum açıkçası. Rıfat diye biri var, eşi onu terk etmiş, sonradan Rıfat annesini görmek için, annesinin kaldığı abisinin evine gidiyor. Abisi ona iş ayarlamaya çalışıyor vs. Bu hikâyeyle ilgili sevmediğim pek çok şey var maalesef. İlki, Rıfat'ın incelikten yoksun, odun gibi bir karakter olması. Tamam, böyle bir karakter olabilir, ama böyle olmasının sebepleri bir açıklansa, değil mi? Eşi terk etti diye mi, niye? İkincisi, Rıfat'ın kitap okurken sürekli birilerinin ona ''Kitap mı okuyorsun? Ben okuyamıyorum çünkü...'' diye konuşma yapmaları. Bundan çok daha fazla malzeme çıkardı bence, ama herkesin hemen hemen aynı şeyleri söylemesi pek de özgün olmamış. Üçüncüsü, evin hanımının, yılbaşı geldiği için kocasına hindi almasını söylemesi. Bizim kültürümüzde böyle bir şey yok ki? Bizim kültürümüzde olmayan şeylerin, bizim edebiyatımızda yer almasına karşıyım açıkçası. Dördüncüsü, hikâyenin sonu. Hem tahmin edilebilir bir sondu, hem de sırf hikâye bitsin diye öylesine yazılmış gibiydi, tuhaf geldi gözüme. Son olarak beşincisi de-aslında bu tam anlamıyla sorun değil de neyse- karla örtülen İstanbul'un ''çok çirkin'' gözüktüğünün belirtilmesi. Kar bir şehri çirkinleştirir mi yahu, ilk defa böyle bir ifade görüyorum. Ama yine de dediğim gibi, bu sonuncu madde önemli değil, çünkü öznel görüş, ben öyle düşünürüm, başkası farklı düşünür. Neyse.
Mavi Pelikan'da bir pelikan ile bir insanın aşkı anlatılıyor. Öte yandan, farklılıklar üzerine kurulmuş birçok aşk hikâyesini önceden görmüş olduğumdan olsa gerek, hikâyeyi pek de özgün bulmadım.
Karahindiba'da çok nadir görülen bir hastalığa yakalanmış ve işsiz bir adamın hikâyesi anlatılıyor. Hikâyede hayata dair birçok tespit yer almakta, bunları beğendim. Hikâyenin olay örgüsü de iyiydi. Bu arada, hikâyenin sonundaki esas olayı, 2011 günlüğüme bir fikir olarak yazdığımı da belirteyim-belki de paralel evrendeki ben bu fikri öyküye dönüştürmüştür :D-. Bu hikâyeyi genel olarak beğensem de, sonunu biraz zayıf buldum, bir de, adamın babasını biraz aşırı bir karakter olarak gördüm. Bu hikâyeyle ilgili olarak şunu da belirteyim, kitabın başındaki Sinan Sülün'ün kısa biyografisine bir göz atarsanız, Karahindiba'nın ana karakteri ile benzer özellikler taşıdığını görebilirsiniz yazarın. Anlayacağınız, Karahindiba biraz otobiyografik bir hikâye-ve ben bunu fark ettiğimde nedense biraz tedirgin oldum-.
Sonuç olarak, Sinan Sülün'ün yazım tarzını çok beğensem de, öyküleri için daha sağlam olay örgüsü oluştumasını istiyorum. Yazarın eğer başka kitapları çıkarsa, okumayı düşünüyorum. Bitirmeden önce, kitabın kapağını çok beğendiğimi de belirteyim, eline sağlık Gülay Tunç!
Puan: 3
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder