30 Eylül 2015 Çarşamba

Cağaloğlu...

   Dün yağmur çiselemesine rağmen -ki ıslanmaktan nefret ederim, ama kafaya taktım bir kere gitmeyi-, Cağaoğlu'na gittim. Önceki gün de Beyoğlu Sahaf Festivali'ne gittim, ama o gün hava sahiden çok bozmuştu, bu sebeple kitap tezgahlarının üstüne poşet vs. kapatılmıştı. Hiçbir şeye bakamadım zaten; sadece okul için gereken bazı şiir kitaplarını alabildim. Kütüphaneden okumuştum aslında onları, ama illa satın almak lazımmış. Her neyse.

   Cağaloğlu diyordum.

   Öncelikle Tudem'e girdim. Aldıklarım:

  
Asla Neden Diye Sorma - Shaun Tan: Kitabın çizimlerine ve baskı kalitesine bittim. Bugün kitabı okuyabilirim, hayırlısı bakalım. Bu arada, maalesef boyutlarının devasa olması sebebiyle kitabı dikey de koysam, yatay da koysam sığdıramadım kitaplığa. Nereye koysam ki :D Edit: Sığdırmayı başardım! Benim için büyük bir adım; insanlık içinse adım bile değil... Yine edit: Yorum!



Eşit Haklar - Terry Pratchett: Diskdünya'nın üçüncü kitabı. İlk ikisini okudum, ancak yorumlarını yazamadım daha maalesef.

Tünelin Ağzından Dehşet Hikâyeleri - Chris Priestley: Serinin üçüncü kitabı, ama kitaplar birbiriyle bağımsız. İlk ikisini çok sevmiştim, yorumlarına buradan ulaşabilirsiniz. Kitabı yarıladım sayılır. Beğendim. Edit: Yorum!

   Polat Kitabevi'ne girdim bir de sonra. Sadece bir kitap aldım oradan da.


Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları - Haruki Murakami: İlk Murakami okumam Zemberekkuşunun Güncesi'yle olmuştu. Kitabı bitirememiştim, bitirmek için zorlamamıştım da zaten, para vermedim diye :P Neyse, Murakami'ye pek yakınlık duyduğum söylenemez yani. Ama bu kitabı merak ediyordum, konusu ilgimi çekmişti. Sevmeyi umuyorum. Edit: Murakami'yle anlaşamıyoruz... Kitap yalnızlık üzerine olduğu için çok ilgimi çekmişti. Kitabın verdiği mesaj güzel (Tsukuru'yla empati kurduğum için, mesajı belki de gereğinden fazla beğenmiş olabilirim). Ancak o mesaj için bu kitap okunmaya değer mi? Hımm... hayır. Biraz daha etkileyici bir kurgu beklentisindeydim sanırım; bu sebeple kitabın verdiği mesaj, kitabın geçer not almasını sağlamıyor benden. Bu arada, kitaptaki ''renge sahip olma'' durumunu; Hermann Hesse'nin Demian kitabındaki ''Kabil'in nişanı'' veya Patrick Süskind'in Koku kitabındaki ''baskın kokuya sahip olma'' durumuna çok benzer buldum.

   Kendinize iyi bakın... Ders programım sebebiyle kendime hiç vaktim kalmıyor gibi, ama programı biraz değiştireceğim sanırım. Bloga da yazmaya vaktim olur hem. Yazılarımın yolunu gözleyen var mı ki :P -sahiden merak eder, ama çaktırmamaya çalışır-...

23 Eylül 2015 Çarşamba

Tazecik Kitap Yorumu: Yaylı Bacak Jack - Mark Hodder


    1860'ların alternatif İngiltere'sine hoşgeldiniz! Bir tarafta Libertinler, bir tarafta Teknologlar... Tüm bunların ortasındaysa henüz çözülememiş bir sır: Yaylı Bacak Jack!

   Kitap Richard Burton'un, arkadaşı John Speke'nin kendini vurduğu haberini almasıyla başlıyor. İkisi de birer kaşif; aynı zamanda gerçek kişilikler, ki kitapta gerçek kişilerin alternatif versiyonlarıyla sıkça haşır neşir olacağız. Kitabın sonundaki ek bölümde, bu kişilerin gerçekte ne yaptıklarını da öğrenme imkanımız oluyor, ki bu iyi bir şey bence; internette araştırma zahmetinden kurtarıyor insanı.

   Haberi almasının üstünden henüz birkaç gün geçmişken, iki önemli olay yaşıyor Burton. İlki, Yaylı Bacak Jack'le karşılaşıyor ve Yaylı Bacak Jack hem Burton'ı bir güzel benzetiyor, hem de kendisinden uzak durması konusunda uyarıyor; Burton bir şey anlayamıyor tabii. İkinci olay ise, Lord Palmerston, Burton'a kraliyet ajanlığı teklif ediyor. Görevi ise, bir süredir şehrin Batı Yakası'nda cirit attığı söylenilen kurt adam meselesini açığa kavuşturmak, ayrıca Yaylı Bacak Jack'in neyin nesi olduğunu araştırmak. İşte bu noktada, kitabın fantastiğe mi kaydığını sorabilirsiniz, ama bu kitap tamamen bir bilim-kurgu eseri. Fantastik sevmeyenlerin bu kitaptan uzak durmasına hiç gerek yok yani.

   Burton işi kabul ediyor ve biz de onunla birlikte bir maceradan bir maceraya atılıyor ve muhteşem sırları açığa çıkarıyoruz. Bu arada, ben bu kitabı tek sanıyordum, ancak bir serinin ilk romanıymış. Serinin adıysa ''Burton & Swinburne''. Açıkçası şair Swinburne'ün serinin isminde adı geçecek kadar önemli bir karakter olduğunu düşünmüyordum. Kitabın sonlarına doğru aktif bir rol oynuyordu.

   Kitap üç kısımdan oluşuyor. İkinci kısma bayıldım, aklımı başımdan aldı resmen. Mükemmeldi. Aklınızdaki tüm soruların yanıtlanacağı bölüm. Ama yine de... kitabı bitirdikten sonra üzerine düşününce, minik bir nokta aklıma takıldı. Rica ediyorum, kitabı okumadıysanız spoiler kısmını okumayın, bir sonraki paragrafa geçin. Lütfen. Bu muhteşem kitabı okuyun, ama spoiler yemeden! Neyse, bakın sizi içtenlikle uyardım. SPOILER! Eğer esas Edward, Kraliçe Viktorya'yı vurmaya çalışmış da ıskalamışsa; aklına o suikast fikri nereden girmişti ki o zamanlar? Değişmiş gelecekte, zaman yolcusu Edward'ın, esas Edward'ın kafasına kazara bu fikri soktuğunu biliyoruz. Peki ya zaman akışına hiç müdahale edilmemişken nereden geldi bu fikir? SPOILER BİTTİ.

   Kitap tam bir bilim-kurgu kitabı. Steampunk, alternatif tarih ve ayrıca bir alt dalı daha içermekte, ama sonuncusu sürpriz olsun.

   Bu arada, Libertinler ve Teknologlar konusuna da biraz değinmek istiyorum, çünkü kitabın en ilgi çekici ögelerindendi bunlar.

   Libertinler genel olarak sanatı, insan ruhunu vs. öven, insana kıymet veren bir akım. Teknologlara karşı çıkıyorlar. Bir de Libertinler'in Rakes adında aşırı bir grubu var ki bunlar, insanı tüm zincirlerinden kurtarıp özgürlüğe kavuşturmak gerektiğini savunuyor. Bunu nasıl yapacaklar derseniz de, tamamen içgüdülerle hareket ederek; ahlaki ve sosyal kuralları hiçe sayarak.

   Teknologlara gelecek olursak, iki gruba ayrılmış onlar da: Mühendisler ve Öjenistler. Mühendisler, insanların hayatlarını kolaylaştıracak çok çeşitli icatlar yapıyorlar; çöp temizleyici yengeçler, atmosfer trenleri, pervaneli sandalyeler... Öjenistler ise, canlı varlıkların genetikleriyle oynayarak, onlara birtakım üstün özellikler kazandırıyorlar-ancak maalesef bazı yan etkiler çıkabiliyor ortaya-. Sesli mesaj gönderimine yarayan muhabbet kuşları (ki çok küfürbazlar), yazılı haber ileten koşucu köpekler (ki onları beslemezseniz iki adım gitmezler), yolcu taşıyan devasa kuğular ve daha birçok şey. Ayrıca, bu uygulamalar sadece hayvanlarla kalmıyor. Genç kalmak veya boyunuzu uzatmak vs. istiyorsanız da Öjenistler'e başvurabilirsiniz.

   Bu arada, her bölümün başında bir alıntı yer alıyor. Kimi zaman bu alıntı, kitaptaki karakterlerden birinin bir sözü oluyor; kimi zaman bir propagandanın bir parçası; kimi zamansa Teknologların ilanları. Bunlar da, kitabın geçtiği dünyanın içine biraz daha girmenizi sağlıyor.

   Kitabın yayınevi Altıkırkbeş. Altıkırkbeş'in kötü bir namı var malûm. Şunu söyleyebilirim ki, çeviri fena değil; kitap okunabilir yani. Ama kitapta çok fazla imla ve yazım hatası var. Çok çok fazla. Her sayfada en az iki üç tane. Kitabın editörü kim diye baktım, editör meditör yok! Evet canım, zaten neye yarar ki editör dediğin, değil mi yani... En azından ne bileyim, eğer Word'te hazırladılarsa kitabın metnini, bir yazım kontrolünden geçirebilirlerdi. O kadar zor olmasa gerek.

   Son olarak da şunu söyleyeyim, birkaç ay önce serinin ikinci kitabı çıkmış. Serinin ilk kitabı yirmi dört, bu yeni çıkan ikinci kitabı ise 42 lira... Ne yalan söyleyeyim, o kitaba o kadar para veremem. Kitabın kurgusu güzel olsa bile, basım kalitesinin o fiyata değeceğinden şüpheliyim. Hem, niye uçmuş ki fiyat o kadar? Orijinal kapak kullandılar diye mi? Yoksa editörü mü var o kitabın? Bu arada, orijinal kapak kullandıkları için, serinin ilk kitabıyla, ikincisinin kapakları epey uyumsuz oluyor. Bence bizim kapak tasarımı iyiydi. Her neyse. Eğer becerebilirsem İngilizcesinden devam ederim seriye, bakacağız.

Puan: 4,5

21 Eylül 2015 Pazartesi

Tazecik Kitap Yorumu: Anya's Ghost - Vera Brosgol


   Anya, ailesiyle beraber, Rusya'dan Amerika'ya taşınmış bir kız. Okula uyum sağlamaya çalışıyor ve tipik Amerikan ergeni davranışları sergiliyor (genelleme yaptığım için üzgünüm, ama okumuş olduğum kitaplardan ve izlediğim filmlerden gördüğüm kadarıyla kafamda bir Amerikan genci tiplemesi ister istemez oluştu).

   Bir gün Anya, okulu asıyor ve ormana yürüyüşe çıkıyor. Canını sıkan şeyleri düşünerek yürürken, bastığı yere dikkat etmiyor ve bir deliğe-eski bir kuyuya-düşüyor. İki sorun var, ilki kuyu çıkamayacağı kadar derin; ikincisiyse, kuyuda bir iskelet var. Bu yetmiyormuş gibi, bir hayalet beliriveriyor iskeletin yanında, Anya'yla konuşmaya başlıyor. Anya birkaç gün içinde kuyudan kurtarılmasına kurtarılıyor kuyudan, ne var ki kuyudaki hayalet Anya'nın peşini bırakmıyor.

   Anya ilk başlarda hayalete sinir olsa da, hayaletin yardımıyla hayatının düzene girdiğini görünce ona sempati beslemeye başlıyor. Ama, bir hayaletle arkadaşlık ne derece iyi dersiniz? Hele de karşınızdakini ne kadar tanıdığınız şüpheliyse...

   Kitabın çizimlerini beğendim, renk seçimi de iyiydi -bu arada, alıntıyı gözden kaçırmış olma ihtimalinize karşı belirtelim ki, bu kitap bir çizgi roman-. Resimler hep mavi-gri tonlarında, ki bence bu biraz tekinsiz bir hava katmış kitaba, hoşuma gitti.

   Anya'nın bazı hayallerine gülmekten kendimi alamadım. Her insan ister istemez saçma şeyler düşünür çünkü öyle :D Ayrıca, ekonomi dersinde de tüm öğrencilerin uyuyakalmış olarak resmedilmiş olması beni sırıttıran başka bir küçük nokta.

   Başlarda kitabı pek beğenmedim, Anya'nın ergen tavırları canımı sıktı. Ancak kitabın son kısımları cidden iyiydi. Anya'nın değişimini görmek de ayrıca güzeldi.

Puan: 4

20 Eylül 2015 Pazar

19 Eylül 2015 Cumartesi

Tazecik Kitap Yorumu: In Real Life - Cory Doctorow, Jen Wang


   İçinde oyun barındıran kitaplara her zaman bayılmışımdır; örneğin Erebos ve Epic (bayılıyorum deyip de, sadece iki isim vermem tuhaf oldu değil mi? :D).

   Kitapta Anda adında bir kızımızın başından geçenlere tanık oluyoruz. Baş kısımları atlayıp, hemencecik ana konuya gelecek olursam; Anda, Coarsegold adında bir oyun oynamaya başlıyor. Bu oyun, mmorpg (massively-multiplayer role-playing game) türünden.

   Anda bu oyunu oynarken, Çin'den bir oyuncuyla tanışıyor; bu oyuncu, bir altın-toplayıcı. Bu altınları toplayıp, gerçek parayla satan bir şirketin elemanı. Ne var ki bu şirket (zaten yaptığı işin yasallığı da tartışılır), elemanlarının haklarını epey ihlal eden bir şirket. Günde on iki saat çalıştırıyor elemanlarını. Ayrıca, bu elemanların (aslında eleman yerine işçi veya modern köle de denebilir, ne dersiniz?) sağlık sigortaları veya herhangi bir güvenceleri de yok. Bunun üzerine Anda ve bu Çinli evladımız bu durumu değiştirmek üzere çalışmalara başlıyor.

   Kitabın verdiği mesaj(lar) güzel, sizi düşünmeye sevk ediyor.

   Kitabın çizimlerine ve renklendirmesine gelecek olursam; tek kelimeyle harika. Aşırı sevimli çizimler; renkler de içinizi açacak türden. Oyundaki ırklar çok çeşitli, mekanlar da incelikli. Karakterlerin yüz ifadelerinin çizimine de özen gösterilmiş. Çok beğendim. Bu arada, ne olur ne olmaz belirtelim ki bu bir çizgi-roman, alıntısından da anlaşılabilir esasında, ama belki de gözden kaçmıştır.

   Anda'ya pek kanım ısındı. Aslında tüm karakterler çok hoştu :D Ayrıca biraz esprili de bir kitaptı, ama en çok Anda'nın televizyonda kanalları geçerkenki bölümüne güldüm.

   Kitabı çok sevdim, sadece bazen olayların biraz hızlı ilerlediğini düşündüm, bundan da azıcık puan kırıyorum.

Puan: 4,5
 

17 Eylül 2015 Perşembe

Tazecik Kitap Yorumu: Mavi Kuş - Mustafa Kutlu


   Mustafa Kutlu'nun okumuş olduğum beşinci, blogta yer verdiğim ise dördüncü kitabı.

   Mavi Kuş, eski püskü bir minibüs. Bu minibüs, küçük bir köy olan Şirinyurt'tan kalkar; yolcularını, İstanbul'a gidecek olan trenin kalktığı istasyona götürür. Eskidir falan ama, bir kez bile geç varmamıştır istasyona veya yarı yolda bozulmamıştır bu Mavi Kuş.

   Bu kitapta da, Mavi Kuş'un bir seferine tanık oluyoruz. Sefer ki, ne sefer! Zaten yolculardan Kemal da diyor: ''Ne yolculuk be! Mübarek safariye döndü.'' Sahiden de safariye dönmüştür sefer, neler geçmez ki Mavi Kuş yolcularının başlarından...

   Kitabın yazım dili çok güzel, ki önceden Mustafa Kutlu okumuş olanlar aşinadır bu dile. Halktan biriyle konuşuyormuş, dertleşiyormuş gibisiniz; son derece içten ve bizim kültürden. Gülümsetiyor insanı aynı zamanda.

   Kitabın karakterleri çeşit çeşit, bir köyde/kasabada rastlayabileceğiniz insan tipleri. Ek olarak da, iki Amerikalı turist.

   Kitapta tek beğenmediğim yer sonu oldu, keşke öyle olmasaydı o son. Kitabın sonunda ne mi oldu? Peki, bunu siz istediniz... istemediyseniz bir sonraki paragrafa atlayın :D DİKKAT, SPOILER! Madem her şey bir filmdi... Mavi Kuş'u takip eden iki adamı, Deli Kenan ile Avcı Bilal kovalıyordu. Bu da mı roldü? Rol değilse, filmde niye böyle bir sahneye yer verildi? Eğer rolse, niye adamlar kitabın sonunda mahkûmu vurdular? Yoksa kendilerine verilen rolü yanlış anlayıp, adamı sahiden kanlıları mı sandılar? Çıkamadım işin içinden, biri açıklarsa mutlu olurum. Ayrıca, yönetmenin sinema şudur, sinema budur demesi pek hoşuma gitmedi. İnsanların bir filmi izleyince kendisinin çıkarımda bulunması gerektiği kanaatindeyim. Aslında yönetmenin filmin sonunda konuşmasına hiç gerek yoktu bence. Söylediği şeyler, arada anlatıcı tarafından söylenseydi daha çok hoşuma giderdi. SPOILER BİTTİ.

   Kitabı çok sevdim. Karakterler, kurgu, yazım dili; hepsi çok güzeldi. Altı çizilebilecek çok yer de vardı, ama uzun olduklarından sizinle paylaşamayacağım maalesef. Ayrıca, Kenan ve Bilal'ın öyküleri çok acıklıydı yahu. Sırf onun için bile bu kitap okunmalı bence. Eğer kitabın sonu üst paragrafta belirttiğim şekilde bitmeseydi kitaba beş puan verirdim.

Puan: 4,5

16 Eylül 2015 Çarşamba

Kısa Kesmek İcap Ederse: Vincent, Combray-Swann'ların Tarafı

   Bir önceki Kısa Kesmek İcap Ederse yazımda belirttiğim gibi; paylaşacak alıntı ya da hakkında uzunca yazacak bir şey bulamadığım kitaplara bu bölümde yer veriyorum. Bunu bu yazıda tekrar belirtme gereği duydum, çünkü ilk Kısa Kesmek İcap Ederse yazısını yazalı bir yıl olmuş neredeyse. Bundan sonra blogta, bu bölümle daha sık karşılaşma ihtimaliniz çok yüksek. Çünkü altmış bir tane kitabın yorumunu bu şekilde yazmayı düşünüyorum. (Edit: Yazmadım, yazamadım, yazmayacağım...) Tabii bu, artık uzun yorum yazmayacağım anlamına gelmiyor. Uzun yorum yazmayı düşündüğüm de dokuz tane kitap var. İpin ucunu sahiden kaçırmışım, değil mi? Blogun ilk iki yılında, kitabı bitirdiğim gün yorumunu yazardım, hey gidi günler...

   Neysecüm, çizgi roman derlemesi yazıma hoşgeldiniz. Yukarıda linkini vermiş olduğum önceki yazıda belirttiğim üzere, süper kahraman içermeyen çizgi roman arayışındaydım. Bu arayış sonucunda neler okuduğumdan bahsedeceğim şimdi sizlere.


Vincent - Barbara Stok: Kitabın isminden ve kapağından anlaşılabileceği üzere, kitap Vincent Van Gogh'u anlatıyor-ki kendisinin eserlerini çok beğenirim-. Ressamın Güney Fransa'da yaşadıklarına tanık oluyoruz.
   Kitap Van Gogh'u tanımak için yeterli mi? Değil. Olayların çok yüzeysel geçildiği kanaatindeyim, hayal kırıklığına uğradım.
   Kitabın çizimleri nasıl diyecek olursanız; hani slayt hazırlarken küçük resim eklersiniz ya, o resimlerin kendine has, rengarenk, çizikli spiralli vs. bir stili vardır. Bu kitapta da o tarz kullanılmış işte. Gerçi sevimli duruyor, hakkını yemeyeyim.
   Bu kitabı Van Gogh'u seviyorsanız size önerebilirim, ama yeterli olmayacaktır. Onu tanımak adına bir başlangıç olsun diyorsanız da önerebilirim, ama yine yetersiz gelecektir :D O sebeple önermiyorum mu diyeyim, ne diyeyim, ben de bilemedim. Puan: 3


Combray-Swann'ların Tarafı - Marcel Proust & Stéphane Heuet: Kayıp Zamanın İzinde serisinin ilk kitabının, ilk (ya da ilk bir-iki) bölümünün uyarlaması olan bir çizgi roman. Kayıp Zamanın İzinde serisini okumadım, ama bu şekilde seriye ufaktan bir giriş yaptım denebilir.
   Sanırım diyaloglarda ve betimlemelerde kırpma yapılmamış çizgi romana uyarlanırken. Çünkü önceden Swann'ların Tarafı'ndan birkaç alıntı okumuştum ve bu kitapta da bu kısımlara rastladım. Kitabın çizgi romana birebir uyarlanmış olmasına sevindim açıkçası.
   Kitabı beğendim, çizimleri de çok hoştu. Ancak seriye çizgi romandan devam etmeyeceğim; roman serisine başlamaya karar verdim, ne zaman başlarım ama bilemedim. Puan: 4


   Aslında iki çizgi romanın daha yorumunu yazdım, ancak bu yazı için biraz uzun kaçtıklarından, onlara Tazecik Kitap Yorumu başlığı altında yer vereceğim.

   Bu arada, farklı -ve elbette beğenmiş olduğunuz- çizgi romanları önerirseniz çok makbule geçer :)

   Edit: Okumuş olduğum ve blogta yorumlarını bulabileceğiniz diğer çizgi romanların listesini iliştireyim aşağı.
- On Küçük Zenci & Mavi Trenin Esrarı - Agatha Christie, Frank Leclercq, Mark Piskic, François Riviére
- Güngezgini - Fabio Moon, Gabriel Ba
- Y: Son Erkek-Erkeksiz - Brian K. Vaughan
- In Real Life - Cory Doctorow, Jen Wang
- Anya's Ghost - Vera Brosgol

   Bu arada, NTV Yayınları'ndan çıkan, Agatha Christie çizgi romanlarından birkaç tane daha okumuştum, ancak blogta yer vermeyeceğim. Güzel olduklarını söyleyebilirim, ama bir On Küçük Zenci değillerdi.

14 Eylül 2015 Pazartesi

Hoşuma Yapışanlar

   Bir kez daha HP güzellikleriyle karşınızdayım... HP'ye çok yer verdim Hoşuma Yapışanlar bölümünde, ama ne yapayım, kendime engel olamıyorum :D


 






   İkinci resim hoşuma gitse de, Hufflepuffların o kadar saftirik resmedilmemesi gerektiği kanaatindeyim :D Severim kendilerini.

   Önceki yazılardan birinde floccinaucinihiliphilification'un çizimlerine yer vermiştim. Kendisi yeni çizimler yapmış, hepsi birbirinden ayrı güzel! Eksik kalmayın efenim, sayfasına buradan ulaşabilirsiniz.

   Yukarıdakilerin linkleri sırasıyla: 1-2-3-4-5-6-7.

13 Eylül 2015 Pazar

11 Eylül 2015 Cuma

Tazecik Kitap Yorumu: Half-Minute Horrors - (edited by) Susan Rich


   ''Half-Minute Horrors'' adından da anlaşılacağı gibi, size yarım dakikalık korku(lar) yaşatmayı amaçlayan bir kitap. Bunu nasıl yapacak derseniz, kitapta -yanlış saymadıysam- yetmiş iki tane kısa öykü var. Kısa derken, sahiden kısa; yarım sayfa bir şey çoğu, yarım dakikada bitirebileceğiniz cinsten yani. Öykülerin hepsi korku temalı elbette-hadi canım!-. Aralarda illüstrasyonlarla anlatılmış veyahut bezenmiş öyküler var. Öykü yerine şiir halinde olanlar var-kendimi yalancı çıkarmış oldum :P-. Bir alışveriş listesi bile var! Bu çeşitlilik hoşuma gitti doğrusu.

   Her ne kadar kapakta ''Lemony Snicket, Neil Gaiman, James Patterson and more (ve daha fazlası)!'' yazarak yetmiş iki yazarın ''more'' kelimesine sıkıştırılması hoşuma gitmese de, ben de maalesef tüm yazarları yazamayacağım. Toplamda yetmiş beş yazar yer almakta kitapta -illüstratörleri de yazardan saydım-. Gerçi Brett Helquist hariç diğer illüstratörler kendi öykülerini illüstre etmişlerdi.

   Kitabın sonunda bir dizin yer almakta. Bu dizine bakarak, korku temasını oluşturan ögeleri de rahatlıkla görebiliriz aslında: Kapılar, gölgeler, yataklar(altı ve çevresi), çığlıklar, canavarlar, lanetli evler, vücut parçaları, kan...

   Kitabı okurken pek korktuğumu söyleyemem. Ama birkaç hikâyede tırstım. Bazılarının orijinalliğinden etkilendim. İlginç bir okuma deneyimi oldu benim için.

   Kitapta önceden okumuş olduğum bazı yazarlar vardı: Lemony Snicket, Margaret Atwood, Avi, Joseph Delaney ve Neil Gaiman. Ne var ki Lemony Snicket'ınki hariç pek sevemedim öykülerini. Öte yandan, sevdiğim diğer öykülerin yazarlarının adlarını önceden duymamıştım bile. (Gözlerim yazarlar arasında Chris Priestley'i aradı aslında, ama nafile.) Sevdiğim öykülerin listesini iliştireyim aşağı(ve mümkün olduğunca çevireyim isimlerini vs):

- Something You Ought to Know (Bilmen Gereken Bir Şey) - Lemony Snicket (Tipik bir Snicket hikâyesiydi, yazım tarzıyla hemen kendini belli ediyor.)
- The Chicken or the Egg (Tavuk ya da Yumurta) - Jerry Spinelli (O sonu beklemiyordum.)
- The Old Man in The Picture (Resimdeki Yaşlı Adam) - Richard Sala (Tahmin edilebilir bir kurguya sahipti, ama çizimleri güzeldi.)
- Halloween Mask (Cadılar Bayramı Maskesi) - Sonya Sones (Şiir halinde yazılmış, ilginçti. Tekerleme gibi, insanın diline dolanıyor.)
- The Legend of Alexandra & Rose (Alexandra & Rose Efsanesi)- Jon Klassen (Bir resimle ve numaralarla anlatılmış tüm hikâye. Yazılı olsaydı bu kadar etkileyici olmazdı; bu haliyle epey orijinal olmuş aynı zamanda.)
- An Easy Gig (Kolay Bir İş) - M. T. Anderson (Dehşete düştüm, çok fenaydı.)
- The Foot Dragger (Ayak Sürüyen) - M. E. Kerr (Aslında tahmin edilebilir bir kurgusu var, ama hikâyede anlatılan olayın bir gün başıma geleceğini düşündüğümden olsa gerek, tırsıttı.)
- Trick (Numara) - Adam Rex (Orijinaldi. Korkutmadı ama güldürdü :D)
- A Walk Too Far (Fazla Uzamış Bir Yürüyüş) - Gloria Whelan (Yine başka bir korkulu rüyam.)
- The Goblin Book (Gulyabani Kitabı)- Brad Meltzer (Hazırlıksız yakalandım okurken :D Okumak isterseniz sizi Sıradakinden Alıntı bölümüne alalım.)
- Worms (Solucanlar) - Lane Smith (Pek orijinal değildi ama hem illüstre edilmesi, hem de şiirle öykünün anlatılmış olması artı puan kazandırdı gözümde.)
- The Dare (Meydan Okuma) - Carol Gorman (Pek orijinal değildi, ama ürperdim.)
- Chocolate Cake (Çikolatalı Pasta) - Francine Pross (Bir korkulu rüyam daha.)
- Krüger's Sausage Haus (Krüger'in Sosis Evi) - Mark Crilley (Aşağılık insanların hak ettiğini bulması güzel.)
- There's Something Under The Bed (Yatağın Altında Bir Şey Var) - Allan Stratton (Çok fena... O_O)
- Stuck in the Middle (Ortada Sıkışmış) - Abi Slone (Başka bir korkulu rüyam.)
- Don't Wet the Bed (Yatağını Islatma) - Alan Gratz (Anne babalar, işte bunlar hep sizin suçunuz.)
- The Final Word (Son Söz)- Josh Greenhut & Brett Helquist (Tahmin edilebilirdi, biraz da detaya girilebilirdi, bunlar eksik noktalar. Brett Helquist'in çizimleri ise her zamanki gibi yine çok iyiydi.)
- Whispered (Fısıldanan) - Jon Scieszka (Öykü bile sayılmaz ama olsun :D Yazının sonunda buna yer vereceğim.)
- Inventory (Envanter) - Jonatham Lethem (Bir alışveriş listenin sizi nasıl etkileyebileceğine iyi bir örnek :D)
- The Prisoner of Eternia (Sonsuzluğun Mahkumu) - Aaron Renier (Bence taşının o evden.)

   Bu arada, kapak resmini çok beğendim. Bobby Chiu ve Peter Chan'ın ortak çalışmasıymış, ellerine sağlık.

   Jon Scieszka'nın Whispered öyküsüyle bitirelim. (Evet daha demin öykü bile sayılmayacağını ve yazının sonunda bu öyküye yer vereceğimi yazmıştım ama olsun, belki listeyi okumayıp geçen vardır. Hazır parantez açmışken, gifin linkini vereyim, buyrunuz.)

   Oh man, we never should have listened to them.

   ''There's nothing under the bed,'' they said.

   ''Those noises are just the wind,'' they said. 

   ''It's just your imagination,'' they said. 

   We never should have listened to them. 

   Now shhhhhhh...

***
   Ahh, onları hiç dinlememeliydik.

   ''Yatağın altında bir şey yok,'' dediler.

   ''Sadece rüzgârın sesi,'' dediler.

   ''Hepsi senin hayal gücün,'' dediler.

   Onları asla dinlememeliydik.

   Şimdi şşşşşşşş...



Puan: 4

6 Eylül 2015 Pazar

Sıradakinden Alıntı

THE GOBLIN BOOK - BRAD MELTZER

   On his deathbed, my grandfather gave me The Goblin Book.

   “It’ll work for you,” he whispered. “It will.”

   Don’t worry. I was confused too. I didn’t like creepy old grandfathers who talked in riddles. It was annoying.

   But he explained how it worked. How a reader – usually a smart one – would be holding a book, lost in a story. And then, the book would feel odd in the reader’s hands.

   The book would feel heavy, then lighter, then heavy again.

   And then the reader would have the oddest feeling of all: that inescapable feeling that someone was watching them.

   It was true, of course. That was the gift of The Goblin Book. With it, I could find any reader…and watch them through their book.

   The best part?

   I can see you right now.

   I can.

   No, you think to yourself.

   But I can. And I’ll see you again tonight.

 Half-Minute Horrors, edited by Susan Rich

***

(becerebildiğimce çevirmeye çalıştım)

GULYABANİ KİTABI - BRAD MELTZER

   Dedem ölüm döşeğindeyken bana Gulyabani Kitabı'nı verdi.

   ''İşine yarayacak,'' diye fısıldadı. ''Göreceksin.''

   Merak etmeyin, benim de kafam karışmıştı. Bilmecelerle konuşan ürkütücü yaşlı dedelerin hastası değildim. Sinir bozucuydu.

   Ama kitabın nasıl iş gördüğünü açıkladı. Bir okuyucu-zeki bir okuyucu, genelde- hikâyenin içinde kaybolmuş bir halde, elinde bir kitabı tutacaktı. Sonrasında kitap, okuyucunun ellerinde bir tuhaf hissettirecekti.

   Önce ağır, sonra hafif, sonrasında yine ağır.

   Ve sonra da okuyucu, olabilecek en tuhaf şeyi hissedecekti: izleniyor olduğunun kaçınılmaz hissi.

   Doğruydu bu his, tabii ki. Gulyabani Kitabı'nın güzelliği buydu. Bunun sayesinde herhangi bir okuyucuya erişip... onu kitabından izleyebilirim.

   En iyi tarafı ne mi?

   Seni şuan görebilirim.

   Bunu yapabilirim.

   Hayır, sen öyle sandın.

   Ama görebilirim. Ve bu gece tekrar göreceğim de.

Yarım Dakikalık Korkular, düzenleyen Susan Rich

4 Eylül 2015 Cuma

Kitap Heberleri

   Bir süre önce Tudem'in güz katalogu çıkmıştı da, incelemeye fırsat bulamamıştım. Nihayet bugün aklıma geldi ve Tudem'in sitesine girdiğimde, genel katalogun da yayınlanmış olduğunu gördüm! -yani Delidolu, Tudem ve Desen'in bir arada olduğu bir katalog-. Katalogun ismi Güz Katalogu 2015 olduğuna göre, aşağıdaki kitapların birkaç ay içinde çıkması konusunda haklı bir umut duyabiliriz, ne dersiniz? :D Birkaçı geçen günlerde çıktı bile. İlgimi çeken kitapları iliştirdim aşağı.






   Bu kitapları katalogda görünce çok heyecanlandığımı itiraf etmem gerek :D Evet, var mı aralarından okumak istediğiniz? Bu arada, genel kataloga buradan, Tudem kataloguna ise buradan ulaşabilirsiniz.

   Katalogta dikkatimi çeken küçük bir nokta; şuan basımı bulunan bazı kitapların kapaklarının biraz farklı olması. Örneğin Umut Bıçağı - Patrick Ness ve İsyan - Ally Condie. Ama bu kapakların iptal edilen tasarımlar olduğunu düşünüyorum. Önceki kataloglarda da bu tür farklılıklar gözüme çarpmıştı, ama yeni basımlarda kitap kapakları değiştirilmemişti.

   Son olarak, küçük bir ricam var. Eğer bu kitap haberlerini paylaşmak isterseniz sıkıntı yok. Ama yukarıdaki görselleri paylaşacaksanız bloguma link vermenizi rica ediyorum, çünkü bir saatimi katalogu incelemeye ve bu resimleri derlemeye-hazırlamaya ayırdım. Eğer link vermeyecekseniz de kendi resminizi kendiniz hazır edin lütfen. Geçen seferlerde kendi derlemelerimi bazı sitelerde görünce ister istemez sinir oldum. Buna dikkat edilirse sevinirim. Teşekkürler şimdiden :)

   Edit: Asla Neden Diye Sorma'nın yorumu burada.
            Triffidlerin Günü'nün yorumu burada.

2 Eylül 2015 Çarşamba

Tazecik Kitap Yorumu: Sorgu ve Yanıt - Patrick Ness


   Serinin ilk kitabı Umut Bıçağı'nın yorumu burada.

   İlk kitabı okumadıysanız, bu yorumu okumanızı kesinlikle tavsiye etmiyorum. Spoiler yersiniz ilk kitaptan, uyarmadı demeyin. Yorumu yazarken hızımı alamayıp ikinci kitabın da derinliklerine girme ihtimalim var.

   En son Todd ve Viola -ki Viola vurulmuştu Davy tarafından-, Haven'a varmışlardı. Ne yazık ki Haven'ın artık Haven değil, Yeni Prentisstown olduğunu öğrenmişlerdi. Bizzat Başkan -artık Büyük Başkan- Prentiss karşılamıştı kendilerini.

   Kitap, Başkan'ın Todd'u sorgulamasıyla başlıyor. Elbette Başkan'ın yardımcısı, sorgu sırasında hırpalıyor Todd'u. Ah çocuğum ya, sürekli dayak yiyor :/ Sorgudan sonra, artık Başkan'ın yeni ikametgâhı olan şehir katedralinin, kulesine kapatılıyor Todd. Haven'ın eski başkanı da bu kulenin bir başka mahpusu.

   Todd, Başkan'ı Viola'nın nerede olduğu konusunda sürekli sıkıştırsa da Başkan hiç cevap vermiyor. Onun yerine Todd'a, Küçük Prentiss -yani Davy- ile yapacağı bir iş veriyor. Bu iş, şehrin birazcık dışında kalan, eski manastır alanındaki Mank sürüsüne -evet bir Mank sürüsü!- gözetmenlik etmek. Tabii sonradan onları köle gibi kullanmak da var... Bu Mank sürüsü ve insanlar arasındaki durumda, bir sömürgecilik eleştirisi gördüm ben. Aslında sadece bu da değil kitapta eleştirilen; cinsiyet ayrımcılığı, soykırım, terörizm...

   Todd bu işleri yaparken Viola nerede derseniz, kendisi bir şifaevinde; tedavi görüyor. Ara sıra Başkan Prentiss, Viola'yı gemiler hakkında sorgulamaya geliyor. Bu arada, Viola ile beraber öğeniyoruz ki, Mank Savaşı sırasında Yanıt adı verilen bir örgüt çıkmış ortaya, kimlerden oluştuğu bilinmeyen ve bombalarla saldırılarda bulunan bir örgüt. Meğer bu Yanıt'takilerin elebaşları, şifacılarmış! Viola'yı da kestiriyorlar gözlerine, savaşta liderlik edebilir diye, ancak Viola'nın tek istediği Todd'a kavuşabilmek.

   Başkan Prentiss'in Haven'ı ele geçirmesiyle şehirde işler de değişmiş tabii. Öğreniyoruz ki söylentiler doğruymuş, sahiden de Haven'da Sese karşı bir ilaç üretilmiş! Ne var ki Başkan, insanların elinden bu ilacı alıyor. Bir ödül olarak sunuyor ilacı, kendisine yardım edenlere bir ödül... Neredeyse tüm erkekleri de orduya alıyor -itirazın faydası yok elbette-. Birkaç ay içinde gelecek olan gemiler için şehre yeni bir düzen getirecek güya... Eh ne diyeyim, beyin yıkama seviyesi: Başkan Prentiss.

   Başkan Prentiss şehre güya yeni bir düzen getirdi, işler pek de fena değil derken, Yanıt ortaya çıkıyor. Yanıt'ın bombaları ile birlikte bu yalancı, sevimli düzende de çatlaklar oluşuyor. Bu çatlaklar büyüdükçe büyüyor ve her şey yıkılıyor. Savaşın nasıl olduğunu görüyoruz. Korkunç bir şey.

   Küçük bir spoiler: Görüyoruz ki Başkan Prentiss, Sesini silah gibi kullanabiliyor veya kapatabiliyor. Sesin kontrol edilebileceğinden emindim, bu sebeple pek şaşırmadım. Yine de Başkan'ı bu konuda takdir ettim.

   Kitap hem Todd'un, hem Viola'nın ağzından anlatılıyor. İkisinin de sürekli birbirlerini aramaları çok acıklıydı :'( Seviyorum sizi yahu.

   İlk kitaba göre bu kitabın mizah dozunu daha yüksek buldum. Çok eğlendim okurken. Ne var ki, kitaptaki şaşırtıcı olayları yeterince şaşırtıcı bulmadım, tahmin edebildim neler olacağını veyahut aslında neler olduğunu. Belki de kitapları çok düşünerek okuyorum kendimi akışa bırakmak yerine, bilemedim :D

   Yine bir SPOILER! Davy'yi pek sevmiyordum başlarda. Ama sonradan, babasının gözüne girmek için umutsuzca çabalayan o içindeki çocuğu gördükten sonra içimde bir şeyler değişti. Todd'la yakınlaşmaları da çok sevimliydi. Tam Davy'ye ısındım derken... lağnet ossun Başkan! Sen sahiden bir canavarsın... SPOILER BİTTİ.

   Küçük bir şikayetim var kitapla ilgili; maalesef kitapta bazı sayfalarda yazılar sıkışık tıkışık basılmış, okumayı zorlaştırıyor. Niye böyle oldu Delidolu? Hani bir-iki sayfa olsa neyse...

   Bu arada, kitapta güldüğüm ve ilgimi çeken bir bölümü paylaşmak istiyorum sizinle:

   ''Yeni Dünya'nın okyanuslarının balıkçılığa pek de uygun olmadığı ortaya çıktı.''

   ''Neden?''

   ''Çünkü balıklar tekne kadar ve hemen yanından yüzüp gözlerine bakarak seni nasıl yiyeceklerini söylüyorlar.'' Yeniden gülümsüyor. ''Ve sonra da yiyorlar.''

   Bu kısmın neden ilgimi çektiğine gelirsek... Demek ki balıkların da Sesleri var. Bu noktada şunu merak ettim; her hayvanın Sesi varsa, sadece normalde de sesi duyulabilen hayvanların mı Sesi duyuluyor? Yoksa böceklerin Sesleri de duyulurdu ve bu durumda imkânı yok, Yeni Dünya'da yaşanılamazdı. Öte yandan, balıkların da sesi duyulmaz ki... Bir başka ihtimal, sesle iletişim kurmayan hayvanların Sesleri yok. Sonuçta böcekler genellikle feromonlarla haberleşiyor. Bir fikir daha, Ses virüsünün beyni etkilediğini biliyoruz. Böceklerde beynin etkileneceği bölgesi mevcut mu? Mevcut değilse sorun yok. Balıklarda mevcut mu peki? Akıl yürütmeme yardımcı olursanız sevinirim :D

   Bu seriye yeniden başladığım için çok memnunum. Geçen sene nasıl o kadar kolay gözden çıkardım bu seriyi; kendime inanamıyorum. Ve, Patrick Ness'e, sevdiğim yazarlar arasına hoşgeldin diyorum.

   Kitabın sonuna da değinip yorumu bitireceğim. O NE BİÇİM BİR SONDU?! Aslında önceden dediğim gibi şaşırmadım. Ama yine de yüreğime oturdu, beynimi yaktı o son. Gel de kafayı yeme. Gel de sinirlerin bozulmasın. Neyse, link.


   Edit:
   Serinin üçüncü kitabı İnsan Denen Canavar'ın yorumu burada.
   Serinin buçuğuncu kitapları The New World (Yeni Dünya, 0.5), The Wide, Wide Sea (Engin, Engin Deniz, 2.5), Snowscape (Kar Umacısı, 3.5) yorumları burada.

Puan: 5