Can Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Can Yayınları etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

10 Aralık 2021 Cuma

Tazecik Kitap Yorumu: Ihlamurlar Altında Gezinti - Friedrich Schiller

   
    Ihlamurlar Altında Gezinti, Schiller'in beş öyküsünün derlemesinden oluşuyor.

    Öykülerden ilki Yüce Gönüllü Bir Davranış'ta, aynı kadına aşık olan iki kardeşi konu alan bir anekdot aktarılıyor. Pek sevdiğim bir öykü olmadı.

    İkinci öykü Onurunu Yitiren İnsanın Suçu, suçluları ötekileştirmek ve yalnızca eylemlerine odaklanmak yerine, onları bu suça niyetlendirenin ne olduğunu öğrenmemiz gerektiğini, bu sayede doğru şekilde hareket ederek bu kişileri topluma yeniden kazandırabileceğimizi yahut zamanında gerekli önlemleri alarak suçu engelleyebileceğimizi savunuyor. Yazarın kendi ağzından bir cümle alıntılayacak olursam: "...Kötü huy ve alışkanlıkların otopsisi belki insanlığa ve kim bilir belki de adalete bir şeyler öğretebilir." Schiller bu otopsiyi yaparken "kişinin doğası mı yoksa yetiştiği çevre ve yaşadığı ortam mı" sorularına yanıt verecek şekilde Wolf'un yaşanmış öyküsünü anlatıyor. Kitapta en etkilendiğim öykü bu oldu, çünkü yazarın fikirleri gerçekten çağının ötesindeydi. Öykü 1786'da yayınlanmış ve Batı'da yazarın önerdiği fikrin benimsenmesi ve bunun üzerine araştırmalar yapılıp teoriler geliştirilmeye başlanması yaklaşık 200 yıl alıyor.

    Üçüncü öykü Alba Dükünün Rudolstadt Şatosu'ndaki Kahvaltısı, Yıl 1547, Kontes Catharina von Schwarzburg'un Thüringen'den geçecek olan İspanyol ordusunun halkına zarar vermemesi için dük ile anlaşma yapmasını, ancak dükün sözünü tutmaması üzerine harekete geçişini anlatıyor. Kısa olsa da epey keyif aldığım bir anekdot oldu. 

    Dördüncü öykü Kaderin Oyunu, prensin gözüne girip bürokrasinin basamaklarını uçarcasına çıkan ve sonrasında gücünü kötüye kullanan G***'nin başına gelenleri konu ediniyor. Bu öyküyü takip etmek kitaptaki diğer öykülere göre daha zordu. Abartmıyorum, içinde on fiilimsi barındıran cümleler vardı. Belki cümlenin yapısı biraz değiştirilip gerekli yerlere noktalama işaretleri konarak anlam daha net bir şekilde aktarılabilirdi. 

    Son öykü Ihlamurlar Altında Gezinti, Wollmar ve Edwin adında dünyaya bakış biçimleri birbirine taban tabana zıt iki arkadaşın diyalogundan oluşuyor. Bu denli keskin zıtlıklardan hoşlanmadığımdan öyküyü de pek sevemedim maalesef. 

    Kitabın kapak illüstrasyonu İrem Gökçem Tunçay'a ait. Baktıkça huzur doluyorum, ellerine sağlık Tunçay'ın.

    Schiller'in yine Can Yayınları'ndan çıkan, Hayaletgören adında bir romanı varmış. Eğer imkanım olursa onu da okumayı düşünüyorum. 

Puan:


23 Ekim 2020 Cuma

Leyleğin Getirdiği

   Blogta 2018'in sonunda aldığım kitaplara yer vermişim en son. Aradan geçen iki yılda aldıklarımdan toplamda üç yazıda bahsetmeyi düşünüyorum. Bu yazıda leyleğin en son getirdiklerini göreceksiniz. Hoşgeldiniz, parke muşambalı fotoğraflarımı özlediyseniz sizi VIP köşesine alalım.

   Leylek idefix'ten. Hemen her birini %55-60 arasında bir indirimle aldım kodlar sayesinde.

Kızıl Kahkaha - Leonid Andreyev: Andreyev oldukça merak ettiğim bir yazardı, üslubu hakkında da övgüler görmüştüm. Özellikle Kızıl Kahkaha kitabı tavsiye edildiğinden bununla başlamak istedim, sonra da ver elini Yahuda İskariot.

Aile Bağları - Iréne Némirovsky: Can Yayınları'nın Kısa Modern serisine başlamayı Kısa Klasikler kadar olmasa da istiyordum. Aile Bağları konusuyla ilgimi cezbetti, aile içi gerilim ve uzaklık temalarını hep sevmişimdir. Özellikle filmlerde bu konunun aile sofrası üzerinden işlenmesi çok hoşuma gidiyor. (Genel olarak sofra gerilimini de seviyorum gerçi, kendisine bir alt dalı hak ediyor!)

Benjamin Button'ın Tuhaf Hikâyesi - F. Scott Fitzgerald: Küçükken filmini izlemiştim ve sevdiğimi hatırlıyorum. Masumiyetin yitişi ve tecrübenin kazanılışını nasıl ele aldığını merak ediyorum, nihayetinde bunlar yaşla ilişkilendirdiğimiz kavramlar biraz.


Nasıl Ölünür - Émile Zola: Yazarın Germinal adlı eserini okumayı istiyordum epeydir, ancak imkanım olmamıştı. Şimdi Kısa Klasikler kapsamında başka bir eserinin basıldığını görünce neden bununla başlamayayım dedim. Konusu da oldukça güzel, toplumun farklı sınıflarının ölümle nasıl yüzleştiğini gösteriyor. Ayrıca, bu serinin kapaklarına bayılıyorum, her biri ayrı bir sanat eseri!

Lapa Lapa Kelebek Yağıyordu - Charles Darwin: İsmine ayrı, kapağına ayrı, konusuna ayrı vurulduğum bir kitap oldu. Keşif anlatılarını da oldum olası sevmişimdir. Darwin'in Beagle Yolculuğu'ndan bir kesit sunuyor kitap.


Tipi - Vladimir Sorokin: Salgın, tipi, bilim kurgu ve Rus edebiyatı? Bir insan daha ne isteyebilir.

Karanlık Dükkanlar Sokağı - Patrick Modiano: Hafızasını yitirmiş bir dedektifin kendi kimliğinin peşine düşmesini anlatıyor. Kimlik arama temasını seviyorum epey. Bir de itiraf edeyim ki tanıtım yazısını okuyup "hafızasını yitirmiş dedektif" kalıbını görünce aklıma direkt Disco Elysium geldi, almamda katkısı olmuş olabilir bu bağlantının, evet.

 


Elden Düşme Dünya - Wilhelm Genazino: Yazarın önceden Aşk Aptallığı kitabını okumuştum. Üslubunu sevsem de konusu beni pek bağlayamamıştı. Bu kitabınınki çok daha cazip geldi, hayatımızdaki her şey "elden düşme" midir?

Siyah Lale - Alexandre Dumas: Küçükken bu kitapla sağlıksız bir ilişkim vardı. Bende çocuklar için kısaltılmış versiyonu mevcuttu. Bitirdiğim gibi yeniden başlardım, rahat on-on beş kez okumuşumdur. Nasıl bırakmayı başarabildim acaba. Bakalım şimdi okuyunca neler olacak :P

6 Şubat 2019 Çarşamba

Leyleğin Getirdiği

   İdefix'ten neler almışım hele...


Kötü Haber - Edward St. Aubyn: Patrick Melrose serisinin ikinci kitabı. Daha seriye başlamadan bile ikinci kitabı okumak aklımda vardı, zira dizi uyarlamasının ilk bölümü bu kitabı temel alıyordu ve oldukça çılgıncaydı.

Bay Binet - Ayşe Acar: Yüzyıl serisi hakkında olumlu yorumlar duyup merak ettiğim bir seri. 14.90 kampanyasından almıştım kitabı. Ara sıra tekrar indirime giriyor, şuan da indirimde almak isterseniz.

Ceberut Martin - William Golding: Çıktığı gibi gözüme kestirdiğim bir kitap olmuştu Ceberut Martin. Hayatta kalma mücadelesi teması pek sevdiğim temalardan. Buna ek olarak, arka kapakta bahsedilen gerçeklik-gerçekdışılık çatışması da ilgimi ayrıca çekti.

   Ve geliyoruz şimdi gönlümün efendilerine...

   Eğer vaktinde yazabilmiş olsaydım sizlere Patrick Ness'in çıkacak olan iki kitabını haber verecektim birkaç ay önce (hımmm, neredeyse yarım yıl önceymiş). Kitaplara bakmıştım. İç geçirip, kim bilir ne zaman okurum, demiştim.

   Bir gün o iki kitabın D&R'da satışta olduğunu gördüm. Hem de imzalı. Diyordum yok yahu, nasıl imzalı olsun, yanlış girmişlerdir. İndirim oranı %15'ti. Aslında günümüz fiyatlarına göre kitaplar neredeyse aynıya, hatta daha ucuza denk geliyordu. Ancak yine de o denli para harcamayayım deyip bağrıma taş bastım.

   Ve sonra kitapları İdefix'te %40 indirimli gördüm! İndirim kodu da vardı hem. Haykırdım, tutmayın beni!..

   Kimse tutmadı tabii, niye tutsunlar. Ve kitaplara kavuştum, o güzelim kitaplara... İmzalı olacaklarına gerçekten inanmıyordum ancak vallahi de imzalı çıktı. En sevdiğim yazarlardan birinin iki imzalı kitabına sahip oldum. Düşündükçe hayret ediyorum.



And The Ocean Was Our Sky - Patrick Ness: Moby Dick öyküsünü tersyüz eden bir kitap bu. Baskı kalitesi de muhteşem; şömizi ayrı cildi ayrı güzel. İllüstrasyonlara değinmiyorum bile. Kuşe kağıda basılmış. Şuan ziyadesiyle şekilci konuştuğumun farkındayım. Ancak bunları şunun için söylüyorum, böylesi kaliteli baskıya sahip bir kitabı, bizim yayıncılarımızdan indirimle bile yetmiş liradan ucuza görebileceğimizi sanmıyorum maalesef. Gelinen nokta epey üzücü. Bir de not düşeyim, şuan İdefix'te yarı fiyatına kitap, üstüne indirim kodu da kullanabilirsiniz.

Release - Patrick Ness: Adam Thorn'un bitmek bilmeyen bir günü ve o gün yaşananların doğurduğu sonuçlar. Kitabı okudum, yorumunu da yazmak üzere kolları sıvadım. Umuyorum ki yakında paylaşırım sizinle. Edit: Yorum.

   Geriye kaldı son bir leylek yazısı. Onu ne zaman yayınlarım bilemiyorum.

16 Ocak 2019 Çarşamba

Leyleğin Getirdiği

   Leylekler Eganba'dan.


Ağustosböceği - Shaun Tan: Shaun Tan'ın en son çıkan kitabı. Kargonun gelişi tam derse gitmek için yola koyulduğum vakte denk geldiğinden, kargoyu açışım ders öncesi oldu. Arkadaşlarımla hüzünlü bir şekilde bolca "yaaaaa" çekerek okuduk. Bir gün detaylı yorum da yazarım elbet (yazamadı).



Unut Gitsin - Edwards St. Aubyn: Yazın Patrick Melrose dizisini izledim. Pek bir içim parçalandı izlerken, epeyce sevdim de diziyi. Kitabın varlığından dizisinden önce haberdardım aslında, Kitaplık Kedisi'nde görmüştüm ilk. Kitabın yarı-otobiyografik oluşu insanı daha da kötü yapıyor. Serinin ilk iki kitabını okumayı düşünüyorum şimdilik, devamını okuyup okumamaya sonra karar vereceğim.

Tabiata Giden Bütün Yollar - Andrea Barrett: Yüz Kitap'ın yayınladığı son öykü kitaplarından. Hem bilim insanlarını konu alışı hem de güzelim kapağı beni cezbetti. Kitap elime geçip de künyesine bakınca ne göreyim: Kapak illüstrasyonu Yelena Bryksenkova'ya aitmiş! Kendisi çok sevdiğim illüstratörlerden biridir. Onun bir eserini barındıran bir kitaba sahip olmak da epey hoş oldu benim için.

Soğuk Deri - Albert Sanchez Pinol: Jaguar'ın Prospero serisinin ilk kitabı. Umuyorum ki yorumu da yakında. Edit: Yorum.



Şikeste, Evlilikler, Sirius Deneyleri, Gezegen 8 - Doris Lessing: Kanopus Arşivleri serisini okumayı oldukça uzun bir süredir istiyordum. Tam artık gözümü karartmış Şikeste'yi alacakken setin %45 indirime girdiğini gördüm. Esasında zam öncesi fiyatıyla %40 indirime denk geliyor, ki sık sık yapılırdı bu indirim. Şimdiyse %35'e bile pek rastgelmedim sanırım.

   Seriden Evlilikler hasarlı gelmişti, değişim talebinde bulundum. Ne telefonda bekletildim ne de değişim sürecinde herhangi bir aksaklık yaşadım. Benim kitabı geri gönderip kargo takip numarasını bildirmemin üzerinden yarım saat geçmeden karşı taraftan kargonun yola çıktığı mesajı geldi, hemen ertesi günü de kitap elime ulaştı. Çok memnun kaldım, iş ahlâklarını takdir ediyorum. Arada başka sitelerin kampanyaları sebebiyle gözüm kaymasa, Eganba'dan şaşmazdım açıkçası.

   Ufukta birkaç leylek daha var, ancak onlardan sonra bahsedeceğim. Yeni yazılarda görüşmek üzere...

12 Şubat 2017 Pazar

Tazecik Kitap Yorumu: 1984 - George Orwell


   Geçenlerde Orwell'ı oynamıştım. Dedim bunun üstüne de 1984'ü okuyayım. Okudum, şahane de oldu.

   1984, zıtlıkların bir potada eritilip öğretiye dönüştürüldüğü (savaş barıştır, kölelik özgürlüktür gibi), her yerde insanları gözetleyen tele ekranların olduğu, düşünce polislerinin aykırı insanları buharlaştırdığı, sürekli bir savaş halinde olan bir ülkedeki nefret ve korku temelli bir toplumu anlatıyor.

   1984 kült bir kitap, duymayan kalmamıştır herhalde. Kitabın konusunu daha fazla anlatmak istemiyorum; konusunu biliyorsanız sizi sıkmamak, bilmiyorsanız da kitabın merak unsurunu bozmamak için.

   Konusundan daha bahsetmeyecek olsam da, birkaç noktaya değinmek istiyorum. Kurgunun altyapısı gerçekten sağlam. Özellikle kelimelerin yok edilmesi çalışmaları aklımı başımdan aldı. Çünkü bir insandan kelimeleri esirgerseniz, onun düşüncelerini ifade etmesine de engel olmuş olursunuz. Ayrıca, kitabın sonuna da gerçekten bayıldım. Böyle bir kitaba böylesi bir son olabilirdi. Orwell adlı oyunun sonu da, bu kitaba yaraşır bir biçimde.

   Kitabın atmosferi şahane. Kasvetli, karanlık, sizi her an diken üstünde hissettiren türden. 1984'ü okuyarak gözetlenmeyi, Orwell'ı oynayarak ise gözetlemeyi tatmış oldum.

   Orwell deyip duruyorum ancak oyunun tadını kaçırmak istemem, oynayıp da görmeniz çok daha iyi olacaktır. Steam linkini de şuraya iliştireyim.

   Kitabın çevirisine değinecek olursam da... Bende 1984'ün hem eski hem yeni baskısı vardı. Eski olanın çevirmeni Nuran Akgören'di, yeni olanınsa Celâl Üster. Kitabın orijinalini açtım internetten, bu iki çeviriyi de koydum önüme, bir karşılaştırma yaptım. Gördüğüm kadarıyla Nuran Akgören kelimeleri birebir çevirmiş, Celâl Üster ise cümleleri Türkçeleştirme yoluna gitmiş. İkisinin çevirilerindeki en büyük fark da Yenikonuş/Yenisöylem sözcüklerinde ortaya çıkıyordu sanki.

   Biraz daha inceleyince Nuran Akgören'in çevirisinde bazı kelime eksiklikleri olduğunu fark edip Celâl Üster çevirisini okumakta karar kıldım. Eski basımdaki kelime eksiklikleri belki temel alınan yurtdışı basımından kaynaklanıyordur, emin değilim. Çünkü kitabın can alıcı kısımlarından birinde de önemli bir eksiklik mevcut, ki bu yeni baskıda not olarak düşülmüş.

   Celâl Üster'in çevirisi gayet iyi. Birkaç yerde kelime seçimlerini garipsedim diye hatırlıyorum. Öte yandan onlara çeviri notu koymayıp da ''adıl''a dipnot düşülüp ''zamir'' yazması da tuhaf geldi.

   Kitabın ön sözünden de bahsetmem lâzım. Hayvan Çiftliği'ni okuduğumda maalesef kitaba ön sözden başlamıştım ve kitaba dair her şeyi, hatta kitabın sonunu da öğrenmiştim. Bu sefer öyle bir şeye maruz kalmayayım diye kitabı bitirdikten sonra okumak üzere ön sözü atladım. ''Elinizdeki Çeviriye İlişkin Bir Açıklama'' kısmını ise okuyayım dedim, çünkü yukarıda bahsettiğim üzere hangi çeviriyi okumam gerektiğine karar vermeye çalışıyordum. Ve bilin ne oldu? Esaslı bir spoiler yedim... Pat diye yazıvermişler resmen kitabın sonunu, insan uyarı koyar. İkinciye dilim yandı, sinir oldum. Ayrıca, eğer Hayvan Çiftliği'ni okumadıysanız 1984'ün ön sözünden ciddi spoiler yiyeceksiniz demektir, aman dikkat.

   Kitabın sonunda da Yenisöylem kurallarını açıklayan bir ek bulunmakta. Bu ek kitabın bir parçası. Ek için çevirmene teşekkür edenlerin bulunduğunu gördüm, bu sebeple ek kısmını ''yazarın'' yazmış olduğunu belirtmek istedim. Zaten çevirmenin bu kadar detaylı bir ek yazabilmesi mümkün değil, çünkü ekte Yenisöylem'in kurallarından bahsedilmekte. Kitabın başlarında da ''ek'e bakınız'' cinsinden yazarın notu var. Yazar çevirmenin hazırlayacağı eki ne bilsin... Ne takıldım bu konuya yahu, geçiyorum.

   1984 çarpıcı bir konusu ve şahane bir kurgusu olan bir kitap. Neden kült olduğunu anlamak zor değil. Eğer çok bilinen kitaplara dair bir ön yargınız varsa, bu kitap o ön yargıyı kırmak için iyi bir başlangıç olacaktır. İyi okumalar...

Puan: 4,5

7 Şubat 2017 Salı

Sıradakinden Alıntı

   Winston birden, çağdaş yaşamın asıl özelliğinin acımasızlığı ve güvensizliği değil, yavanlığı, donukluğu ve kayıtsızlığı olduğunu fark etti.

19 Aralık 2015 Cumartesi

Seçmeceler


   Geçen hafta bu kitabı; Doğu Yolculuğu'nu okuyordum. Okuma düzenimin bozulması sebebiyle, gerekenden uzun bir sürede bitirdim kitabı maalesef.

   Kendimi gerçekten üzgün hissettiğim bir anda ne yapacağımı bilemeyip, kitabı okumaya karar verdim (bir haftada ancak yirminci sayfalara gelebilmiştim). Kitapta kaldığım yerdeki ilk cümleyi okuyunca, az daha koyverecektim kendimi:

   Çok değerli, bir daha geri gelmeyecek bir şeyi yitirdiğimizde, bir düşten uyandığımız duygusuna kapılırız.

30 Nisan 2015 Perşembe

Tazecik Kitap Yorumu: Masallar - Hermann Hesse


   Hermann Hesse ile tanışmam, onun bir hikayesini okumamla olmuştu. Ziegler adında bir kahramanı vardı hikayenin. Çok sevmiştim hikayeyi, biraz araştırınca da Hesse'nin ''Masallar'' kitabını görmüş, belki içinde bu Ziegler'in hikayesi gibi hikayeler vardır diyerek, okumak istemiştim. Ukitap'ta güzel bir takas sonucu da kitabı edindim. Mutlu son!

   Kitapta yirmi beş tane hikaye yer almakta. Bunlardan en beğendiklerim Cüce, Kent, Faldum, Zor Geçit, Bir Sobayla Söyleşi ve Kuş. Diğer hikayeleri de beğendim, ancak bunlar en aklımda kalanlar oldu.

   Hikayelerin konularına değinmek yerine, hikayeleri neden sevdiğimi açıklayacağım, zaten kısa kısa hikayeler.

   Cüce'yi, bana Binbirgece Masalları'nı anımsatması; Bir Sobayla Söyleşi'yi farklı ve mesaj dolu anlatımı sebebiyle çok sevdim.

   Zor Geçit'i, hayatın; Kuş'u, insan davranış ve hırslarının; Kent'i, dünya tarihinin kısacık ama etkili bir özeti olduğu için beğendim.

   Faldum, aslında efsane saydığımız olayların bir zamanlar sahiden de yaşanmış ve bu sayede fantastikle gerçeklik arasında bağ kurulmuş olduğunu ortaya koyduğu için çok hoşuma giden bir hikaye oldu.

   Hesse'nin tarzını seviyorsanız, bu kitabı okumanızı öneririm. Hiç Hesse okumadıysanız da, iyi bir başlangıç olur. Keyifli okumalar!

Puan: 4

25 Nisan 2015 Cumartesi

Sıradakinden Alıntı

   Önemsiz gibi görünen birçok ayrıntının çok kötü yazgılara neden olduğunu gösteren örnekler hiç de az değildir.


14 Nisan 2015 Salı

Tazecik Kitap Yorumu: Görmek - José Saramago


   Serinin ilk kitabı Körlük'ün yorumu burada.

   Ülkenin birinin(ki, beyaz körlüğün yaşanmış olduğu ülkedir bu) başkentinde seçim günü bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaya başlayınca, kimse oy kullanmaya gitmez. Öğleden sonra yağmur durur, ancak hala seçmenler görünmemektedir ortada derken, sanki sözleşmiş gibi, saat tam dörtte tüm şehir oy kullanmaya gider. Bu tuhaflık yetmez; bir de bu oyların neredeyse yüzde yetmiş beşi boş çıkar! Bunun üzerine seçim tekrarlanır, bu sefer de boş(beyaz) oyların oranı yüzde seksen üçe çıkar. İş ciddileşmiştir artık.

   Başbakan diğer bakanları toplar, bir toplantı yaparlar; demokrasiye yapılan bu saldırının üstesinden nasıl geleceklerdir? Başkente muhbirler sızdırılır, insanların ağzından laf alınmaya çalışılır. Nasıl olup da ilk seçimlerde tam saat dörtte oy kullanmaya gitmişlerdir? Boş oy kullanma konusunda nasıl anlaşmıştır bu kadar insan? Ne var ki, hiçbir cevap elde edilemez.

   Bakanlar bu durumu yeni bir körlük vakası olarak değerlendirir; yıllar önce insanların gözlerine sonsuz bir beyazlıkla ket vurulmuşken, şimdi de demokrasinin gözü beyaz oylarla kör edilmiştir. Ne yapılacaktır? Nihayetinde bakanlar anlaşır, başkenti başka bir şehir yapmaya karar verirler, bir gece başkenti terk eder ve artık eski başkent olan şehirde sıkıyönetim ilan ederler. Kimse bu şehirden çıkıp da, bu beyaz oy salgınını başka şehirlere bulaştırmayacaktır. Ayrıca sadece idari birimler değil, polis kuvvetleri de elini ayağını çekmiştir şehirden.

   Polis kuvvetlerinin ve idari birimlerin yokluğunda, eski başkentte ortalığın karışacağı, suç oranlarının tavan yapacağını düşünür herkes. Ne var ki, insanlar mükemmel bir şekilde geçinmektedir, hiçbir sorun yaşamamaktadırlar. Demek ki, beyaz oy atarak siyasi partileri eleştirme işi boşuna değildir, sahiden de insanlar başlarında bir hükümet olmadan düzgün bir şekilde yaşayabilmektedir. Demek ki demokrasinin kör olması, aslında insanların gözlerinin açılması, görmeye başlamaları demektir.

   Bu paragraftan sonraki paragraf spoiler olabilir, çünkü kitabın biraz ileri kısımlarından bahsedeceğim. Öte yandan, kitabın arka kapağında yazıyor zaten anlatacaklarım. Karar sizin, isterseniz okumayın.

   Elbette bu durum çok canını sıkar bakanların, ya tüm insanlar artık başlarında bir hükümetin gereksiz olduğuna karar verirse? Bunun üzerine eski başkentte ortalığı karıştırma çalışmaları başlatırlar. Yıllar önceki beyaz körlük salgını ile bu yeni beyaz oy salgınının bağlantılı olabileceğine ilişkin yazılar dağıtırlar şehirde. Bunun üzerine de aptalın biri çıkar, belki de o beyaz körlük döneminde kör olmayan doktorun karısının, bu yeni salgınla bir alakası olabileceğini söyler. Bu her ne kadar saçma bir şey olsa da, bakanlar birilerini suçlamayı o kadar çok istiyorlardır ki, üç polisi doktorun karısını ve o kadının yakınlarını araştırmak üzere gizlice şehre gönderirler.

   Normalde Saramago eserlerinde evrenselliği yakalamak için özel isimler kullanmaz, ama bu kitapta kendi standartlarına göre çok fazla kullanmış(ki kendi standardı sıfırdır :D). Bu kitabı daha ziyade günümüz ülkeleri eleştirisi olduğu için olsa gerek. Ki bu eleştiriyi de mükemmel bir şekilde yapmış, eline sağlık.

    Bu arada, kitapta çok hoşuma giden bir şey var. Kitabın can alıcı noktalarından sonra, Saramago yazmaya devam etmiş, bölüm sonu yapmamış. Siz o kısımları okuyunca şok yaşıyorsunuz, kendinize gelmek için bir ara veriyorsunuz, ama Saramago'nun bölüm sonu yapmayıp da hikayesine devam etmesi sanki ''Her şeye rağmen hayat devam ediyor.'' gibi bir mesaj veriyor.

   Saramago'yu sahiden severim, ancak kitaplarına beş puan değil, dört-dört buçuk veriyordum normalde. Ya bu kitabı oldukça iyiydi ya da Saramago'nun yazım tarzına alıştım tamamıyle. Belki de her ikisi. Sonuç olarak, şahane bir kitaptı, muhakkak okuyun. Körlük'ü okumadan da okuyabilirsiniz.

Puan: 5

Sıradakinden Alıntı

   Kusursuz anların, hele yüceliğe çok yaklaşmışsa uzun sürmemek gibi çok büyük bir sakıncası vardır, ondan daha beteri ise -bu o kadar açık ki söylemesek de olurdu- insanın o andan sonra ne halt edeceğini bilememesidir.

6 Ocak 2015 Salı

Tazecik Kitap Yorumu: Körlük - José Saramago


   Araba kullanmakta olan bir adam, yeşil ışığın yanmasını beklerken kör olur. Siyah bir körlük değildir bu, artık dünyayı bembeyaz görmektedir adam. Önce, kör olan adama evine kadar eşlik eden bir adama bulaşır bu beyaz körlük, sonra ilk körün eşine, ilk körün gitmiş olduğu göz doktoruna ve sonrasında tüm şehre... Bu körlüğe yakalanmayan tek kişi ise göz doktorunun karısıdır.

   İlk başlarda körlüğün geçici bir durum olduğu düşünülmektedir, ancak yine de bulaşıcı bir durum olduğuna inanıldığından, kör olanlar veya körlerle yakın temasta bulunmuş insanlar karantinaya alınmaya başlanır. Göz doktoru da karantinaya alınacaktır, doktorun karısı onu tek başına bırakmak istemez; kendisinin de kör olduğunu söyler onları götürecek olan görevlilere. Karantina binasına; eski bir deliler hastanesine götürülürler.

   Bu hastane, günden güne yeni gelenlerle dolmaktadır. Günde iki kere yemekler, hastanenin dışında nöbet tutan askerler tarafından bırakılmaktadır. Ne var ki, insanlar bu karantina ortamında düzgünce yaşamayı beceremez, zira körlüğün, görülmemenin, suç işlemek için ortam oluşturduğunu düşünürler, ayrıca yemek dağıtımları aksamaya başlar. Bir süre sonra hastane, cehenneme dönüşür.

   Körler her ne kadar dehşeti yaşasalar da, yaşanan olayları görebilen tek kişi doktorun karısı. Kitabı okurken onun gözleri, sizin gözleriniz oluyor ve o dehşetli dünyada, acaba kör olmak, bütün bu dehşeti görmekten daha mı iyi demekten kendinizi alamıyorsunuz.

   Kitabı beğenmesine beğendim, ancak Saramago'nun yaşananları oldukça sert bir şekilde yazması, içimi kararttı. Yumuşatarak yazmasını beklemezdim zaten, kitaba da uygun olmazdı ama benim gibi biraz hassas olan okuyuculara kitabı okumadan önce kendilerini hazırlamalarını öneririm.

   Diğer kitaplarında olduğu gibi, Saramago'nun bu kitabında da birbirinden güzel tespitler ve alıntı yapılası yerler vardı. Yahu Saramago, hem konun orijinal, hem kalemin çok iyi, hem verdiğin mesajlar harika... Çok şükür ki, dünyaya gelmiş ve bu güzel kitapları yazmışsın (övüp de dört vermek... :D kitap neredeyse beni depresyona sokacağı için gitti o bir puan.)

   Edit:
   Serinin ikinci kitabı Görmek'in yorumu burada.

Puan: 4

Sıradakinden Alıntı

   Felaket herkesin başına aynı anda çöktüğünde bile bazı insanlar ötekilerden her zaman daha kötü koşullarda yaşar.


29 Kasım 2014 Cumartesi

Tazecik Kitap Yorumu: Çarklar Arasında - Hermann Hesse


   Hans Giebenrath, Almanya'nın küçük bir kasabasında yaşamaktadır. Oldukça zeki ve çalışkan bir çocuk olan Hans, kendisinden beklendiği üzere devlet yatılı okul sınavına katılır, kazanır da okulu. Hans kazanmıştır okulu ama, kendisini daha sıkı çalışma günleri bekler, çünkü hayatını kurmaktadır artık. Tek hedefi başarılı, daha başarılı, en başarılı olmaktır. Derken, oda arkadaşlarından Hermann, onun hayata bakışını değiştirir. Hermann sıradan bir öğrenci değildir, şair ruhlu, espritüel, alaycı, hüzünlü bir insandır. Hans'a tüm hayatın ders çalışmaktan ibaret olmadığını gösterir.

   Kitabın arka kapağından bir alıntı yapayım kısaca: ''Hesse'nin, yaşadığı yüzyılın ilk yarısında geçerli eğitim sistemini eleştirdiği Çarklar Arasında, insanın, doğanın yarattığı haliyle hiçbir düzenin hüküm sürmediği bir cangıla benzediği düşüncesinden yola çıkıyor, okullarda verilen eğitimle insanın doğasının belirli sınırlar içinde zorla tutulmaya çalışılmasına karşı çıkıyor.''  Hesse, 1877 yılında doğmuş, 1962'de vefat etmiş ve alıntıda belirtildiği üzere yaşadığı yüzyılın ilk yarısında geçerliymiş bu eğitim sistemi. Aradan onlarca yıl geçmiş olmasına rağmen, aynı sistem Türkiye'de devam etmekte. Tebrik ederim, yediler sınavlarla çocukluğumuzu, hayatımızı. Sınavları geçsek, okulları kazanıp bitirsek bile işsiz kalma durumu var bir de. Ömrünün 10-20 yılını okumakla geçiren, ama en sonunda işsiz kalan insanların günahı nedir? Bu insanlara hayatlarındaki en acı tokatlardan birini atarken, hiç mi vicdanları sızlamıyor? Öte yandan, ders çalışmaktan ibaret değilse hayat, nedir? Ders çalışmadan, sınavları kazanmadan ne elde edebiliriz? Buna da trajikomik bir yanıt veriyor kitap. Ayrıca, kitapta Hans ile müdür arasında geçen bir konuşma var ki, şöyle:

   ''Çaba göstereceğin konusunda bana söz verir misin?''

   Hans, yumuşak ama ciddi bir ifadeyle ona bakan otoriter müdürün kendisine doğru uzatılmış sağ eline bıraktı elini.

   ''Bak böylesi iyi, böylesi güzel, sevgili dostum! Pes etmeyeceksin, yoksa çarklar arasında ezilir gidersin.''

   Pes etmeseniz de, çarklar arasında ezilmeyeceğinizin teminatı var mı ki?

   Neden o alabildiğine duyarlı ve nazik çocukluk yıllarında durmaksızın her gece geç vakitlere kadar ders çalışmak zorunda bırakılmıştı Hans? Neden tavşanları elinden çekilip alınmıştı? Neden Latince okulundaki arkadaşlarına bile yabancılaştırılmış, oltayla balık tutması ve gezip tozması yasaklanarak insanı yiyip bitiren kepaze bir açgözlülük ideal olarak kendisine benimsetilmek istenmişti? Neden manastır okulunun giriş sınavından sonra bile alnının teriyle kazanıp hak ettiği tatil ona çok görülmüştü?

   İşte şimdi aşırı zorlanmış zavallı bir at gibi yol kenarında kalakalmıştı, bundan böyle de bir işe yarayacağı yoktu.

   Allah sonumuzu hayır etsin...

Puan: 4,5


Sıradakinden Alıntı

   Yaşam ölümden daha güçlüdür, inanç ise kuşkudan daha kudretli.


22 Kasım 2014 Cumartesi

Tazecik Kitap Yorumu: Matilda - Roald Dahl


   ''Anneler ve babalar ilginçtir. Kendi çocukları akla gelebilecek en berbat kişi olsa bile, onun harika biri olduğuna inanırlar.

   Bazı ana-babalar daha da ileri gider. Hayranlık gözlerini o kadar köreltir ki, çocuklarının bir dâhinin özelliklerine sahip olduğu konusunda kendilerini ikna etmeyi başarırlar.

 

   Aslında bunda pek yanlış bir şey de yoktur. Dünya böyledir. Ancak ana-babalar mide bulandıran yavrularının ne kadar parlak olduklarını bize anlatmaya başlayınca, biz de, ''Bize bir tas verin; kusacağız!'' diye bağırmaya başlarız. 

   Okul öğretmenleri gururlu ana-babalardan bu tür gevezelikleri dinlemek durumunda kaldıkları için epeyce sıkıntı çekerler, ancak bunun acısını genellikle dönem sonu notunu atarken çıkarırlar. Eğer ben öğretmen olsaydım, çocuklarına hayran böyle ana-babaların çocukları için yazacak dâhiyane şeyler bulurdum. ''Oğlunuz Maximilian,'' diye yazardım, ''tam bir serseri. Umarım aileniz bir iş sahibidir de, okulu bitirdikten sonra onu oraya yerleştirebilirsiniz, çünkü başka hiçbir yerde iş bulamayacağından eminim.'' Ya da kendimi şair gibi hissediyorsam, şöyle yazabilirdim: ''Çekirgelerin işitme organlarının karın boşluğunun iki yanında olmaları ilgi çekici bir gerçektir. Bu dönem öğrendiklerine dayanarak kızınız Vanessa'yı değerlendirirsek, işitme organı dahi olmadığını söyleyebiliriz.''

   Tabiat bilgisi konularının altını üstüne getirebilir ve şöyle söyleyebilirdim: ''Ağustos böceği yerin altında altı yıl, yerin üstünde, güneş ışınlarından ve havadan yararlanan özgür bir yaratık olarak altı gün geçirir. Oğlunuz Wilfred bu okulda yerin altında altı yıl geçirdi ve hâlâ kozasından çıkmasını bekliyoruz.'' Özellikle zehirli küçük bir kız beni sokup şunları söyletebilir: ''Fiona tıpkı bir buzdağının güzelliğine sahip, ama buzdağından farklı olarak, yüzeyin altında hiçbir şeyi yok.''

   Öyle sanıyorum ki sınıfımdaki bu pislikler hakkında dönem sonu raporları yazmak hoşuma giderdi. Ancak bu kadar yeter. Devam etmemiz gerek.''

   Bu kitap, bir çocuk kitabı ve yukarıda yazdığım şekilde başlıyor. Bir çocuk kitabı için biraz sert bir başlangıç değil mi? Hoşuma gitmedi diyemem :D Öte yandan, küçük bir çocuğun bunu okuması ne derece doğru bilemedim.

   Matilda küçük, zeki, kitapkurdu bir kız. Matilda'nın anne ve babasıysa cins insanlar, Matilda'ya çok kötü davranıyorlar. Bunun üzerinde Matilda da onlardan intikam almaya başlıyor. Çocukların kafasına, kendilerine yapılan her kötülük için intikam alma düşüncesini yerleştirmek doğru mu? (kafamda deli sorular...)

   Bunun dışında, kitapta şiddet dozu da fazla. Tamam, bir Talihsiz Serüvenler Dizisi değil, ama okul sahneleri çok acımasız (bakınız: Bayan Trunchbull). Çocukların okuldan soğumasına sebep olabilir belki (çok evhamlı çıktım ayol).

   Okurken insana keyif veren bir kitap, ama yukarıda belirttiğim hususlarda da tedirginlik duyuyorum biraz. Çünkü annemin arkadaşının çocuğuna hediye edecektim kitabı, ancak bilmem ki, kitap onu kötü etkiler mi?

   Kitabı sevdim, Matilda adlı küçük kızı çok sevdim, ancak kurgu tahmin edilebilirdi biraz ve bir de saydığım tedirginliklerim var. Bu sebeple puanım beş değil, dört.

Puan: 4


Sıradakinden Alıntı

   Anneler ve babalar ilginçtir. Kendi çocukları akla gelebilecek en berbat kişi olsa bile, onun harika biri olduğuna inanırlar.

   Bazı ana-babalar daha da ileri gider. Hayranlık gözlerini o kadar köreltir ki, çocuklarının bir dâhinin özelliklerine sahip olduğu konusunda kendilerini ikna etmeyi başarırlar.

   Aslında bunda pek yanlış bir şey de yoktur. Dünya böyledir.


9 Kasım 2014 Pazar

TÜYAP'tan Ganimetler

   Bugün, TÜYAP'a gittim. Gönül isterdi ki dün gideydim, Hugh Howey'nin Ütopya/Distopya konulu söyleşisine katılaydım. Ama söyleşi akşam altı buçukta başlayıp, yedi buçukta bitiyordu. Benim eve gelmem dokuz buçuğu bulurdu. O da pek mümkün değildi. Of, içimde kaldı ama ne yapalım?

   Bugün de imza günüydü Howey'nin. Tam da öğle vaktindeydi, bak bunu kaçırır mıyım hiç :P Koşa koşa gittim, bir yandan da diyordum çok sıra var mıdır acaba, Allah'ım n'olur olmasın, n'olur kitabımı imzalatabileyim. Ve çok şükür, sıra yoktu! Gittim büyük bir sevinçle, o da kocaman bir gülümsemeyle bir ''Hello'' dedi ki, dünyalar benim oldu :D E, saftirik ben, kitabı imzalattım da, madem sıra yok, biraz konuşayım yazarla değil mi? Dünyanın taa öbür ucundan gelmiş. Ama ben bir heyecan yaptım, konuşsam ağzımdan gık mık dışında bir şey çıkmazdı. Konuşmadım. Konuşamadım :'( OF.

   Ne de manidar hani, kitabın konusu düşünülecek olursa: ''Dare to hope!''

   Kitabımı imzalattıktan (ve de konuşamadıktan) sonra da, listemdeki kitapları almak için dolanmaya başladım. Neler almışım:


Okumadığınız İçin Teşekkürler - Dubravka Ugresic: Kitaplık Kedisi'nin blogunda görüp, almaya karar verdiğim bir kitap oldu. Adı çok hoş değil mi bu arada? Edit: Kitabı pek beğenmedim. Bloga yorumu yazılmayacak.

Yerdeniz Büyücüsü - Ursula K. Le Guin: Ben serinin sadece ilk kitabını aldım. Ama Yerdeniz serisi (tek kitap olanı değil, ayrı ayrı kitaplar halinde set) yüzde elli indirimdeydi, almak isteyenlere duyurulur! Bu arada, Metis standında pek hoş karşılandığımı hissetmedim, sanırım kılığım yüzünden. Bu durum canımı sıktı. Edit: Bloga kitabın yorumu yazılmayacak.

Matilda - Roald Dahl: Roald Dahl'ın okumadığım az sayıda çocuk kitabından biriydi, eksik kalmasın dedim. Edit: Yorum!

Yaşamak - Cahit Zarifoğlu: Küçükken Cahit Zarifoğlu'nun çocuk kitaplarını okumuştum. Büyüyünce öğrendim onun diğer eserlerini. Şiir kitaplarından önce günlüğünü okumak istedim, onu biraz olsun tanımak adına. Edit: Bloga yorumu yazılmayacak.

Seçilmiş Kişi - Lois Lowry: İlk başta kitabın kapağına film afişini koymuşlar diye çok sinir olmuştum, ama meğer şömizmiş o afişli kapak. Şömizi çıkardığınızda, kitabın orijinal kapağı. Neden tüm yayınevleri böyle yapmıyor ki? Edit: Yorum!

Müzikofili - Oliver Sacks: Nörolojiyle ilgili kitaplara çok ilgim var. Oliver Sacks da büyük bir doktor ve de yazar nitekim. Kendisinin ilk bu kitabıyla başlayayım dedim. Edit: Okuduğum son kitabı olabilir. Tekrara düşmemesini ve biraz daha albenili bir dilinin olmasını isterdim. Bloga yorumu yazılmayacak.



   Soldaki Matematik Birey C Soru Bankası, sağdaki de Note Eco defter, geri dönüştürülmüş kağıttan üretilmiş. Ya, sevgili Birey, görüyorsun, öğrenci insanız, ne demeye bir liracık indirim yapıyorsun, yakışıyor mu hiç. Bir lira ne ya. Köşedeki kırtasiyeden beş lira indirimle alabiliyoruz, eğer ellerinde olsaydı oradan alacaktım zaten, hırh. Deftere gelecek olursam, defteri de TEMA'nın standından aldım. Çizgisiz defter. Şekli de çok hoş, kare defterleri çok kullanışlı buluyorum (ya da karemsi, her neyse işte).



   Soldaki Metis, sağdaki Ayrıntı yayınları torbası. En sevdiğim torbalar bu ikisi oldu, diğer yayınevleri kusura baksınlar :P Ayrıntı Yayınları torbasının arkasında da, yakın çekimden, logodaki dinazorun kafası var, sevimli sevimli sırıtıyor, çok hoş :D

   İşte böyle. TÜYAP'a giden kimler var? Hugh Howey'nin söyleşisine giden?

8 Kasım 2014 Cumartesi

Seçmeceler

   ''Of...'' adlı yazımda da dediğim gibi, okuma halli malli fotoğraflar paylaşmayı düşünüyorum artık Seçmeceler'de. Bu haftanınkini koyalım bakalım.


   Geometriye bakmam gerek, çünkü pazartesi quiz varmış. Ben de sınav haftası bitti diye sevineyim saf saf... (Edit: Quiz iptal oldu :D)

   Yanındaki şey ise, benim okul günlüğüm. Geçen gün okula okumaya kitap götürmedim, ki tüm teneffüslerimi kitap okuyarak geçiriyorum diyebilirim. Teneffüste canım sıkıldı, okul defterimin başındaki resmi çiziktireyim dedim biraz. Şimdilik sadece örümcek ağını ve kısmen örümceği çizdim, ama hafta sonu bitiririm herhalde resmi.

   Günlüğün sağında da Körlük var. Biraz yavaş bir anlatımı var, konunun rahatsız ediciliği de kitabın elimde sürünmesinde başka bir etken (on iki gündür kitabı bitirmeye çalışıyorum). Kitabı kütüphaneden almıştım, iki gün içinde teslim etmem gerek. Sayfa sayısı önemli değil de, konusu içimi kararttı. Edit: Yorum!

   Alttaki şey ise, resim defterim ve çizdiğim şey (resmi büyütmedikçe çizim pek gözükmüyor). Fotoğraftan bakarak kuş çizme ödevimiz vardı. Elimde National Geographic Kids'in yıllar önce verdiği takvimdeki kuş fotoğrafı mevcuttu, dedim neden bunu çizmeyeyim. Çok sevimli değiller mi ama? Resmi çarşambaya kadar tamamlayıp hocaya vermem gerek.

   İşte böyle. Siz neler yapıyorsunuz bu hafta sonu sevgili okuyucular? Aa, unutmadan, inşallah yarın TÜYAP'a gidiyorum!