23 Eylül 2015 Çarşamba

Tazecik Kitap Yorumu: Yaylı Bacak Jack - Mark Hodder


    1860'ların alternatif İngiltere'sine hoşgeldiniz! Bir tarafta Libertinler, bir tarafta Teknologlar... Tüm bunların ortasındaysa henüz çözülememiş bir sır: Yaylı Bacak Jack!

   Kitap Richard Burton'un, arkadaşı John Speke'nin kendini vurduğu haberini almasıyla başlıyor. İkisi de birer kaşif; aynı zamanda gerçek kişilikler, ki kitapta gerçek kişilerin alternatif versiyonlarıyla sıkça haşır neşir olacağız. Kitabın sonundaki ek bölümde, bu kişilerin gerçekte ne yaptıklarını da öğrenme imkanımız oluyor, ki bu iyi bir şey bence; internette araştırma zahmetinden kurtarıyor insanı.

   Haberi almasının üstünden henüz birkaç gün geçmişken, iki önemli olay yaşıyor Burton. İlki, Yaylı Bacak Jack'le karşılaşıyor ve Yaylı Bacak Jack hem Burton'ı bir güzel benzetiyor, hem de kendisinden uzak durması konusunda uyarıyor; Burton bir şey anlayamıyor tabii. İkinci olay ise, Lord Palmerston, Burton'a kraliyet ajanlığı teklif ediyor. Görevi ise, bir süredir şehrin Batı Yakası'nda cirit attığı söylenilen kurt adam meselesini açığa kavuşturmak, ayrıca Yaylı Bacak Jack'in neyin nesi olduğunu araştırmak. İşte bu noktada, kitabın fantastiğe mi kaydığını sorabilirsiniz, ama bu kitap tamamen bir bilim-kurgu eseri. Fantastik sevmeyenlerin bu kitaptan uzak durmasına hiç gerek yok yani.

   Burton işi kabul ediyor ve biz de onunla birlikte bir maceradan bir maceraya atılıyor ve muhteşem sırları açığa çıkarıyoruz. Bu arada, ben bu kitabı tek sanıyordum, ancak bir serinin ilk romanıymış. Serinin adıysa ''Burton & Swinburne''. Açıkçası şair Swinburne'ün serinin isminde adı geçecek kadar önemli bir karakter olduğunu düşünmüyordum. Kitabın sonlarına doğru aktif bir rol oynuyordu.

   Kitap üç kısımdan oluşuyor. İkinci kısma bayıldım, aklımı başımdan aldı resmen. Mükemmeldi. Aklınızdaki tüm soruların yanıtlanacağı bölüm. Ama yine de... kitabı bitirdikten sonra üzerine düşününce, minik bir nokta aklıma takıldı. Rica ediyorum, kitabı okumadıysanız spoiler kısmını okumayın, bir sonraki paragrafa geçin. Lütfen. Bu muhteşem kitabı okuyun, ama spoiler yemeden! Neyse, bakın sizi içtenlikle uyardım. SPOILER! Eğer esas Edward, Kraliçe Viktorya'yı vurmaya çalışmış da ıskalamışsa; aklına o suikast fikri nereden girmişti ki o zamanlar? Değişmiş gelecekte, zaman yolcusu Edward'ın, esas Edward'ın kafasına kazara bu fikri soktuğunu biliyoruz. Peki ya zaman akışına hiç müdahale edilmemişken nereden geldi bu fikir? SPOILER BİTTİ.

   Kitap tam bir bilim-kurgu kitabı. Steampunk, alternatif tarih ve ayrıca bir alt dalı daha içermekte, ama sonuncusu sürpriz olsun.

   Bu arada, Libertinler ve Teknologlar konusuna da biraz değinmek istiyorum, çünkü kitabın en ilgi çekici ögelerindendi bunlar.

   Libertinler genel olarak sanatı, insan ruhunu vs. öven, insana kıymet veren bir akım. Teknologlara karşı çıkıyorlar. Bir de Libertinler'in Rakes adında aşırı bir grubu var ki bunlar, insanı tüm zincirlerinden kurtarıp özgürlüğe kavuşturmak gerektiğini savunuyor. Bunu nasıl yapacaklar derseniz de, tamamen içgüdülerle hareket ederek; ahlaki ve sosyal kuralları hiçe sayarak.

   Teknologlara gelecek olursak, iki gruba ayrılmış onlar da: Mühendisler ve Öjenistler. Mühendisler, insanların hayatlarını kolaylaştıracak çok çeşitli icatlar yapıyorlar; çöp temizleyici yengeçler, atmosfer trenleri, pervaneli sandalyeler... Öjenistler ise, canlı varlıkların genetikleriyle oynayarak, onlara birtakım üstün özellikler kazandırıyorlar-ancak maalesef bazı yan etkiler çıkabiliyor ortaya-. Sesli mesaj gönderimine yarayan muhabbet kuşları (ki çok küfürbazlar), yazılı haber ileten koşucu köpekler (ki onları beslemezseniz iki adım gitmezler), yolcu taşıyan devasa kuğular ve daha birçok şey. Ayrıca, bu uygulamalar sadece hayvanlarla kalmıyor. Genç kalmak veya boyunuzu uzatmak vs. istiyorsanız da Öjenistler'e başvurabilirsiniz.

   Bu arada, her bölümün başında bir alıntı yer alıyor. Kimi zaman bu alıntı, kitaptaki karakterlerden birinin bir sözü oluyor; kimi zaman bir propagandanın bir parçası; kimi zamansa Teknologların ilanları. Bunlar da, kitabın geçtiği dünyanın içine biraz daha girmenizi sağlıyor.

   Kitabın yayınevi Altıkırkbeş. Altıkırkbeş'in kötü bir namı var malûm. Şunu söyleyebilirim ki, çeviri fena değil; kitap okunabilir yani. Ama kitapta çok fazla imla ve yazım hatası var. Çok çok fazla. Her sayfada en az iki üç tane. Kitabın editörü kim diye baktım, editör meditör yok! Evet canım, zaten neye yarar ki editör dediğin, değil mi yani... En azından ne bileyim, eğer Word'te hazırladılarsa kitabın metnini, bir yazım kontrolünden geçirebilirlerdi. O kadar zor olmasa gerek.

   Son olarak da şunu söyleyeyim, birkaç ay önce serinin ikinci kitabı çıkmış. Serinin ilk kitabı yirmi dört, bu yeni çıkan ikinci kitabı ise 42 lira... Ne yalan söyleyeyim, o kitaba o kadar para veremem. Kitabın kurgusu güzel olsa bile, basım kalitesinin o fiyata değeceğinden şüpheliyim. Hem, niye uçmuş ki fiyat o kadar? Orijinal kapak kullandılar diye mi? Yoksa editörü mü var o kitabın? Bu arada, orijinal kapak kullandıkları için, serinin ilk kitabıyla, ikincisinin kapakları epey uyumsuz oluyor. Bence bizim kapak tasarımı iyiydi. Her neyse. Eğer becerebilirsem İngilizcesinden devam ederim seriye, bakacağız.

Puan: 4,5

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder