24 Şubat 2016 Çarşamba

Cağaloğlu...

   Kasım ayından beri Cağaloğlu'na gitmedim. Oraya da gitmesem, okula gitmek haricinde evden ayrıldığım yok. Bu da demektir ki üç ayı aşkın vakittir evden gezme amacıyla çıkmadım. Hasta mıyım neyim :D

   Neyse, neler aldım? (cidden hastayım, kendi kendime de konuşmaya başladım bakın!)


Hayaletin Kanı, Benim Adım Slither, Benim Adım Alice, Hayaletin İntikamı - Joseph Delaney: Bu aralar Wardstone Günlükleri'ne taktım kafayı. Geçenlerde Hayaletin Kabusu yorumunu yayınlamıştım. Onun üzerine Hayaletin Kaderi'ni bitirdim, Benim Adım Grimalkin'i de bitirmek üzereyim. Dedim artık serinin şu kalan kitaplarını da alayım. Edit: Hayaletin Kanı için buraya, Benim Adım Slither için buraya, Benim Adım Alice için buraya, Hayaletin İntikamı için de buraya buyrunuz efenim.



Krizalitler - John Wyndham: Kitap Heberleri'nde, çıkacağından bahsetmiştim bu kitabın. Çıkmış, ancak farklı bir kapakla çıkmış ve niyeyse ciltli çıkmış. Şimdiye kadar Tudem/Delidolu'nun ciltli bastığı ilk roman sanırım.

Hasbüyü - Terry Pratchett: Diskdünya serisinin beşinci kitabı. Açıkçası arka kapak yazısını okuyunca, Wardstone Günlükleri'ni hatırlamadan edemedim. Delaney'in Pratchett'tan esinlendiği anlaşılıyor bazı noktalarda. Tabii bu kötü bir şey değil bence, geliştirip de ortaya koyuyor bunları çünkü.

   Vee, birkaç ayraç ile kartpostal... Önceki yazımda da belirtmiştim, yine belirteyim, Tudem'in bu yeni ayraçlarına bayılıyorum! Kartpostalları da kullanmayacağımı (kullanmaya kıyamayacağımı) bile bile aldım da neyse :D

   İyi günler, başka yazılarda görüşmek üzere!

6 Şubat 2016 Cumartesi

Tazecik Kitap Yorumu: Hayaletin Kabusu - Joseph Delaney


   Serinin birinci kitabı Hayaletin Çırağı'nın yorumu burada.

   Serinin ikinci kitabı Hayaletin Laneti'nin yorumu burada.

   Serinin üçüncü kitabı Hayaletin Sırrı'nın yorumu burada.

   Serinin dördüncü kitabı Hayaletin Savaşı'nın yorumu burada.

   Serinin beşinci kitabı Hayaletin Hatası'nın yorumu burada.

   Serinin altıncı kitabı Hayaletin Kurbanı'nın yorumu burada.

   Hayalet, Alice ve Tom, Chipenden'daki eve geri dönmektedirler. Ancak yol boyunca görürler ki köyler, düşman askerleri tarafından yakılıp yıkılmıştır. Kendilerinin güvende olup olmayacaklarını düşünürken, en kötüsünün çoktan gerçekleşmiş olduğunu görürler: Chipenden da saldırıya uğramıştır, Hayalet'in evi de ateşe verilmiştir. Ve evet, onlarca belki de yüzlerce yıllık el yazmalarıyla dolu olan kütüphanesi de külden ibarettir artık. Hayalet'in hüznünü iliklerimde yaşadım resmen.

   Kitap boyunca gerçekleşen tek kötü olay bu da değil elbette. Hayalet evinin yakılmasından beri sürekli bir depresyon halinde sayılır zaten, yetmezmiş gibi Karanlık'ın Eyalet'i ele geçirdiği korkunç kabuslar görmektedir. Bir noktada Hayalet'in dayanamayıp kalp krizi geçirmesini bile bekledim diyebilirim. Kitap boyunca Hayalet'e verilen haberlere bakacak olursanız ne demek istediğimi anlarsınız:

   ''Eviniz ve kütüphaneniz yakıldı Bay Gregory.''

   ''Kemikli Lizzie onu hapsetmiş olduğunuz çukurdan kaçmış Bay Gregory.''

   ''Caster bile düşman askerlerin elinde olduğundan Arkwright'ın evine de sığınamayız Bay Gregory.''

   ''Siz savaştan kaçıp adamıza geldiniz ama biz yabancıları sevmeyiz, bu sebeple sizi öldüreceğiz Bay Gregory.''

   ''Bizi iki dakikalığına bir işe gönderdiniz ama muhafızlar tarafından yakalanıp hapse atıldık, gün doğarken de içine çivi döşenmiş bir fıçı içinde bizi tepeden aşağı yuvarladılar Bay Gregory.''

   ''Aydınlık uğruna savaşabilmek için Karanlık'la ilgili sizin hiç onaylamadığınız yöntemler kullanıyoruz Bay Gregory.''

   E, Bay Gregory ölsün o zaman. Biriniz de olumlu haber verin! Eh, kitabın sonu olumlu bir haber barındırıyor denebilir, ama yazdıklarımın yanı sıra yazmadığım da birçok talihsizlik var, bu sebeple küçük kalıyor diğerlerinin yanında o haber.

   Yukarıda yazmış olduğum kısımdan az buçuk anlamışsınızdır kitap boyunca neler olduğunu. Ama yine de kısaca yazayım. Chipenden'daki ev yakılmış olduğu için Caster'a, Arkwright'ın değirmenine kalmaya giderler. Ancak etraf düşman askeri ve mülteci kaynamaktadır. Bu sebeple grubumuz bir tekneyle Mona Adası'na giderler. Adada hoş karşılanmazlar, çünkü ada halkı mültecileri sevmemektedir, biraz da zalim tiplerdir. Adaya çok fazla sayıda mülteci gelmesi ve birkaç cinayet işlenmesi sebebiyle cadı avı başlatırlar, bizim grubun da başı belaya girer.

   Bu kitapta buggane denen bir yaratıkla karşılaşıyoruz. Ayrıca bir insanatla da içli dışlı oluyoruz, ki buna şaşırdım, ama pek sevdim kendisini. Kuş cadısı denen bir cadı türü olduğunu öğreniyoruz. Bir de, bir şamanı tanıyoruz, aman eksik olsun. Bu kitapta epey farklı türleri tanıma imkanı buluyoruz anlayacağınız, normalde serinin diğer kitaplarında sadece bir tür üzerine yoğunlaşılırdı -eğitim süreçleri hariç-. Bu bakımdan biraz farklı bir kitap olduğu söylenebilir.

   Kitabın aksiyon seviyesi iyiydi. Olaylar sürükleyiciydi de. Sadece Bay Gregory'nin bu denli üzülmesi hoşuma gitmedi. Bu adam ne etti size, he? Kütüphanesini yakmak nedir, terbiyesizler? Ev yıkıldığı için artık öcünün oraya bağlı kalması şartı kalktığı ve öcü gittiği için de çok üzgünüm. Severdim kendisini, Chipenden'ı sevimli kılan şeylerden biriydi. Chipenden'daki evi de epey severdim, sanki kurgu ev değilmişçesine. Öf, her türlü üzüldüm yahu. En azından daha fazla kayıp verebilecekleri bir şey kalmadı. İleride üzülmeyiz. (Şimdi Joseph Delaney bunları okusa kıs kıs gülerdi herhalde. ''Daha fazla kayıp verebilecekleri bir şey kalmadı mı? Peki ya karakterleri öldürürsem?'' Böyle bir şeyi kesinlikle istemem ama yapacağından da eminim.) Neyse, o kadar ilerisini düşünmeyelim, bu kadar hüzün yeter.

   Edit:
   Serinin sekizinci kitabı Hayaletin Kaderi'nin yorumu burada.
   Serinin dokuzuncu kitabı Benim Adım Grimalkin'in yorumu burada.
   Serinin onuncu kitabı Hayaletin Kanı'nın yorumu burada.
   Serinin on birinci kitabı Benim Adım Slither'in yorumu burada.
   Serinin on ikinci kitabı Benim Adım Alice'in yorumu burada.
   Serinin on üçüncü kitabı Hayaletin İntikamı'nın yorumu burada.
   Serinin on dördüncü kitabı Hayaletin Cadıları'nın yorumu burada.

Puan: 4

Sıradakinden Alıntı

   ''Kemikli Lizzie banyo mu yapıyor? Üstüme iyilik sağlık!'' dedi Hayalet ondan alışkın olmadığım bir şeyi yapıp gülümseyerek.

2 Şubat 2016 Salı

Tazecik Kitap Yorumu: Prens Caspian - C. S. Lewis


   Serinin ilk kitabı Büyücünün Yeğeni'nin yorumu burada.

   Serinin ikinci kitabı Aslan, Cadı ve Dolap'ın yorumu burada.

   Serinin üçüncü kitabı At ve Çocuk'un yorumu burada. 

   Lucy, Susan, Edmund ve Peter, bir istasyonda kendilerini okula götürecek treni beklemektedirler. Derken, hepsi bir çekiştirme hissi duyar. Onları çeken ne derseniz, büyüdür bu; Narnia'ya çağrılmaktadır çocuklar.

   Çocuklar kendilerini buldukları yerde çevreyi keşfetmek üzere yürümeye başlarlar, bir harabeye denk gelirler. İlk başta anlayamazlar buranın neresi olduğunu, sonradan fark ederler; hüküm sürerken kaldıkları saray Cair Paravel'dir burası. Ancak sarayın yıpranmışlığına bakılacak olursa yüzyıllar geçmiş gibidir aradan. Halbuki onlar Narnia'dan döneli sadece bir yıl olmuştur! Böylece zamanın Narnia'da bizimkine eş bir şekilde akmadığını anlarlar.

   Sarayın hazine odasından Aslan'ın kendilerine vermiş olduğu hediyeleri alır çocuklar, ne var ki Susan'ın yardım çağırmaya yarayan büyülü borusu kayıptır. Bu çocukların canını sıksa da, yapacak bir şey yoktur.

   Cair Paravel oldukça ıssız ve terk edilmiş durmaktadır. Sarayın yakınlarındaki derede bir kayık belirince bu sebeple şaşırırlar. Kayıkta iki muhafız ve bir esir vardır. Muhafızlar esiri suya atarlar. Çocuklar bu durumu görünce kayıtsız kalamazlar, muhafızların hakkından gelip esiri kurtarırlar.

   Esir, Yaygaracı adında bir cücedir. Kendisi Prens Caspian'ın yardımcılarından biridir. Çocuklara Prens Caspian'ın gerçek Narnia Kralı olduğunu, ancak zorba amcası Miraz sebebiyle hakkı olan tahtı elde edemediğini anlatır çocuklara. Caspian Narnialıları yanına alarak Miraz'a karşı bir savaş başlatacaktır, ancak oldukça yetersizdir imkanları. Bu sebeple de büyülü boruyu çalmış ve yardım geleceğini ummuştur. Bu yardımın ya Aslan'ın ya da yüzyıllar önce hüküm sürmüş olan dört kardeşin gelmesiyle olacağına inanıyordur Caspian. Yaygaracı da, yardıma gelecek olan kişileri bulmakla görevlendirilmiştir (gelecek olan kişilerin efsaneler dolayısıyla Lamba Çoraklıkları'nda veya Cair Paravel'de belirecekleri tahmin edilmiştir). Ne var ki Yaygaracı, Cair Paravel'e yaptığı yolculukta Miraz'ın adamları tarafından yakalanır. Ama şansa bakın ki, aradığı insanlar tarafından kurtarılır.

   Çocuklar Yaygaracı'ya yıllar önce hüküm süren kral ve kraliçelerin kendileri olduğunu söylerler, ancak Yaygaracı karşısındakilerin sadece birer çocuk olduğuna inanmaktadır. Ancak çocuklar kendilerini çeşitli alanlarda kanıtlayarak Yaygaracı'yı ikna ederler. Artık yapmaları gereken Caspian'ı bulup ona savaşta yardım etmek ve Narnia'yı zorba Miraz'ın elinden kurtarmaktır.

   Bu kitabı pek bir seviyorum (diğer Narnia kitaplarını da seviyorum elbette, ama sanki buna sevgim ağır basıyormuş gibi hissediyorum). Bunda karakterler ve olay örgüsü de etkili. Pevensie kardeşleri (Lucy, Edmund, Susan ve Peter) pek bir seviyorum zaten. Ayrıca bu kitapta Caspian, Yaygaracı ve Bastıbacak gibi şahane tipler de katılıyor karakterler arasına. Yaygaracı'nın konuşma tarzı çok hoşuma gidiyor (şaşkınlığını, laflarının sonuna alakalı alakasız birkaç kelime koyarak belirtiyor, ''sakal ve karyola!'' örneğin :D), bu tarzıyla kendisinden sonra oluşturulan birçok karaktere de ilham verdiğini düşünüyorum. Bastıbacak ise, cüssesi minik, yüreği kocaman bir fare. Farelerin kitabın sonundaki bir sahnesi de çok etkileyiciydi, belirtmeden geçmeyeyim. Caspian'a bir şey yazmama lüzüm yok, ne de olsa bu kitap onun için yazıldı :P

   Bu kitapta da, serinin önceki kitaplarında olduğu gibi, dinle/inançla ilgili birkaç ufak metafor vardı. Aslan varsa olmaması kaçınılmaz zaten aslında.

    Kitabın sonu oldukça hoştu. Eh, muhteşem bir kitaba, oldukça güzel bir son :) Sıra serinin devam kitaplarında, ne zaman yorum yazarsam artık...

Puan: 5