Barış Müstecaplıoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Barış Müstecaplıoğlu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Ekim 2021 Cumartesi

Tazecik Kitap Yorumu: Gerçekler Kırıldı - Barış Müstecaplıoğlu

 

    Gerçekler Kırıldı, çıktığını duyduğumdan beri ilgimi çeken bir kitaptı. Barış Müstecaplıoğlu'ndan okuduğum ilk ve tek kitap olan Osmanlı Cadısı'nın tadı damağımda kalmıştı. Bu kitapta da Osmanlı Cadısı'nın dünyasında geçen bir öykü olduğunu bilmek okuma isteğimi körüklemişti.

    Kitap, Hayali Zamanlar, Hayali Diyarlar ve Hayali Yaşamlar olmak üzere üç bölümden oluşuyor. 

    Hayali Zamanlar'ın ilk öyküsü Empatan, Osmanlı Cadısı evreninde, İstanbul Şehir Cumhuriyeti'nde geçen bir hikaye. Cinayetleri çözmek için polisle çalışan empatan Münir'in, bir gün cinayet mahallinde katile dair hiçbir duygunun varlığını sezememesiyle olaylar başlıyor, cinayetler birbirini izliyor. Bu evrene dönmek güzeldi. Diğer şehir cumhuriyetlerini merak etmeden duramadım, özellikle de Konya Şehir Cumhuriyeti'ni (HAFİF SPOILER UYARISI! Zamanında bir nükleer enerji santrali kazası sonucu boşaltılmış bu cumhuriyet ve artık çöplerin toplandığı bir yere dönüşmüş. Dayanamayıp Wall-E benzeri bir robot hayal ettim orada, ne yapayım. SPOILER BİTİMİ).

    İkinci öykü Yabancı, uzaylıların dünyayı ele geçirmek için insanları katlettiği bir gelecekte, bulduğu yetim çocukları sahiplenen Recep'i konu ediniyor. Üçüncü öykü Avcı, Yabancı'dan yıllar sonrasına odaklanarak bir kabilenin avcısı Pelin'in, av sırasında kabile bilgesinin anlattığı öykülerden bildiği bir şeyle karşılaşmasını anlatıyor. Apokaliptik öyküleri sevdiğimden bu ikisini de sevmesem olmazdı. Ayrıca Recep'in durumunu birazcık Nisan Hakan'ın şu karikatürüne benzetmedim değil:

    Dördüncü öykü Gerçek Beni Öldürmek, kişilerin farklı seçimler yapsa hayatlarının nasıl şekilleneceğini gösteren oldukça gerçekçi bir simülasyon oyununa kendini kaptıran Ahmet'e odaklanıyor. Kar yağdıran Kutup Ayısı çok ilgimi çekti bu öyküdeki.

    Son öykü Gezegenin Oyunu ise, oyuncu ekiplerinin zenginler tarafından galaksinin çeşitli yerlerindeki gezegenlere gönderilip gizlenmiş bir eşyayı bulmak için yarışmalarını konu ediniyor. Bu öyküden biraz Stanislaw Lem'den Aden tadı aldım. Hayali Zamanlar'dan konusu en çok ilgimi çeken de bu öykü oldu.

    Hayali Diyarlar kısmındaki öykülerin hepsi yanılmıyorsam yazarın Perg evreninde geçiyor. Öykülerden ilki İksir Ustaları, idealist bir iksir ustasının her derda deva olacak bir ilaç geliştirmek için göze aldığı bir riski konu ediniyor. İkinci öykü Büyücü ve Çocuklar'da, Nerton'un küçükken kendisine sahip çıkan ve hala da öksüz ile yetimlerin bakımını üstlenen büyücüye ziyareti anlatılıyor. Üçüncü öykü Ölümden Beter'de, arkadaşı ve oğlunun yaşadığı yere vaktinde ulaşmaya çabalayan şaman Merikon'un yolculuğu (ve ötesi) işleniyor. Dördüncü öykü Hayal Makinesi'nde, mucitbaşının federasyon başkanına sunduğu son icadı konu ediniliyor. Bölümdeki son öykü Kayıp Rıhtım, Aslanağzı gemisi mürettebatının ağır zarar görerek çıktıkları bir çatışma sonrası yaralarını sarmak için lanetli kabul edilen bir rıhtıma çekilmelerini anlatıyor. Ölümden Beter'den kronolojik olarak biraz daha ileride gibi duruyor. 

    Hayali Yaşamlar'ın ilk öyküsü Rıfat Efendi ve Mucizeler Konağı, yüzyıllar yaşında olan ve her gece konağında ölülerin ruhlarını diğer tarafa uğurlayan Rıfat Efendi'yi konu ediniyor. Rıfat Efendi kendisine dışarı çıkmaya bir sebep bulabilmek için, her ruha hayatları boyunca işittikleri en büyük gizemi soruyor. Şansı uzunca bir süredir yaver gitmese de beklenmeyen bir konuğun gelip ondan yardım istemesi sonucu Rıfat Efendi büyük bir maceraya atılıyor. Bu öyküden bir roman çıkabileceğini düşünüyorum. Hem macera detaylıca işlenebilir, hem de konağındaki ilginç ve fantastik eşyaların öyküleri anlatılabilirdi.

    İkinci öykü Enkazdaki Dost'ta, deprem sonrası yıkıntı altında kalan Ahmet'in, duyduğu bir ses ile hayata tekrar tutunması, çabalamayı bırakma fikrinden vazgeçmesi anlatılıyor. Son öykü Albert Long Hall'ın Hayaletleri'nde ise, binada geceleyin ortaya çıkan, biri oradaki piyanoya bağlı iki hayaletin öyküsü aktarılıyor.

    Kitapta isimlere çok takıldım. Empatan öyküsünde Hüseyin ve Recep diye iki karakter var. Yabancı'da yine Recep var, ancak Empatan'daki kişi değil. Avcı'da yine Hüseyin var, ancak o da aynı kişi değil. Gerçek Beni Öldürmek'te de Enkazdaki Dost'ta da ana karakterin adı Ahmet. Empatan öyküsünde adı bir cümlede geçen Rıfat var, Rıfat Efendi ve Mucizeler Konağı'nda ana karakterin adı yine Rıfat. Hatta bir adım ileri gidecek olursam, Osmanlı Cadısı'nda ana karakterin adı Kemal'di, Empatan öyküsünde adı geçen karakterlerden biri yine Kemal, ancak aynı kişi değiller. Osmanlı Cadısı'nda karakterlerden biri Neşe'ydi, burada da Gezegenin Oyunu'nda bir cümlede Neşe adı geçiyor. Tüm bunlar bana yazarın çok kısıtlı bir isim dağarcığı olduğunu düşündürdü. Hadi Neşe neyse de, niye diğer karakterlerin adı aynı yahu. Daha da ileri gidecek olur ve kitaptaki tüm isimleri incelersem de sanki hepsinde bir benzerlik görüyorum: Ali-Halil, Rıza-Rıfat, Meltem-Meryem, Ahmet-Mehmet... Empatan'da Osmanlı Cadısı'ndan Okyanus'a da çok kısaca bir atıf görüyoruz, ama belki o da tanıdığımız Okyanus değil de adaşıdır, kim bilir.

    Genel olarak öyküleri beğendim, ancak Hayali Zamanlar kısmındakilerin bana daha çok hitap ettiğini not düşeyim. Kitabın kapak tasarımını da çok beğendiğimi söylemeden geçmeyeyim, Geray Gençer'in ellerine sağlık (zaten kendisinin tasarımlarına bayılırım). Zaman ve mekan kavramına güzel odaklanan bir tasarım olduğunu düşünüyorum, font seçimi de harika ve oldukça uygun. İçeriğe geri dönecek olursam, Müstecaplıoğlu öykü kitapları yazmaya devam ederse ben de elimden geldiğince takip etmeye çalışacağım.   

Puan: 4



30 Eylül 2021 Perşembe

Sıradakinden Alıntı

    Hayallerine ulaşmasına ancak bir adım kalan, lakin o son adımı atamama ihtimali olduğunu fark eden insanların telaşı içindeydi.

Gerçekler Kırıldı, Barış Müstecaplıoğlu

2 Ağustos 2016 Salı

Tazecik Kitap Yorumu: Osmanlı Cadısı - Barış Müstecaplıoğlu


   Sanırım şu ana kadar beni ismiyle en çok heyecanlandıran kitap bu oldu: ''Osmanlı Cadısı-Bir İstanbul bilimkurgusu''. Hayallerimin kitabıydı; ismiyle bile birçok şey vaat ediyordu. Arka kapak yazısı da öyle: ''Barış Müstecaplıoğlu Osmanlı Cadısı'nda uçan arabalarla leventleri, robotlarla semazenleri sıradışı bir kurguda buluşturup uzak geçmişi distopik bir geleceğe ustalıkla bağlıyor.''

   Kitaptaki olaylar esasen iki farklı zaman diliminde geçiyor: Osmanlı döneminde ve iPhoneların bile antika sayıldığı uzak bir gelecekte.

   Haymanalı Süleyman Paşa idaresindeki Şahmeran kalyonu seferdeyken denizde muhteşem güzellikte bir kız bulur, kurtarırlar onu. Birkaç gün geçmeden ise korkunç bir fırtına kopar ve kalyon batar. Kalyondan sadece paşa ve Ayşe adını verdiği, denizden kurtardığı kız hayatta kalır. Paşa, kızı kem gözlerden korumak için onu bir Mevlevi dergâhına emanet eder. Ne var ki bu, Ayşe'yi korumaya yetmeyecektir.

   İstanbul Şehir Cumhuriyeti'nde, megakulelerden birinde yaşayan özel dedektif Kemal, oldukça nadir görülen, yaşamını çekilmez hale getiren, tedavisi olmayan bir hastalığa sahiptir. Günlerden bir gün, zenginlere özel sağlık hizmetleri veren bir kurumun başındaki Gül Hanım, Kemal'i bir cinayeti çözmekle görevlendirir, ammavelakin Kemal'in bunun için İstanbul Eşitlik Hareketi'ne sızması gereklidir (ki oldukça tehlikeli bir şeydir bu, yakalanırsa tüm hayatını mahveder). Kemal bunu yapamayacağını söylese de, Gül Hanım ona karşılığında hastalığının tedavisini vaat eder. Bu durumda, ''hayır'' demesi imkânsızdır Kemal'in.

   Osmanlı döneminin yazım dilimini beğendim, insanı havaya sokuyor. Ancak olay örgüsünü pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim maalesef. Karakterlerin bazı tutarsız davranışları beni çıldırttı. Aralarda Kur'an-ı Kerim'den ayetler bulunmasını da biraz yersiz buldum açıkçası.

   İstanbul Şehir Cumhuriyeti'nin kurgusunu oldukça iyi buldum. Gelecek öngörüsü de oldukça etkileyiciydi: oldukça kalabalık bir şehir, bir adım atabilmek için bile dakikalarca bekleyen insanlar, sıkış sıkış yeryüzünün sefaletini çekmek zorunda kalmayan zengin megakule sakinleri... Zenginlerin megakulelerde yaşaması ayrıca manidar, insanlara hem maddi hem de mecazi anlamda üstten bakmayı ifade ediyor diyebiliriz. Şehrin hemen her tarafındaki beyin yıkayan reklamlar ve haberler sunan ekranlar, birçok hastası olan psikolojik destek merkezleri, insanları sefaletten kurtarmayı ve herkese eşit haklar vermeyi amaçlayan, ancak devlet tarafından karalanan İstanbul Eşitlik Hareketi de gelecek kurgusunun inandırıcılığını pekiştiren diğer ögeler. Bu kısmın kurgusunu Osmanlı dönemine göre daha çok beğensem de, bu sefer de yazım dilinden pek hoşlanmadım. Özellikle Kemal ve arkadaşı Okyanus'un konuşmaları çok Amerikanvariydi, en azından bana öyle geldi.

   Kitabın sonuna doğru bu iki kurgu birbiriyle birleşiyor. Birleşme şekli başarılıydı. Ama o mihenk taşı hikâyeyi pek inandırıcı bulmadım. ESASLI SPOILER! Bebekken geçirilen bir ameliyatın insanı, ölümsüz, telekinetik ya da sonsuza kadar muhteşem güzellikte kılacağına inanmıyorum. Mantıklı gelmiyor, ikna olamadım. SPOILER BİTTİ.

   Gönül isterdi ki, hayallerimin karşılığını tam verseydi bu kitap, ancak olmadı, nasip değilmiş, ne yapalım. Yine de okuduğum için memnunum. Sırf İstanbul Şehir Cumhuriyeti için bile okunmaya değerdi.

Puan: 4

26 Temmuz 2016 Salı

Sıradakinden Alıntı

   ''Geçmişe ait eşyalar toplamayı seviyorum'' dedi Kemal çok önemli değilmiş gibi. ''O devirlerde insanların daha mutlu olduğuna inanıyorum. Muhtemelen öyle değildi, her çağın kendine özgü dertleri vardı, yine de bir zamanlar bizden daha mutlu insanların yaşadığını hayal etmek hoşuma gidiyor.''