26 Temmuz 2016 Salı

Sıradakinden Alıntı

   ''Geçmişe ait eşyalar toplamayı seviyorum'' dedi Kemal çok önemli değilmiş gibi. ''O devirlerde insanların daha mutlu olduğuna inanıyorum. Muhtemelen öyle değildi, her çağın kendine özgü dertleri vardı, yine de bir zamanlar bizden daha mutlu insanların yaşadığını hayal etmek hoşuma gidiyor.''

14 Temmuz 2016 Perşembe

Tazecik Kitap Yorumu: The Rest of Us Just Live Here - Patrick Ness


   Birileri dünyayı vampirlerden/uzaylılardan/yeni tehlike her neyse ondan kurtaradursun, birileri de kenarda olabildiğince normal bir şekilde kendi hayatlarını yaşar.

   Peki, bir seçilmemiş kişi neden yaşar? Biz sadece seçilmiş kişilerin öykülerini okurken, sıradan insanlar ne yapar, ne eder?

   Konusu bakımından oldukça özgün bulduğum bir kitap oldu The Rest of Us Just Live Here (Biz de Yaşayıp Gidiyoruz İşte diye bir çeviri girişiminde bulunayım). Konunun işlenişi de güzeldi, ana karakterimiz Mikey ve onun ailesi ile arkadaşlarının hayatlarını parça parça öğreniyoruz, nihayetinde de etkileyici bir bütün oluşuyor. Bir yandan da her bölümün başında seçilmiş kişilerin neyle uğraştıklarını okuyoruz (ve bu noktada, aslında seçilmiş kişi öykülerinin ne kadar klişelerle dolu olduğunu görüp kıs kıs gülüyoruz). Kitabın dilinin esprili oluşu da güzel vakit geçirmeyi sağlayan başka bir etken.

   Ne var ki kitap beklentilerimi karşılayamadı. Bunun en önemli sebebi ise, Patrick Ness'in ana fikri iyi işleyememesiydi. Şimdiye kadar okuduğum diğer Ness kitaplarında, hep bir soruna değinilirdi ve bu sorun insanı gerçekten tatmin eden bir şekilde ele alınırdı. Kaos Yürüyüşü serisinde savaş, soykırım, cinsiyetçilik konularıydı mesela, Canavarın Çağrısı'nda kendine karşı dürüst olabilmekti. Bu kitapta da kendini olduğun gibi kabul edebilmek, hayatına bir anlam yüklemekti. Ancak her ne kadar karşılaştırma yapmayı sevmesem de, bu kitapta bunun ele alınışı cidden sığ idi. Birkaç yerde yazarın gerçekten çözüme yaklaştığını hissettim, ancak maalesef kitabın bitiminde tatmin olmadım.

   İnternette bu kitap için başka bir kapak tasarımı gördüm, hem de karanlıkta parlayanından *-* Bence o kapak daha çok yakışıyor bu kitaba.
 
      

   Patrick Ness'i seviyorsanız okuyabileceğiniz bir kitap. Ancak yazara başlamak için iyi bir kitap değil bence, önce diğer ağır topları görseniz daha iyi olur sanki :P

   Not: Biz, Ölümlüler adıyla Yabancı Yayınları tarafından dilimize de kazandırıldı.

Puan: 3

10 Temmuz 2016 Pazar

Kısa Kesmek İcap Ederse: Karanlık Cevher Serisi

        

   İnsanlar ve hayvan biçimindeki cinleri (bir nevi ruhları), hakikati gösteren altın bir pusula (nam-ı diğer aletiyometre), kuzey ışıklarının arasından görülen gökte bir şehir, iletişime geçemediğimiz paralel evrenler, cadılar, zırhlı ayılar, çingeneler, alimler, entrikalar, korkunç deneyler ve bir kuzey yolculuğu...


   Evet, muhteşem bir seriyi keşfetmiştim. Kitabın kurgusu, yazarın orijinal hayal dünyası beni benden almıştı... İlk kitapta her şey güzeldi, kitabın sonuna kadar. İkinci kitap da güzeldi, ancak ilk kitaba göre sönüktü kanımca. Üçüncü kitap ise zurnanın esaslı bir zırt deyişiydi.

   Kitabın ana karakteri on iki yaşında bir kız, Lyra. Kendisi küçük bir vahşi; damlarda dolaşması mı dersiniz, sürekli kavgalara karışması mı, çingenelerin kayıklarını arkadaşlarıyla basması mı... Lyra'ya hayret etmekten kendimi alamadım, sahiden çok ilginç, cesur, yalancı ve inatçı bir karakter.

   Serinin her kitabı, Lyra'nın başka bir yolculuğunu konu alıyor denebilir. İlk kitapta Lyra'nın kendi dünyasında kuzeye, ikincide evrenler arası, üçüncüde ise boyutlar arası ve Lyra'nın kendi içine yolculuğu anlatılıyor.

   Bu seri her ne kadar bir çocuk kitabı olarak bilinse de, bunun oldukça yanlış olduğunu düşünüyorum. Hem karanlık karakterler, dehşet verici olaylar barındırması hem de temelinde dini sorgulamaların bulunması, bence bunu en azından genç yetişkin kategorisine koyuyor.

   Lyra'nın dünyası, kilise temelli bir dünya. Din ve bilim beraber yürütülmekte, ancak bu, çarpık bir şekilde yapılmakta. Lord Asriel'in amacıysa din adına yapılan zulümlere son vermek ve her şeyin sebebi olduğu düşünülen Toz'un kaynağını bulmak.

   İlk kitaptaki bu çarpık din anlayışından doğan zulümlere karşı koyma kısmını takdir ettim. Ancak serinin her kitabında bu fikir daha farklı bir şeylere dönüşmeye başladı ve amacından saptı. Belki de amaç en başından beri buydu, bilemiyorum.

   İkinci kitapta Tanrı'nın aslında ilk meydana gelen melek olduğu ve kendisinden sonra gelenleri kandırdığı söylendi. Bu durumda da Lord Asriel bu ilk meleğe, Otorite'ye savaş açtı. Kitabın kurgusu dahilinde olayları ve yorumları göz önüne alarak, evet, eğer diğerlerini kandıran bir varlık mevcutsa ona baş kaldırmak mantıklıdır, diyorum, ancak devam kitabında işler biraz değişiyor. Biraz da bu sebeple seri, dünyanın birçok yerinde dini açıdan tartışmalara yol açmış.

   Üçüncü kitapta önceden oldukça dindar olan ama bir gün inancını tamamen terk eden Mary, Lyra ve Will'e ''Hıristiyanlığın çok büyük bir hata'' olduğunu söylüyor. Bu ifadeyi doğru bulmuyorum. Çünkü bu serideki hıristiyanlığın çıkış noktasıyla bizim dünyamızdaki hıristiyanlığın çıkış noktası bir değil. Belki de serideki dine hıristiyanlık denmemeliydi de, başka bir din ismi verilmeliydi. Ayrıca bu kitap (her ne kadar öyle olmasa da) çocuk kitabı olarak satılıyor. Çocuklarda belli bir yaşa kadar mecaz algısı olmaması sebebiyle bir çocuğun bu yargının sadece kitapta değil, kendi dünyasında da geçerli olduğunu düşüneceğini tahmin ediyorum. Bir çocuğa dinle ilgili bir konunun anlatılış şeklinin kritik olduğunu düşünüyorum.

   Bu arada Karanlık Cevher serisi, Narnia ile çokça karşılaştırılıyor, Narnia da dini temelli bir altyapıya sahip olduğu için. Ancak arada bir fark var bence. Narnia'da esasında iyi-kötü çatışması ve iyilerin kazanması var. Altta ise dini göndermeler. Küçükken Narnia'yı okuduğumda sadece iyi-kötü çatışmasını görmüştüm, dini göndermeleri fark etmemiştim bile. Bu açıdan, ikisinin karşılaştırılması yanlış kanımca.

   Ama aslına bakarsanız, son kitabı beğenmeme sebebim asıl olarak bu din algısı değildi. Sebebi kitabın tutarsız oluşuydu. Spoiler adı altında üç kitabın da beğenmediğim yönlerini yazayım.

   SPOILER UYARISI. İlk kitapta Lyra'nın ihanet edecek olmasından bahsediliyordu. Ben olsam ona ihanet demezdim, resmen  kelime oyunuyla esas olay çarpıtılmış oldu. Bir de, Lord Asriel ile Mrs. Coulter ezeli düşmanlardı, ancak kitabın sonunda karşılaştıklarında birden kendilerini birbirlerinin kollarına attılar. Benim anlayamadığım bir şeyler oluyor orada ama?..  İkinci kitap oldukça ilginç bir şekilde başladı, Will ve bıçağı derken de güzelce devam etti. Ama son kısımlarını pek beğenmedim. Ayrıca, Mrs. Coulter'ın on iki yılın ardından Lyra'ya bağlanması tuhaf.

   SPOILER DEVAMI. Evet, üçüncü kitapla ilgili sevmediğim o kadar çok şey var ki, yeni paragraf açma ihtiyacı hissettim. İlk kitaptan beri Lyra'nın dünyaları kurtacak olduğu söylenegeliyor ve tabii yapacağı her şeyi habersiz yapması gerektiği. Üzgünüm, ama ben seri bittiğinde Lyra'da seçilmiş kişi olduğunu gösteren bir şey göremedim. Evet, dünyaları kurtarabilecek kadar vasıflıydı, ancak dünyayı kurtarış biçimi o kadar saçmaydı ki, bu muydu yani? Will'e aşık olması? Aşklarının kaybolan Toz'u üstlerine çekmesi? On iki-on üç yaşında iki çocuğun dünyanın en büyük(?!) aşkını yaşayarak evrenleri kurtarması? Yani, niye bu iki çocuğun aşkı, cidden. Dünyadaki diğer aşıkların niye evrenlerin kurtulmasına hiçbir faydası olmadı? Mary'nin ''yılan'', Lyra'nın Will'e aşık oluşunun ''düşüş'' olarak isimlendirilmesi, İncil ayetlerinin bu kitabın kurgusuna uysun diye değiştirilmesi? Meh.

   SPOILER DEVAMI. Üst paragraf çok kalabalık oldu, buradan devam ediyorum. İlk kitapta söylenen başka bir şey, Lyra'nın Toz hakkında ileride en çok bilgi sahibi olacak insan olması. Bana hiç de öyle gelmedi son kitabı bitirdiğimde. Diğer ana karakterler kadar bilgiliydi o da. Ölüler dünyasına geçiyorum, bir ölü bile mi bekçileriyle konuşmayı denemedi? Aranızda orada ilk kabileler bile var, kaç bin/on bin/yüz bin yıldır oradasınız, hiç mi aklınıza gelmedi bekçilerinizle konuşmak, bir çıkış yolu aramak? Mrs. Coulter ile Lord Asriel'e gelelim. İkisi de serinin sonunda sevgi pıtırcığı olup çıktılar resmen. ''Ay biz aslında çok seviyoruz Lyra'yı, on iki yıldır hiç dönüp bile bakmadık ona ama şimdi hayatımızı onun için feda ederiz.'' Metatron'a gelirsek, sen kaç bin yıllık meleksin, ne kadar güçlüsün, kurnazsın, ama iki dakika içinde bir insanın cazibesine kapılıp yok ediliyorsun. Sen şimdiye kadar nasıl hayatta kalmıştın yahu? Son olarak da, savaşın nasıl sonuçlandığını öğrenemiyoruz, Lyra-Will aşkıyla her şey oldu bittiye geliyor bir anda. Niye o kadar savaş hazırlığı yaptınız ki o zaman canım? Bir de, ''Olduğunuz yerde semavi cumhuriyeti kurun''. Eeeeah. Kitabı bitireyim ama düzgün bir son yazmayayım; acıklı bir şey olsun, bir de mecazi bir şekilde bitsin ama mecazın ne olduğu anlaşılmasın. Neyse. SPOILER BİTTİ.

   Bu arada, ilk kitabı okurken Pullman'ın ırkçı olduğunu düşünmeden edemedim. Tatarlar korkunç zalimler olarak tasvir ediliyor, kitabın sonlarına doğru da karşımıza ölüm makinesi askerler olarak çıkıyorlar. Diğer kötü tasvir edilen millet ise biziz, Türkler. Türk çocuk kaçakçıları varmış. Kitapta Türk adının geçtiği başka bir yerse Lyra'nın anlattığı bir yalan hikâye. Sultanın emriyle bizim elçimiz gelip Asriel'i zehirlemeye çalışmış, ama sonra kabak kendi başına patlayıp ölmüş. Bu iki şeye baktığımızda, ikisinin de esasında kitabın kurgusuyla alakası olmadığını görüyoruz, çocuk kaçakçıları birkaç cümle haricinde kitapta yer almıyor bile, öbürü ise Lyra'nın arkadaşlarına anlattığı ayaküstü bir yalan. İnsan böyle kurguyla alakası olmayan küçük şeylerde neden haksız yere kendine çamur atıldığını merak ediyor.

   Kitapların isimlerine geleyim. İlk kitap için hem Kuzey Işıkları hem Altın Pusula ismi kullanılıyor. Kuzey Işıkları'nın daha uygun bir isim olduğu kanaatindeyim. Ancak serinin bütününe baktığımızda Altın Pusula daha uygun (Altın Pusula-Keskin Bıçak-Kehribar Dürbün). Ancak bu sefer de Kehribar Dürbün ismi pek uygun değilmiş gibi geliyor, çünkü altın pusula ile keskin bıçak kitaplardaki olayların temelini oluştururken, kehribar dürbün o kadar önemli değildi.

   İthaki'nin yeni kapak tasarımlarına da değinmek istiyorum. Bir şeyler çok fena karışmış.

      

   İlk kitabın kapağında Iorek ile Lyra var, tamam. İkinci kapakta aletiyometre (yani altın pusula) var, ama adı Keskin Bıçak? Üçüncü kitabın kapağında ise, ilk kitaptaki savaş sahnesi var. Niye ki? :D

   Bu seri için en beğendiğim üç kapak tasarımından ilkini yorumun başında vermiştim. Bir diğeri Folio Society baskısı.



   Son favorim içinse bir link bırakıyorum buraya, fotoğrafları izinsiz paylaşmak istemedim. Muhakkak bakın, çok güzeller :')

   Kuzey Işıkları'nın bir de filmi mevcut, izlemedim, izlemeyi düşünmüyorum. Ayrıca, Mrs. Coulter neden sarışın?

   Evet, bu bir Kısa Kesmek İcap Ederse yazısıydı. Serinin kitaplarını ayrı ayrı yorumlamak istemediğimden bu bölümü kullandım (bu sebeple alıntı da paylaşmadım, normal yorum yazmadan önce alıntı paylaşıyorum, biliyorsunuz), ancak bu sefer de bölümün adıyla çelişti yazdığım yazının uzunluğu. Ne yapalım.

   Toparlamak gerekirse, evet, sanırım çok sövdüm yazı boyunca. Ama şunu belirmeliyim ki, serinin ilk iki kitabını çok beğendim, özellikle de ilkini. Kitapların kurgusu oldukça orijinaldi, dili de espriliydi. Üçüncü kitapla uyuşamadık ama olsun. Seriyi sevdim yine de.

Kuzey Işıkları - Philip Pullman:  4,5 puan.
Keskin Bıçak - Philip Pullman: 4 puan.
Kehribar Dürbün- Philip Pullman: 3 puan.