30 Kasım 2013 Cumartesi

Sıradakinden Alıntı

   ''Döndüğünde aynı olacak mı?'' diye sordum.

   Yaşlı kadın, kâinattaki en saçma şeyi söylemişim gibi tuhaf bir kahkaha attı. ''Hiçbir şey aynı kalmaz,'' dedi. ''İster bir saniye sonra olsun, ister yüz yıl. Her şey devinir, dönüşür, değişir.''


Tazecik Kitap Yorumu: Korku - Michael Grant


   Serinin ilk kitabı Yoklar'ın yorumu burada.

   Serinin ikinci kitabı Açlık'ın yorumu burada.

   Serinin üçüncü kitabı Yalanlar'ın yorumu burada.

   Serinin dördüncü kitabı Veba'nın yorumu burada.

   Yetişkinler bir yıldır yoklar.

   Sam ve birkaç kişi yeni su kaynağı bulmak için göle gitmişti. Göl suyu içilebilir haldeydi, ortam da güzeldi, bu sebeple Sam ve yaklaşık seksen kişi (sayıdan emin değilim aslında) gölün etrafına yerleşti. Caine, Perdido Sahili'nde kaldı ve krallık yapıyor. Bu iki yerleşim yeri arasındaki ticareti Albert yönetiyor. Hiçbir sorun yok, her şey güllük gülistanlık. Ama burası RSGB. İlla ki bir sorunlar baş gösterecek. Evet başlıyoruz.

   Kubbe, yani bariyer, siyaha dönmeye başlamış, çocuklar karanlıkta kalacak. Daha da kötüsü zifiri karanlıkta tarım veya balıkçılık yapmaları mümkün değil. Açlık bekliyor onları.

   Diana'nın bebeği olması gerekenden hızlı büyüyor. Gaiphage çocukların arasına çıkıp, terör estirmek için o bebeğe ihtiyaç duyuyor. Drake/Brittney de daha yok edilemediğinden, bir bela da bu var.

   Bir önceki kitapta füzeler bulmuştu Sam ve grubu. Şimdi füzeler yerinde değil  ama, birisi almış. Kim aldı? Caine mi? Savaş mı çıkacak? (Bence kim aldı sorusunun cevabı aşırı barizdi, ancak Sam bir türlü anlayamadı.)

   Küçük Pete şuan başka bir boyutta yaşıyor. Ve canı sıkıldığından, oyun oynamak istiyor. Oyun oynayacağım derken de kazara onu bunu öldürüyor.

   Bir sürü saçma sapan şey işte. Ama bu kitapta neyden bahsediliyor bir de? Dışarıdan! Sonunda! RSGB'den çıkanlara ne olduğunu öğreniyoruz, hem yetişkinlerin, hem de on beşine basıp da çıkanların.

   Bu kitap benim için tam bir hayal kırıklığıydı. Ne de büyük bir hevesle okumuştum oysa. Önceki kitaplardaki esprili dilden geriye hiçbir şey kalmamış. Aksiyon desen, çok basit. Olaylar saçma -iğne iplikle atar damar diktiler, tabi canım, hı-hı- Yan karakterler saçma sapan şekilde öldü. Belki de yazar maharetini konuşturup, onları bir önceki kitaptaki gibi inanılmaz bir şekilde hayata döndürür, bilemeyiz. Kitapta varsa yoksa, kim kimi seviyor da falan filan. Sevdiğim karakter kalmadı geriye, sanki birisi kitaptan çocukların zekaya dair tüm emarelerini silmiş gibi. Herkes ayrı bir tozutuyor. Zaten kitabın sonuna geldiğimde bir ''hırh'' çektim, o hayal kırıklığıyla. İnternetten açtım, altıncı kitabın özetini okudum, ki anladığım kadarıyla o kitap da bunun kadar kötü. Aşk olsun Michael Grant. Olmadı bu. Yoklar serisinden soğuttun beni tamamen. Önceki kitapların hatrına üç veriyorum sanırım.

Puan: 3

Sıradakinden Alıntı

   ''Quinn'' diye seslendi.

   Kumsaldaki üç çocuğun onu dinlediğini fark ederek sinirlendi. Yapacak başka işleri yok muydu?

   ''Selam, Albert,'' diye cevap verdi Quinn. Dikkati dağınık gibiydi. Albert onun başka bir çocuğa sakin olmasını işaret ettiğini gördü.

   ''Daha ne kadar devam edecek bu iş?''

   ''Adalet sağlanana kadar.''

   ''Adalet mi? İnsanlar adaleti dinazorlar çağından beri bekliyor.''

29 Kasım 2013 Cuma

Tazecik Kitap Yorumu: Ateşi Yakalamak - Suzanne Collins


   Serinin ilk kitabı olan Açlık Oyunları'nın yorumu burada.

   Katniss, Oyunları kazanmak için yaptığı hamleyle, bir umut kıvılcımı yaktı. Mıntıkalardaki insanlar ayaklanmaya başladı. Katniss'in, yaptığı hamlenin bir başkaldırı değil, Peeta'ya duyduğu sevgiden olduğunu kanıtlaması gerek. İşin zor tarafı ise Capitollüler buna inanabilir ancak peki ya mıntıkadakiler? Başkan Snow resti çekiyor zaten ''Beni inandır.'' diyerek. Yoksa olacaklar ortada: Tüm sevdikleri öldürülecek.

   Katniss'in çabaları işe yarıyor mu peki? Maalesef hayır. Mıntıkalardaki insanların isyanları artarak devam ediyor. Bu arada, 75.Açlık Oyunları kapıya dayanmış durumda, yani 3.Çeyrek Asır Oyunları. Her Çeyrek Asır Oyunu'nun bir farklılığı olurmuş. İlk Çeyrek Asır Oyunları'nda insanlar haraçları kendileri seçmiş. İkincisinde, iki kat fazla haraç katılmış Oyunlara ki, bu, Haymitch'in kazandığı sene. Ve bu sene... ''Arenadan galip ayrılanların bile Capitol'e karşı gelecek kadar güçlü olmadığını göstermek için, haraçlar mevcut galip havuzundan seçilecek.'' HAYIR! Neyse, Oyununuzu alın başınıza çalın. Göreceksiniz siz.

   Üzüldüğünde kolay kolay ağlayabilen bir insan değilim ancak, arenada Peeta'yı kurtaran morfinmanın ölümü çok acıklıydı ya. Ağlayabilseydim ağlardım :'(

   Kitabın film uyarlamasına gelelim. Ben çok başarılı buldum. Hala oyuncuların aklımdaki karakterlerin tipleriyle uzaktan yakından alakaları yok, ancak senaryo, kitaptan birebir uyarlamaydı. Hatta, karakterler arasındaki konuşmalar kelimesi kelimesine aynıydı filmin yüzde doksanında(Kitabı da ezbere biliyorum hani, eh, on kere okuyunca öyle oluyor :P Gerçi, ezbere bildiğimden de utanıyorum, o ayrı konu). Değiştirdikleri ve çıkardıkları bölümler vardı yine, ancak bunlar ilk filmdeki gibi sırıtmıyordu, insanın canını sıkmıyordu. Mesela Gale'in kırbaçlanma sebebi değişmişti ama mantıklı bir sebepti, ilk kitapta alaycı kuş iğnesinin hikayesinin saçma sapan bir şekilde değiştirilişi gibi değildi. Harikaydı yahu film. İlk filmden nefret eden ben söylüyorum bunu. Eleştirdiğim ise iki konu var. Birincisi, Johanna ile Chaff'ın davranışları Katniss'i sinir etmek için yapılmıştı. Ancak kitapta Peeta sebebini açıklıyordu Katniss'e. Filmde ise böyle bir açıklama olmadığından, kitabı okumayanların, ''Ne yapıyor ya bunlar?'' diyeceğini düşünüyorum. İkincisi de şuydu, Barış Muhafızları, Star Wars'tan kaçmış gibilerdi. Çok hoşuma giden bir şeyle kapatıyorum film konusunu, filmdeki Katniss detaycı çıktı, mankene Seneca'nın sakalını da çizmişti :D

    Filmde Haymitch'in kazandığı Oyunlar yoktu. Ancak Youtube'dan o senenin Oyununu bulmak mümkün. Bu, benim çok beğendiğim bir uyarlama, sizlerle de paylaşmak isterim ^.^


   Gelelim hayran çizimlerine... Linkler: 1-2-3-4-5-6-7.

   Öncelikle şu siteyi öneriyorum kesinlikle, her bir çizimi birbirinden güzel, ama ben aşağıya, resimlerinden sadece iki tane koydum. Kalanları siz siteden inceleyin lütfen.

https://weheartit.com/entry/58731831

http://rohanelf.deviantart.com/art/Making-A-Stand-139668838

http://www.leckydesigns.com/2012/07/12/catching-fire-concept-art-project/


http://la-chapeliere-folle.deviantart.com/gallery/33004032

http://ireneweasly.deviantart.com/art/Catching-fire-339153530

http://rohanelf.deviantart.com/art/Waking-Peeta-177246941


Puan: 5

26 Kasım 2013 Salı

Entelkitap'ın Günlüğü, Bir Yılını Sağ Salim Atlatmış Durumda!

   Bir yıl önce bugün, bu bloga ilk yazımı yazdım. Aradan geçen bu bir yılda da 162 tane gönderi yayınlamışım. Az mıdır sayıları, çok mudur bilmiyorum, ancak umarım beğeniliyorlardır.

   Bir yılını dolduran çoğu blogun aksine yüzü aşın takipçim yok benim. Yirmi tane kitap hediye edilecek bir çekiliş de düzenlemeyeceğim -henüz yayınevlerinden bana sponsor olmalarını isteyecek kadar kendime güvenmiyorum zaten.- Her neyse. Benim blogum yavaş yavaş büyüyen bir blog. Takipçim olan herkese, beni destekleyenlere çok teşekkürler!

   Nedense benim yayınevlerine gönderdiğim kitap yorumları genelde yayınlanmıyor. Sebebini ben de bilmiyorum. Hani kötü desinler, bir öneride bulunsunlar ancak tık yok. Benim gönderdiğim yorumlar yayınlanmayıp, aynı hafta içinde aynı kitabı yorumlayanların yorumunun yayınladığını gördüm. O halde yazdıklarımın yayınlanmamasının sebebi, herhalde kötü yazmam, değil mi? Ancak bir şey daha yaşadım ki geçen bu senede, beni en çok sinir eden ve hayal kırıklığına uğratan bu oldu.

   Bir yayınevine yorum yollamıştım bir gün. Hiç umurlarında olmadı. Aynı hafta yahu, başka bir bloggerın yazdığı, aynı kitabın yorumu yağlanıp ballanarak yayınlandı. Ben de mesaj ettim yayın evine, bu ayrımcılığın sebebi nedir diye. Biz ayrımcılık yapmıyoruz, bloglarla ortak çalışma yürütmüyoruz zaten, dediler. Ama yorum yayınlamışsınız işte dedim, ama sonra hiç, ne bir cevap, ne başka bir şey. Bir hafta sonra da bazı bloggerlara yorumlamaları için ikişer üçer kitap yolladıklarını gördüm. Evet efendim, kesinlikle bloglarla ortak çalışma yürütmüyorlar ve kesinlikle ayrımcılık yok. Tamam, yorumumu yayınlamasınlar ancak neden işten sıyrılmak için bana yalan söyleniyor? Benim kaldıramadığım şey bu.

   Neyse, ben memnuniyetsizliğimi dile getirdim, siz de bu yazının altına blogda yetersiz gördüğünüz ve geliştirilmesi gerektiğini düşündüğünüz şeyleri yazın lütfen, çok memnun olurum.

   Geçen sene Hoşuma Yapışanlar bölümünü çok boş bıraktım. Hep unuttuğumdan :D Artık inşallah her cuma bu bölümle ilgili bir gönderi yayınlayacağım-edit: yayınlayamadı-. Bir de, bloga kitap yorumu ve alıntılar listesi eklemeyi düşünüyorum. Elbette etiketler bölümünden yazar veya yayınevi seçerek yazılara ulaşabileceksiniz yine.

   Aslında bugün bir çekiliş başlatacaktım, ancak bloga yazacağım kitap yorumlarını bitiremedim henüz. O yüzden inşallah bu cuma günü çekilişi başlatacağım. Valla geçen seferki gibi fazla katılım olmazsa da siz bilirsiniz, katılan sayısı ne kadar az olursa kazanma şansı o kadar yüksek oluyor :D

   Her neyse, blogun birinci yılı kutlu, hayırlı, uğurlu olsun! Sevgiler...

25 Kasım 2013 Pazartesi

Sıradakinden Alıntı

   ''On Üç'ün bir şekilde hayata döndüğü ve Capitol'un bunu görmezden gelmesi fikri... Bana daha çok, çaresiz insanların bel bağladıkları bir söylenti gibi geliyor.''

   ''Biliyorum. Ben sadece umut etmiştim ki...'' dedim.

   ''Aynen öyle. Çünkü sen de çaresizsin,'' dedi Haymitch.

   Tartışmıyorum, çünkü çok haklıydı.


24 Kasım 2013 Pazar

Tazecik Kitap Yorumu: Açlık Oyunları - Suzanne Collins


   Sefalet içindeki on iki mıntıkanın çevrelediği, refah içindeki Capitol. Yıllar önce, mıntıkaların sayısı on üçmüş aslında, ancak mıntıkaların Capitol'e karşı ayaklanmaları sebebiyle ibret-i alem olsun diye on üçüncüsü yok edilmiş. Şimdi ise, diğer mıntıkalara bir hatırlatma olarak her yıl tekrarlanan Açlık Oyunları var.

   Nedir bu Açlık Oyunları? Mıntıkanızdan bir kız ve erkeği, ölümüne savaşacakları bir arenaya göndermek demek. Sadece bir kazanan olacak. Böyle korkunç bir baskı kurulmuş halkın üzerinde: ''Bize karşı gelirseniz sizi öldürmekten beter eder, çocuklarınızı öldürürüz.'' Katniss ve Peeta ise, bu seneki Açlık Oyunları'nın haraçları.

   Daha fazla bahsetmek istemiyorum kitaptan, kendiniz kitabı okuyup o güzelliği fark etmelisiniz. Bu arada, önceden de bahsetmiştim çok sevdiğim kitapları tekrar tekrar okuyabileceğimden. Bu da o kitaplardan benim için.

   Kitap Katniss'in ağzından anlatılıyor, bu sebeple ayrı bir güzel. Bu arada, kitabın orijinali şimdiki zaman ekiyle yazılmış hep, ancak maalesef bizde kaçıncı baskıdan sonra bilmiyorum, geçmiş zamana çevrildi hepsi. Bence önceki hali bir süreğenlik katıyordu kitaba, her şey o an yaşanıyor gibiydi.

   Suzanne Collins bence çok başarılı karakterler oluşturmuş. Katniss'i de Peeta'yı da ayrı bir seviyorum. Gerçi Katniss Peeta'ya hak ettiği kadar iyi davranmıyor ama ne yapalım.

   Kitabın filmi de çekildi biliyorsunuz. Seneca Crane'in sakalından başka bir şeyi beğenmedim diyebilirim :P Yok, o kadar da değil gerçi, ama yine de uyarlamayı sevmedim. Bunlar da sebepleri(demek ki tek sevmeyen ben değilim-bu arada, video ağır spoiler içeriyor filmle ilgili, haberiniz olsun-):


   İnternette bu kitapla ilgili birçok hayran çalışması bulmak mümkün, ben de beğendiklerimi ekleyeyim dedim. Linkler: 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11.

   Öncelikle, şu siteye bakmanızı öneririm(Kitap Hayvanı'nın Facebook sayfasından gördüm, bunu belirteyim de).

   Vee, resimler:

http://www.fanpop.com/clubs/the-hunger-games/images/9139556/title/girl-on-fire-fanart

http://hungergamestrilogy.wordpress.com/media/
(Açlık Oyunları kitabını tanımamı sağlayan yorumun sonunda bu resim vardı, unutamam)

http://www.fanpop.com/clubs/the-hunger-games/images/8235636/title/waiting-out-rain-fanart

http://www.fanpop.com/clubs/the-hunger-games/images/9139870/title/end-fanart

http://www.fanpop.com/clubs/the-hunger-games/images/34403658/title/peeta-version-fanart
  
http://teenfictionbooks.wordpress.com/2012/06/14/fan-art-hunger-games/

http://www.hungergamestrilogy.net/2012/04/fan-art-tim-burtonned-hunger-games-characters/

http://weheartit.com/entry/14283286

http://thehungergames.wikia.com/wiki/File:The-Hunger-Games-Fanart-the-hunger-games-24471860-580-270.png

http://jobspapa.com/id2/funny-art-hunger-games-teenfictionbooks.html


   Kitabın film uyarlamasının sonunda çalan bir şarkı vardı, onu da paylaşıp öyle bitireyim.


   Edit:
   Serinin ikinci kitabı Ateşi Yakalamak'ın yorumu burada.

Puan: 5

Sıradakinden Alıntı

   Her zaman için, karşılığının ödenmesi en zor olan hediye, ilk hediyedir.

Tazecik Kitap Yorumu: Kuğunun Son Şarkısı - Beşir Ayvazoğlu


   Hüsn ü Aşk, kuğunun, yani medeniyetimizin son güzel şarkısıydı. Gâlib bu şarkıyı Sultan III.Selim, Hattat Mustafa Rakım ve Dede Efendi'yle birlikte söyledi ve sustu. Söz artık ''Nasıl bu taze maârifle eskiler âlayim'' diyenlerdeydi. Ancak beş yüz yıllık birikimiyle karşılarında bir heyula gibi duran ve inanılmaz zenginliklere sahip olan divan şiiri, Gâlib'in getirip bıraktığı parıltılı noktada hâlâ gözleri kamaştırıyordu. Bu şiirin asla ölmeyen bir tarafı vardı; şiirimizin damarlarda bir usare gibi, Tanzimat şairlerinin pek farkına varamadıkları bir alışkanlıkla, fırsat bulur bulmaz yepyeni bir hayatiyetle gün ışığına çıkmak üzere dolaşıyordu. Bu saf şiir usaresi Şeyh Gâlib şiirinin imbiğinde damıtılmıştı.

   Arka kapak yazısı aslında kitabı ne de güzel özetliyor. Kitap Şeyh Gâlib'in, Dede Efendi'nin, Hattat Mustafa Rakım'ın ve Halet Efendi'nin biyografilerini barındırıyor içinde. Ancak içlerinde en kapsamlı olanı Gâlib'in biyografisi.

   Kitapta bu dört biyografinin yanı sıra, kronoloji, bibliyografya ve yansımalar bölümleri var. Bibliyografya bölümü epey dolu. Yansımalar bölümü de öyle. Bu bölümde, Şeyh Gâlib'ten ve onun Hüsn ü Aşk'ından etkilenerek yazılmış bir çok yazı ve şiir var. Onlara değinmemiş edebiyatçı bulmak zor bile diyebiliriz.

   Yunan mitolojisinden bir öge olan kuğunun son şarkısı, bayağı bir değişime uğrayarak bizim kültürümüzdeki kaknüsün son şarkısına dönüşmüş. Ki, kaknüs de sonradan batılıların edebiyatına ''Phéniks'' olarak geçmiş. İlginç.

   Kitabın içinde yer yer resimler ve fotoğraflar da var ve bunlar kitabı daha bir hoş kılıyor bence. Kitapta eksikliğini çektiğim şey ise şu oldu, gazellerin günümüz Türkçesiyle yazılmış haline kitapta yer verilmemesi. Bu kitap eksiksiz bir biyografi, ancak keşke gazelleri de okuduğumda anlayabilseydim, o zaman çok daha iyi olurdu.

Puan: 4

23 Kasım 2013 Cumartesi

Sıradakinden Alıntı

   İstanbul halkı ateşle öyle bir ünsiyet kurmuştu ki, yangın seyrini ''kendüye zevk'' edinenler bile vardı; sadece zelzele korkusu değil, zihniyet yapısı ve köklü yaşama alışkanlıkları geniş meydanlar, sokaklar ve kâgir evler yapılmasına engeldi. Bir baştan bir başa defalarca yanan İstanbul, aksini emreden fermanlara rağmen her seferinde yeni baştan ahşap evlerle donatılır, üstelik kâgir ev yaptıranlar yakın zamanlara kadar dünyaya kazık kakmak istediği mülâhazasıyla ayıplanırdı. Bu yüzden yangınlardan sonra alınan bütün tedbirler kısa sürede tavsıyordu. Yine birbirine sokulmuş ahşap evler ve daracık sokaklar. Bazen bir yangın sonrasında inşasına henüz başlanmış evler de yeni bir yangınla kül oluyor ve hamam külhanlarını mesken tutmuş çapulcu külhaniler bayram üstüne bayram ediyorlardı. Külhanbeyi dilinde ''gül'' ateş demekti.


Leyleğin Getirdiği

   Uzun bir aradan sonra tekrar merhaba! Sınav haftalarımız sebebiyle bloga hiç yazamadım, çok özür dilerim. Şimdi bir Leyleğin Getirdiği yazısıyla karşınızdayım, bundan sonra da beş tane kitap yorumu gelecek inşallah :3

   Bu yıl, C.S.Lewis'in ölümünün ellinci yıl dönümü. Narnia Günlükleri de bu sebeple %50 indirimli olarak satılıyor. Zaten 25 TL üzerine de kargo bedava olduğundan, değmesinler keyfinize.

   Ben aslında Narnia Günlükleri'ni kütüphaneden okuyordum, ancak birisi ikinci kitabı cebe indirdiğinden dolayı devam etmek istemedim. Ya tam olsun, ya hiç olmasın :D Ve, çok şükür, böyle bir indirime denk geldim.


   Kitapların durumu harika. Zaten D&R'ın kocaman baloncuklu poşetleri var, onun içinde avize de gönderseniz bir şey olmaz. Bir önceki D&R alışverişimde kitaplarım biraz geç gelmişti ve -bu konusunda aşırı titizimdir- bazı kitapların köşesinde falan sıyrılma vardı. Ancak bu sefer bir gün içinde temin edip, kargoya verdiler ve iki gün sonra sabahtan elime geçti kitaplar-ki o gün bu gün oluyor- Kitaplar bir de fotoğrafta gördüğünüz üzere, plastik bir kap içinde, bu sebeple harika durumdalar. Çok memnun çıktım bu alışverişten.

   Bu arada, indirim hala devam ediyor, haberiniz ola!

Edit: Büyücünün Yeğeni yorumu için buraya.
        Aslan, Cadı ve Dolap yorumu için buraya.
        At ve Çocuk yorumu için buraya.

3 Kasım 2013 Pazar

Tazecik Kitap Yorumu: Erebos - Ursula Poznanski


   Bu aralar çok şükür epey iyi kitaplar okudum. Bu da onlardan biriydi ancak... bu kitabı okudum diyemem. Yedim, yuttum. Ne sürükleyici bir kitaptı öyle!

   Nick'in okulunda garip bir işler dönmektedir. Öğrenciler birbirlerine bir CD vermekte ve kesinlikle ve kesinlikle bu CD'den söz etmemektedirler, kim sorarsa sorsun. Bu CD'yi alan öğrencilerde de bazı sorunlar belirmeye başlamıştır, okulu kırmak, okula gelse de aşırı yorgun olmak vs. Hatta okuldaki çocuklardan birinin dolabında silah bile bulunmuştur.

   Nick'e CD verilmemiştir ve Nick kimseden neler olduğunu öğrenemediği için deliye dönmektedir. Ama bir gün, ona da CD verilir.

   CD'de Erebos adında bir oyun vardır. Son derece gerçekçi görüntü ve seslere sahip olan, ayrıca, anlatım bozukluğu yapmadan oyuncuyla konuşabilen bir oyun. Oyunun amacı, oluşturulan karakterle savaşlara girmek, seviye yükseltmek ve İç Çember'e girip, Ortolan'la yapılacak büyük savaşa katılanlardan birisi olabilmek. Ancak şöyle bir durum var, eğer oyunda bir defa ölünürse, bir daha oynamak mümkün değil. Nick'in karakteri ölmek üzereyken, oyunun içindeki haberci karakteri onu alıp bir yere götürüyor ve ondan bir görevi yerine getirmesini istiyor. Bunun karşılığında Nick'e oyun dünyasında birçok hediye verecek. Ne var ki verdiği görev, oyunda gerçekleşen bir şey değil. Gerçek hayattan bir şey. Bir kutuyu bir yerden bir yere taşıması isteniyor. Nick bunun bir şaka olduğunu düşünüyor, ancak gidip baktığında, kutu gerçekten de habercinin söylediği yerde. Karakter ne zaman ölmeye yaklaşsa, bu şekilde görevler devam ediyor.

   Oyunun birkaç kuralı daha var. Gerçek hayatta oyundan bahsedilemez. Kişi, oyunu tek başına oynanmak zorunda. Ayrıca, görev verilmediği sürece CD'yi kopyalatmak da yasak. Eğer kurallardan biri bile çiğnenirse habercinin kesinlikle haberi olur ve oyuncu atılır.

   Kitabı okurken bir soru var akılda hep: Bu oyunun amacı ne?

   Bir insan bir saplantısı yüzünden ne kadar ileri gidebilir, bunu görüyoruz kitapta. Ben Nick'e kitap boyunca, oyuna aşırı bağımlılığı sebebiyle kızdım, ne var ki benim bu kitabı okuyuşum da, onun oyunu oynayışı gibiydi :D Bir şey daha, oyundan bahsetmek yasak, söylemiştim, ama zaten oyuncular oyunu isteseler de anlatamıyorlar, oyunun neden bu denli güzel olduğunu tarif edecek kelime bulamıyorlar, sönük kalıyor lafları. Aynı şeyi, ben de bu kitabı anlatırken de yaşadım. Anlatılmaz, okunur. Cidden.

   Kitabın kapağını pek beğendim, yıpranmış havası hoşuma gitti.

   Kitabın her bir bölümü ayrı bir güzeldi. Aşırı sürükleyiciydi. Sonu da harikaydı. Sıkılmadan bin defa okuyabileceğim kitaplar arasına girdin Erebos, tebrikler :D

Puan: 5

Sıradakinden Alıntı

   Er geç hepimiz öleceğiz. Bunu çoğu kişinin niye bu kadar dert ettiğini anlayamıyordu. Zaman su gibi akıp gidiyordu ve biz de içinde sürükleniyorduk. İstediğimiz kadar akıntıya karşı gelelim, olmuyordu.

   Bundan vazgeçmek ne kadar rahatlatıcıydı. Gün ve geceyi akışına bırakmak, dünyanın dertlerini umursamamak, hissetmemek ve görmemek... Kendi dünyanda kendi koyduğun kurallarla yaşamak.


2 Kasım 2013 Cumartesi

Tazecik Kitap Yorumu: Leviathan Uyanıyor - James S. A. Corey


   Koltuğunuza iyice yerleşin ve kemerlerinizi sıkıca bağlayın, bayanlar baylar. Zira, gerçek bir bilim kurgu kitabı bizi beklemekte!

   Geleceğe hoşgeldiniz. İnsanlık Güneş Sistemi'ne dağılmış durumda, ancak yıldızlar hala erişilmez-şimdilik-. Kuşak diye bir yapı inşa edilmiş ki bu, bir bakıma durak yeri, büyük bir insan kolonisine de ev sahipliği yapan bir yapı. Geleceğin İpek Yolu gibi aynı zamanda. Ticaret gemileri burada durmadan geçmez. Kuşak'ın iç kısmında Dünya ve Mars var ki, bunlar iç gezegenler olarak nitelendiriliyor. Kuşak'ın arka kısmında kalanlar ise dış gezegenler.

   İnsanların Güneş Sistemi'ne dağılmasıyla birlikte, yapılarında da birtakım değişiklikler meydana gelmiş. Mesela, düşük yer çekimine sahip olan Kuşak'ta doğmuş büyümüş insanlar sırım gibi uzun boylu ve incecikken, Dünyalılar daha kısa boylu ve iri yarı kalıyorlar onlara göre. Bu arada, sadece gezegenlerle sınırlı değil kolonileşme, uydularda da var. Ay olsun, Ganymede olsun...

   Genel olarak gezegenler arasında ticari bir ilişki var. Su ihtiyacı da Satürn'ün halkasındaki buzlardan gideriliyor mesela. Canterbury de buz taşıyıcısı olan masum bir gemi. Kurban.

   Kitap Julie Mao ile başlıyor. Julie'nin uzay gemisi Scopuli ele geçirilmiş ve gemiyi ele geçiren adamlar da kendisini bir dolaba kilitlemiş. Gemisindeki mürettebattan haber alamıyor, sadece bir tanesinin hava kilidinden dışarı atılırkenki yalvarmalarını duyuyor. Bu da yiyecek vs. verilmesi için, dolabın önündeki askerlere yalvarmaya diye topladığı tüm cesareti alıp götürüyor. Sekiz günün sonunda artık pes ediyor. Zaten üç gündür de ne insan sesi, ne de başka bir ses duymuş. Kırıyor dolabın kapağını, çıkıyor dışarı. Ama ortada bir sorun var. Mürettebattan olsun, gemisini ele geçiren korsanlardan olsun, kimse yok. Sonra mühendislik odasına gidiyor. Orada da bir şey var ki...

   İkinci bölüm Holden'in ve kitap bundan sonra bir bölüm Holden'e, sonraki bölüm Miller'a olacak şekilde ayrılıyor. Holden idare subayı. Canterbury bir acil durum sinyali tespit ediyor ve uzay kanunlarına göre acil durum sinyallerinin görmezden gelinmesi suç. Kaptan, Holden'a sinyalin kaynağına gitmesini emrediyor. Holden yanında üç kişilik mürettebatı ve minik gemisi Şövalye ile sinyalin kaynağına gidiyor. Scopuli'ye.

   Şövalye mürettebatı, Scopuli'ye çıktığında geminin dışında bir delik fark ediyor. Bu delik, geminin tüm havasını vakumlamış, yani içeride bir canlının olmasına imkan yok. Bulamıyorlar da zaten. Ancak çok daha kafa karıştırıcı bir şey buluyorlar. Acil durum sinyalinin hiç çalıştırılmamış olduğunu. Sinyalin ise sahte bir vericiden geldiğini. Sahte vericinin pilinde ise Mars Donanması'nın damgası var. Holden bu durumdan endişeleniyor ve hemen Şövalye'ye geri dönüyorlar. Öğrendiklerini tam Canterbury'deki kaptana aktarırken, kaptan, üzerlerine altı tane torpil doğrultulduğunu söylüyor. Şövalye'nin Canterbury'ye torpillerden önce yetişmesinin imkanı yok. Canterbury yok ediliyor.

   Holden, bunların üzerine herkese açık bir yayın hazırlıyor ve Scopuli'deki sahte vericide bulduğu pildeki Mars Donanması damgasından ve Canterbury'nin yok edildiğinden bahsediyor. Canterbury bir Kuşak gemisi. Bu yayın, Kuşak ile Mars arasındaki eskiden beri var olan gerilimi had safhaya çıkarıyor.

   Miller, bir Kuşak polisi. Kendisine Julie Mao'yu bulma görevi veriliyor. Bu sırada, Holden'ın yayınıyla birlikte Kuşak'ta isyanlar başlıyor. Miller diğer polislerle birlikte isyanları bastırırken, Julie Mao ile Holden'ın arasında bir bağlantı olduğunu fark ediyor: Scopuli.

   Miller çok zor zamanlardan geçiyor kitapta. Peki Holden? Holden'ın durumu epey acınası. Kitap boyunca neredeyse bindiği tüm gemiler arkasından buhar oluyor. Alıntı yapmak istiyorum burada.

   Holden adamın elini sıktı, sonra da gülmeye başladı. Tebessüm etmekten vazgeçmeyen Fred şaşkın gözükmesine rağmen Holden'ın elini bırakmadı ve neyin bu denli komik olduğunun açıklanmasını bekledi.

   ''Üzgünüm ama bunun ne kadar hoş olduğunu bilemezsin,'' dedi Holden. ''Bir aydan uzun zamandır ilk defa indiğim bir gemi arkamdan patlamıyor.''

   Yazık değil mi? Bir de şu kısmı okuyun :D

   ''İstasyonu yok edecekler,'' dedi Holden. Sesinde bir tür huşu mevcuttu. ''İçinde olduğum gemilerin patladığı günleri özleyeceğimi hiç sanmazdım. Artık sıra istasyonlara geldi.''

   Kitap bir tür sır matruşkası gibi. Her sır çözüldüğünde altından başka bir sır çıkıyor. Olayların birbirine bağlanışı da ''Öh.'' dedirtecek cinsten. Ben dedim, en azından :D

   Kitap aşırı sürükleyici. Holden'ın bölümlerini ayrı bir sevdim. Miller da iyi bir karakter, ancak Holden'ın hikayesinin çok daha hareketli oluşu beni cezbetti sanırım. Bunun dışında kitap, yazının başında dediğim gibi ''gerçek'' bir bilim kurgu kitabı. Birkaç sayfada bir bilimsel bombardımana tutulmak yerine size yeri geldikçe veriliyor bu bilgiler. Bir geminin ilerleyişi, kalktı-ilerledi-durdu şeklinde değil. Yavaş yavaş artan g kuvvetinden bahsediyor mesela. İticilerinin nasıl çalıştığını açıklıyor ilk bölümlerde. Bilimsel bakımdan açığı yok kitabın. Bunun da dışında, kitabı çok daha gerçek yapan şeyler var. Kültürel birikimler olsun, gezegenler arası siyaset olsun. Sanki kurgu değil de, hepsi gerçekmiş ve size aktarılıyormuş gibi. Yazarları çok takdir ettim bu konuda. ''Yazarlar'' diyorum çünkü, Ty Franck ve Daniel Abraham birlikte yazmışlar bu kitabı, kalem ismi olarak da S.A. Corey'i seçmişler. Acaba Holden ve Miller'ı ayrı ayrı mı yazdılar, yoksa ikisinin de iki karakterde birden payı var mıdır?

   Uzay öykülerine aşırı bir sempatim vardır. Leviathan Uyanıyor da beklentilerimin üstünde çıktı. Kapağını da çok beğendim. Leviathan denilen İskandinav mitolojisindeki su canavarı. Kitabın ismi de anlamlı. Thomas Hobbes Leviathan kitabında, Leviathan kavramı mutlak güç ve yetkilere sahip egemen devleti ifade etmek için kullanmış. Kitabın sonlarına doğru o devletin de hangisi olduğu anlaşılıyor zaten. Güzel bir gönderme olmuş.

   İkinci kitap olan Caliban'ın Savaşı da ha çıktı ha çıkacak. TÜYAP'ta satılacağını biliyorum, ancak henüz baskısı yapılmadı sanırım. Okumayı çok istiyorum o kitabı! Acaba Holden'a rastlar mıyız o kitapta? Belki de Miller'a?

Puan: 5

Sıradakinden Alıntı

   ''Saat kaç?'' diye sordu Miller.

   ''Geç.''

   Kelimenin bir derinliği vardı. Geç. Gerçekten de geçti. İşleri yoluna koymasını sağlayacak tüm fırsatlar her nasılsa elinden kaçmıştı. Sistem savaş halindeydi ve hiç kimse niye öyle olduğundan emin bile değildi. Miller gelecek Haziran'da ellisine basacaktı. Artık çok geçti. Yeniden başlamak için çok geç. Yanlış yolda koştururken kaç senesini boşa harcadığını fark etmek için çok geç.


Tazecik Kitap Yorumu: Olasılıksız - Adam Fawer


   Kitabın başlayışıyla birlikte, David Caine'i, kumar masasındayken buluyoruz. Kazanacağından son derece emin. Tüm olasılıklar ondan yana. Eğer kaybederse 11.000 dolar borcu olacak. Ancak... Eli kaybediyor ve kaybettiğinde de nöbet geçiriyor. Kendisi bir epilepsi hastası çünkü.

   Kitapta birçok karakter var. Ancak kitabın ilerleyişiyle beraber hepsinin hikayesi birbirine ve Caine'e bağlanıyor. Bu bağlantılar iyi kurgulanmıştı, hoşuma gitti.

   Kitabın konusu, Laplace'ın Şeytanı üzerine kurulu. Kitapta da bilimsel teorilerden bayağı bahsedilmiş. Heisenberg Belirsizlik ilkesi olsun, Schrödinger'in Kedisi olsun ve benzerleri. Elbette ki kitabın temelinin oturması için gerekli bunlar, ancak tam da heyecanlı olayların ortasında bilgi bombardımanına tutulmayı pek hoş bulmadım.

    Kitabın döngü kısımlarını çok beğendim. Bir hareketinizle neredeyse tüm geleceğinizi değiştirebilecek olmanız son derece tuhaf ve etkileyici bir düşünce. Caine'in yerinde olmayı istemezdim.

   Kitabın sonu, kitabın kalanına kıyasla epey basit geldi bana. Bu da, kitap hakkındaki puanımı etkileyen nedenlerden.

Puan: 4