Aslına bakarsanız, Ateşböceği Yolu'nu okuduktan sonra bu kitaba biraz temkinli yaklaştım, boşunaymış. Kitabı çok sevdim.
Meredith, ömrünü başkalarının mutluluğu için geçirmiş, ancak kendi mutluluğunu ihmal etmiş bir kadın. Nina, Meredith'in kardeşi ve hayallerinin işi olan fotoğrafçılıkla uğraşıyor. Anya ise, onların anneleri. Kızlarına neredeyse ömrü boyunca mesafeli davranmış. Bu üç kadının tek ortak noktası ise kızların babası Evan.
Normalde bu üç kadın birbirinden oldukça farklı yaşamlar sürüyor. Meredith, baba yadigarı elma bahçelerinin bakımı, elmaların satımı vs. ile uğraşıyor, Nina fotoğraf çekmek için dünyayı dolaşıyor, Anya ise evde kalıp örgü örüyor, yemek yapıyor ve kış bahçesinde oturuyor. Ne var ki, bir gün bu rutin değişiyor; Evan kalp krizi geçiriyor. Tüm aile bir araya toplanıyor. Evan'ın ölmeden önce Nina'dan istediği son bir şey var: Annesinin anlattığı masalları sonuna kadar dinlemesi.
Kızlar daha küçükken anneleri akşamları yanlarına gelip, onlara masallar anlatırmış. Ta ki bir gün, Meredith bu masallardan birini bir tiyatro oyunu şeklinde misafirlere sunana dek. O günden sonra anneleri onlarla tüm iletişimi koparmış. Aradan otuz yıl geçtikten sonra da annelerine masalı anlattırmak gerçekten zor. Ama Nina'nın aşırı ısrarcı çabaları meyvesini veriyor ve annesi masalı yeniden anlatmaya başlıyor.
İlk başlarda masalı biraz saçma bulmuştum, ancak kitap ilerledikçe artık sadece masalı okumayı istedim. Masal sayesinde, Anya'nın kızlarına neden yıllar boyu mesafeli davrandığını ve garip hareketlerinin sebeplerini anlıyorsunuz. Savaşın insanı nasıl etkilediğini görüyorsunuz. Savaş her yerde acı...
Puan: 4
Mimlendin :D
YanıtlaSilhttp://gokkusagindakisonrenk.blogspot.com/2013/01/liebster-blog-awards.html