23 Ekim 2013 Çarşamba

Tazecik Kitap Yorumu: Oğullar ve Rencide Ruhlar - Alper Canıgüz


   Alper Kamu, beş yaşında bir çocuk. Ama yine de beş yaşında olduğuna bakmayın, senden benden çok daha derin bir düşünce yapısı var :P

   Alper'in mahallesinde bir cinayet işleniyor ve Alper de günlük işlerinin ve baş ettiği çeşitli sorunların yanı sıra bu cinayeti de çözmeye uğraşıyor.

   Kitabın dili harika. Bir süreklilik içinde ve mizahi bir anlatımı var. Kolayca okunuyor, kolayca güldürüyor. Kitabı pek sevdim, ancak içinde argo kullanımı da vardı ki kitaplarda bunları pek hoş bulmuyorum. Kitabın son elli sayfasını da pek beğenmedim, olayların bağlanışı biraz sönük geldi bana.

   Alper, küçükken benim yapmak, laf söylemek isteyip de, ayıp olur diye yapmadığım şeyleri yaptığından, bir bakıma içim hafifletti diyebilirim. Birinin insanlara bunları söylemesi gerekiyor gerçekten.

   Kitaptan alıntı yapmak istediğim çok yer var. Okumayanları, Sıradakinden Alıntı bölümündeki alıntıya alalım öncelikle.

   (Aşağıdaki alıntı, Alper cinayet tanığı olduğundan ifade vermek üzere, polisin ofisinde babasıyla beklerkenki bölümden. Babası da bulmaca çözüyor.)

   Babamın sorusu beni düşüncelerimden kopardı. ''Bir parçadaki notaların, ara vermeden birbirine bağlanarak söylenebileceğini veya çalınacağını anlatır, altı harfli, üçüncü harfi 'g'.''

   ''Legato,'' dedim.

   Adaletin pençesi koca gözlüklerinin ardından bana şöyle bir baktı. Babamın soruları bitmemişti. ''Doymuş hidrokarbon. Son harfi 'n'.''

   ''Etan.''

   İyilerin dostu, kötülerin amansız düşmanı gürültülü bir şekilde boğazını temizleyip, ''Kaç yaşındasın sen?'' diye sordu bana sertçe. Sanki cinayeti benim işleyip işlemediğimi soruyordu.

   En sinir bozucu tavrımla beş saniye kadar konuşmadan gözlerinin içine baktıktan sonra babama döndüm, ''Ben kaç yaşındayım baba?''

   Babam bıyık altından güldü. ''Beş.''

   Sol elimin üç parmağını gösterdim adaletin ateşli savunucusuna. ''Kanun namına beş.''

   Kadife eldiven içindeki demir yumruk babama dönüp homurdandı. ''Bu ne biçim çocuk yahu?''

   ''O biçim çocuk,'' dedi babam tükenmez kalemini parmaklarında çevirerek.

***

   Babamla birlikte odaya kapanıp o çalışırken ben de belki bir iki güzel dize yazabilirim umuduyla daktilonun başına geçtim. Descartes'i düşünüyorum gözlerim kapalı / Ya ilham geliyor ya inme iniyor...

***

   İşlenen suçun sorumluluğunu bir deliye yüklemek otoritenin sadece kolayına gelmiyor, aynı zamanda işine de geliyordu. Meseleyi, ''Katil zaten delinin tekiymiş,'' diye çözmek rahatlatıyordu onları. Yani düzen o kadar mükemmel ki, o düzenin yasalarına karşı çıkan kişinin aklından kuşkulanmak gerekir demeye getiriyorlardı. İşte beni hasta eden bu yaklaşımdı. 

***

   (Alper bir kişiyle görüşmek için o kişinin evine gidiyor, ancak evde kendisi değil de, arkadaşı var. Müzik setinden de bir adamın boğazını yırtarak şarkı söyleyen sesi geliyor.)

   ''Müziği hissetmelisin,'' dedi ritme uygun biçimde koluyla havada kocaman bir sekiz işareti çizerek. ''O haykırarak acıyı dile getiriyor.''

   ''Gerçek acı sessizdir,'' dedim. ''Bir huzurevi gibi.''

***

   ''Bu sizin gidişiniz, gidiş değil.''

   ''Ne demek istiyorsun?'' diye sordu savcı tek kaşı havada. İlk sözümle afallatmıştım onu. Daha çok afallayacaktı.

   ''Bu rotada devam edersek Paris Mahallesi'ne varırız.''

   ''Eee?''

   ''Son derece yoksul insanların yaşadığı, tehlikeli bir yerdir. Hemen hemen hepsi sabıkalı olan halkının başlıca geçim kaynakları arasında hırsızlık, yankesicilik ve gasp sayılabilir. Çocuklarının en sevdiği oyun, komşu mahalleleri basıp yağmacılık yapmaktır. Kimse onlarla dalaşmayı göze alamaz çünkü hepsi dört yaşından itibaren sustalı taşımaya başlarlar. Hayli içe kapanık bir yapıları vardır. Bildiğim kadarıyla civar mahallelerle ticari bağlantıları bizim Gazanfer'le sınırlıdır. Onu da üç kere şişlemişlerdir. Başka sorunuz?''

   Metin Bilgin'in suratında bir gülümseme mi belirmişti, bana mı öyle geliyordu? ''Böyle bir mahallenin adını neden Paris koymuşlar acaba?''

   ''Bilmem. Belki Baudelaire'yi çok sevdikleri içindir.''

   ''Demek haydutluktan arta kalan zamanlarında şiir okuyorlar ha?''

   ''Şiir karın doyurmaz,'' dedim. ''Söyledim ya, çok yoksullar.''

   ''Yoksulluk çeken herkes eşkıya olmuyor.''

   ''Herkes Baudelaire de olmuyor.''

***

   Adalet denen şey bir yalandan ibaretti. İnsanlar suç işledikleri için değil suç işlenmemesi gerektiği için cezalandırılıyordu. Sistem gaddarca bir caydırıcılık üzerine kurulmuştu.
 
Puan: 4

2 yorum:

  1. Bunun devamı olan Cehennem Çiçeği'ni okudun mu? Okumadıysan mutlaka bi bakmanı tavsiye ederim ;)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Okumadım, yaz tatilinde okuyabilirim belki. Tavsiyeniz için teşekkürler :)

      Sil