26 Aralık 2015 Cumartesi

Tazecik Kitap Yorumu: Horrorstör - Grady Hendrix


   Küçüklüğümden beri Ikea, Bauhaus tarzı yerler bana çok ilginç gelmiştir. Alabileceğimiz ve almayacağımız bin bir çeşit şeyle dolu mağazalar... Bir şey almaya hiç niyetimiz olmasa da elimiz boş çıkmadığımız bu mekânlar.

   Bu tarz yerlerin bir başka özelliği de ruhsuz olması. Evet, bir evde bulunan her türlü eşya vardır bu mağazalarda, hatta örnek odalar da mevcut; ancak bunlarda ruh yok, yaşanmışlık yok. Ve açıkçası, üzerine yaşanmışlık sinmeyen bu eşyaları gördüğümde içime bir tedirginlik çöker hep.

   Bu mağazalarla ilgili belki de en önemli özellik de sizi sersemletmesi, zaman algınızı yitirmenize yol açması. İçeride gerçeklik duygunuzu yitirirsiniz, bir ürün yığınından diğerine yürürken. Etrafta hiç saat de yoktur veya dışarıyla iletişiminizi sağlayacak bir pencere. Dışarı çıktığınızda afallamanız kesindir bu sebeple.

   Bu kitaba gelecek olursak; Horrorstör, adından da anlaşılabileceği üzere Ikea benzeri bir mağazada geçen bir gerilim öyküsü. Yazarın bir mağazayı, modern bir perili ev olarak yansıtma fikrini çok başarılı buldum. Seçilen mekân, üstteki paragraflarda da bahsettiğim üzere, böyle bir gerilim öyküsüne çok uygun.

   Kitap, bir Ikea katalogu gibi tasarlanmış, kitabın baskı kalitesi de oldukça iyi. Aslına bakarsanız ben kitabı almadan önce okuduğum bir tanıtım yazısından niyeyse, tüm kitabın katalogmuş gibi olacağını (öykünün de katalogtaki resimler üzerinden ilerleyeceğini) sanmıştım. Öyle değilmiş. Her bölüm başında bir ürünün tanıtımına yer verilmiş. Bir de birkaç sayfa reklâm var. Ürün tanıtımlarının ilk on tanesi normalken, sonraki altı tanesi işkence aleti tanıtımı (ki ben kitapta işte bunu görmeyi beklemiştim). Sonuncusu ise... küçük bir spoiler uyarısı! Öğrenmek istemiyorsanız öbür paragrafa geçin lütfen. Sonuncusu ise bir sedye. Sedyenin tanıtım yazısını okurken zaten gülmekten kendimi alamadım: Bu şık tasarımlı tekerlekli sedye sizi istediğiniz varış noktasına aktarırken, yumuşacık minderin üzerinde rahatlığın tadını çıkarın. Bu, acil bakım ünitesine yapacağınız hızlı bir yolculuk ya da adli tıp birimine doğru çıkacağınız aheste bir gezinti olabilir. GURNË size ihtiyaç duyduğunuz tarz ve konforu sunacak.

   Kitabı kısaca özetleyecek olursam, Orsk isimli mağazada, bir süredir tuhaf olaylar yaşanmaktadır. Bunun üzerine mağazadan birkaç kişi, bu tuhaf olayların sebebini öğrenmek üzere gece mesaisine kalırlar.

   Kitapta, gerilim filmlerinin klişeleriyle her ne kadar dalga geçilmiş olsa da, kitabın olay örgüsü de o klişelerden nasibini aldı.

   Karakterlere gelecek olursam... Ana karakter Amy mızmızın teki, sevmedim. Gereksiz yere hırçınlık yapıyor, bir mazereti yok. Mağaza müdür yardımcısı Basil, müdür yardımcılığı kendisine birtakım süper güçler getirmişçesine sorumlu, cesur ve fedakâr. Matt tam bir hipster (bu kelimeye Türkçe bir karşılık bulundu mu? Bilen varsa aydınlatsın. -gerçi spoiler kelimesi yerine de sürprizbozan diyebilirim ama demiyorum, sizce demeli miyim?). Trinity uçuk bir kız. Ruth Anne de çok sempatik, herkesin sevdiği biri(ymiş), ancak bunun yansımalarını pek göremiyoruz kitapta. Tüm karakterler arasında en sevdiğim Basil oldu. Yaptıkları cidden şaşırtıcıydı, kendisini takdir ettim sık sık (ara sıra da arkasından güldüm :P).

   Birkaç küçük noktadan da bahsedeyim. Kitaptaki bazı şeyleri cidden ürkütücü buldum, küçüklük korkularımdan birini okudum mesela (yine küçük bir spoiler: hani o mağazalarda hiçbir yere açılmayan kapılar olur ya... ya açılıyorsa?!). İkinci olarak, kapak tasarımını çok beğendim, hem ön kapağınkini, hem de arka kapağınkini. Arka kapağı da yazının sonuna iliştiririm. Bu arada, kapakta Brooka, 699 TL, bkz. sayfa 8, yazıyor ya hani? Brooka'nın tanıtımı cidden 8.sayfada. Çok hoşuma gitti bu küçük ayrıntı. Arka kapaktaki odanın, ön kapaktakinin bozulmuş bir hali olması da ayrıca güzel bir ayrıntı bence.

   Son olarak çeviriye değinmek istiyorum. Birkaç ufak hata vardı, her kitapta olabilir bu, ancak bence elemanların telefonlarına gelen mesajın ''yardım mesajı'' olarak çevrilmesi hoş değildi. ''Bir süredir yardım yazan mesajlar alıyorlardı.'' benzeri bir cümle vardı. Yardım kelimesinin imdat ile değiştirilmesinin daha uygun olacağını düşünüyorum.

   Biraz ilginç bir okuma deneyimi oldu bu, ancak beklediğim kadar ilginç olmadığı için bundan puan kırıyorum. Arka kapağı da iliştirip sözü bitireyim.


Puan: 3

22 Aralık 2015 Salı

20 Aralık 2015 Pazar

Tazecik Kitap Yorumu: Aden - Stanislaw Lem


   Altı kişilik mürettebattan oluşan bir uzay gemisi, bir yanlış hesaplama sonucu Aden gezegenine düşer. Düşmek derken, sahiden düşer; toprağa çakılır.

   ''Bizimki de, bilinmeyen bir gezegene gerçekleştirilen ilk toprakaltı iniş olmalı,'' diye düşüncesini belirtti Kaptan.

   Önce gömüldükleri yerden çıkma, sonrasındaysa uzay gemisini tamir etme ve düştükleri dünyayı tanıma çabaları içinde mürettebatımız birbirinden ilginç olaylar yaşar.

   Aden, Dünya'ya hiç benzememektedir. İlginç canlılarla doludur bu dünya. Ayrıca, Aden'de zeki bir yaşam formunun izleri görülmektedir! Ancak bu izler oldukça tuhaftır; ne ürettiği belirsiz bir fabrika, toplu mezarlar, bariyerler...

   Mürettebatın Aden'i ve bu gezegendeki zeki yaşam formunu tanıma çabaları çok hoşuma gitti. Bunlarla ilgili yaptıkları çıkarımlar ve sorgulamalar da oldukça iyiydi. Aslında bunlarla ilgili paylaşmak istediğim birçok alıntı var, ancak spoiler vererek okuma zevkinizi köreltmek istemiyorum (bu da demektir ki, lütfen bu kitabı okuyun).

   Mürettebat Doktor, Kaptan, Mühendis, Sibernetikçi, Fizikçi ve Kimyager'den oluşmakta. Mühendis hariç diğerlerinin adlarını öğrenmiyoruz, ama isimlerini bilmemek bir eksiklik hissettirmiyor. Kendileri daha ziyade görevleri ve karakterleriyle öne çıktığından olsa gerek. Bu arada şunu da belirteyim ki, Doktor kitap boyunca en çok gördüğümüz karakterdi. Pratik, mantıklı ve cesur oluşu da ayrıca vurgulanmıştı. Doktor'u epey sevsem de, bazen ön plana fazla çıktığını düşündüm.

   Kitabı okurken sürekli bir merak duygusu içerisindeydim. Ayrıca, karakterlerin hepsini ayrı bir sevdim. Birbirleriyle konuşmaları çok eğlenceli ve zekiceydi. Kitabın eksisine gelirsek, betimlemeleri okurken bazen aklımda canlandıramadım, çünkü okuduğumu anlayamadım. Bu durum benden mi kaynaklandı, yoksa bu kitap Lehçeden İngilizceye, İngilizceden de bizim dilimize çevrildiği için anlam kayıpları mı yaşandı, bilmiyorum.

   Açıkçası, kitaba başlarken büyük beklentiler içerisinde değildim, kitabın basım tarihi (1959) sebebiyle olsa gerek. Neden öyle bir ön yargıyla yaklaşmışım ki?.. Çağının ötesinde bir roman bu. Eğer bu kitabı okuma konusunda tereddütünüz varsa atın çöpe o tereddütü.

   Stanislaw Lem'in okuduğum ilk romanıydı, ama imkânlarım elverirse son olmayacak!

Puan: 4,5

19 Aralık 2015 Cumartesi

Seçmeceler


   Geçen hafta bu kitabı; Doğu Yolculuğu'nu okuyordum. Okuma düzenimin bozulması sebebiyle, gerekenden uzun bir sürede bitirdim kitabı maalesef.

   Kendimi gerçekten üzgün hissettiğim bir anda ne yapacağımı bilemeyip, kitabı okumaya karar verdim (bir haftada ancak yirminci sayfalara gelebilmiştim). Kitapta kaldığım yerdeki ilk cümleyi okuyunca, az daha koyverecektim kendimi:

   Çok değerli, bir daha geri gelmeyecek bir şeyi yitirdiğimizde, bir düşten uyandığımız duygusuna kapılırız.

13 Aralık 2015 Pazar

Sıradakinden Alıntı

   Doktor dışarı çıktı. Elinde subaplı, kısa bir oksidize silindirle geri döndüğünde, Mühendis de kabininden getirdiği naylon, hafif bir sırt çantasının ceplerine acil yiyecek paketlerini tıkıştırıyordu. Doktor'un elindeki ilgisini çekti.

   ''Nedir o?''

   ''Bir silah.''

   ''Ne atıyor peki?''

   ''Uyutucu gaz.''

   Mühendis bir anda kahkahalara boğuldu.

   ''Sana bu gezegende yaşayan bir şeyi bir gazla uyutabileceğini düşündüren nedir acaba?''

   ''Eğer saldırıya uğramış olsaydın, her durumda kendini uyuşturabilirdin,'' dedi Kimyager. Bu kez Doktor dahil, hepsi gülmeye başladı.

10 Aralık 2015 Perşembe

Kısa Kesmek İcap Ederse: Nagazaki, Cesaret Beşlisi

   Yarın okulda sınavlar başladığına göre, bugün bloga yazmam kaçınılmazdı...


Nagazaki - Eric Faye: Shimura-san, bir süredir evinde bir şeylerin ters gittiğinden emindir. Küçük şeylerdir bunlar; meyve suyunun azalması, buzdolabından bir balık parçasının kaybolması gibi. Bir gün Shimura evine gizli kamera koyar ve sır açığa çıkar... Ki oldukça tuhaf ve rahatsız edicidir bu açığa çıkan sır. İşin daha da tuhaf ve rahatsız edici kısmıysa, bu kitabın gerçek bir olaya dayanarak yazılmış olmasıdır! Dehşete düştüğümü söyleyebilirim.
   Nedir bu sır diyecek olursanız...SPOILER! Bir yıldır Shimura'nın evinde biri gizlice yaşamaktaymış. Çok korkunç bir şey değil mi sizce de? Ben Shimura kadar ılımlı bir tepki veremezdim buna, kabullenemezdim böyle bir şeyi. SPOILER BİTTİ.
   Kitabın kapak resmini çok beğendim, bunu da belirteyim, ancak resmin kime ait olduğunu bilmiyorum. Bilen ve cevap veren olursa çok makbule geçer :)
   Kitabın konusu ilgi çekici olsa da, yazım dilinden pek zevk aldığımı söyleyemeyeceğim maalesef. Puan: 2


Cesaret Beşlisi - Michel Faber: Cesaret Beşlisi adında bir a capella grubu, oldukça zor bir parçayı insan sesine uyarlamak için iki haftalığına Belçika'daki bir şatoda prova yapmaya gidiyor.
  Gruptakilerin her biri ayrı cins, hiçbirini sevemedim. Geceleyin de niyeyse şatonun yanındaki ormandan çığlık sesleri geliyor ancak ana karakterden başka kimse duymuyor bu sesleri. Sonradan bunun bir efsaneyle ilgisi olduğu ortaya çıksa da bu çığlık meselesini gereksiz buldum, anlamlandıramadım. Kitabın sonunu da gereksizce trajik buldum.
   Özetle, bu kitabı neden okudum, ben de bilmiyorum... Puan: 2

3 Aralık 2015 Perşembe

Tazecik Kitap Yorumu: Büyünün Rengi - Terry Pratchett


   Terry Pratchett ile tanışmam on bir ya da on iki yaşımdayken, Muhteşem Maurice ve Değişmiş Fareleri ile olmuştu. Kitabı kütüphanecinin tavsiyesi üzerine okumuş, pek beğenmemiştim (kütüphaneci çok tatlı bir hanım bu arada, kitabı beğenmeyince üzülmüştüm resmen). Ondan sonra da kütüphanedeki diğer Pratchett kitaplarına el atmadım. Uzun Dünya'ya kadar başka Pratchett kitabı da okumadım. Aferin bana.

   Uzun Dünya'yı okuduktan sonra, Pratchett'ı niye sevmemişim ki ben önceden, diye düşündüm. Beğenilerim değişti belki de. Sonradan araştırdım, baktım Pratchett'ın bir dünya kitabı var -hem mecazi, hem gerçek :P-. Benim okumuş olduğum Muhteşem Maurice ve Değişmiş Fareleri de Diskdünya'nın yirmi sekizinci kitabıymış mesela.

   Dönelim bu kitaba.

   Büyünün Rengi, Diskdünya'nın ilk kitabı. Kaplumbağa A'tuin, onun sırtındaki dört fil ve onların da sırtındaki Diskdünya'ya giriş yapıyoruz bu kitapla. Bazı çılgınların yuvarlak olduğunu iddia ettiği bu dünyada, kenardan aşağı düşebilirsiniz, aman dikkat.

    Diskdünya'nın özelliği çok... fantastik (?!) olması. Karakterlerin kaderleriyle oynayan tanrılar var bu kitapta. Büyü dediğimiz şey gerçek ve oktarin adıyla, renk tayfındaki sekizinci renk olarak yer almakta. Bunun dışında, A'tuin'i inceleyen kozmotosbağaloglar, astropsikologlar ve astrozoologlar var, çok mantıklı değil mi sizce de? Aslında yazacak çok şey var, ama bu noktada kendimi durduracağım.

   Bu ilginç dünya tehlikede... Bu tehlikenin kaynağı ne derseniz, Diskdünya'nın ilk turisti İkiçiçek! Bu denli ilginç bir dünyaya ancak bu denli ilginç bir tehlike musallat olabilirdi zaten.

   İkiçiçek oldukça saf bir insan. Aşırı zengin olması da, insanların dikkatlerini (art niyetle) İkiçiçek'in üstüne çekiyor. İkiçiçek birçok belaya bulaşsa da hiçbir zarar görmeden bunlardan kurtuluyor her seferinde, çünkü kendisinin sadece dışarıdan bir izleyici olduğuna, dolayısıyla da zarar görmeyeceğine inancı tam.

   Rincewind de İkiçiçek'in tur rehberi olmayı kabul etmiş bir büyücü. Evet, bu tur rehberliği için İkiçiçek, Rincewind'e gerçekten muhteşem bir ödeme yapıyor ama her seferinde ölümle burun buruna geldikleri düşünülecek olursa, paranın pek de önemi yok denebilir (ölüyseniz ne yapacaksınız ki parayı?).

   Kitap boyunca Diskdünya'nın dört bir yanına (hatta neredeyse ötesine) giderek, Rincewind ile İkiçiçek'in (ve tabii İkiçiçek'in ayaklı sandığının) maceralarına ortak oluyoruz.

   Kitap akıcı, dili de mizahi. Kitapta bizim dünyamıza ve inanışlarımıza birçok göndermenin yapıldığını da görüyoruz.

   Kitabın çevirisine değinecek olursam... Bu kitabı, İthaki baskısıyla kıyaslama imkanı buldum. Söylemem gerekiyor ki Niran Elçi'nin çevirisi çok daha iyi, ellerine sağlık kendisinin. Sadece kitapta bazı bölümlerde ''Argh'' dedi, tarzı cümleler biraz tuhaf geldi bana, ancak bu da pek dert edilecek bir şey değil.

   Kitabın kapağını serinin havasına oldukça uygun buldum, illüstrasyon Josh Kirby'ye ait. Yazı tipi, rengi vs. de çok hoş kapağın. Öteki baskılarla karşılaştırınca da çok daha iyi duruyor. Ellerine sağlık Burak Tuna!

   Kitabın arkasında Diskdünya'nın dev bir haritası mevcut ve oldukça kaliteli bir baskı.

   Kitabı genel olarak sevdim. Kitaptaki bazı varlıklar ve olaylar çok orijinaldi, çok hoşuma gitti. Sırf Pratchett'ın bu ilginç fikirleri için bile seriyi okurum diye düşünüyorum.

Puan: 4

30 Kasım 2015 Pazartesi

Leyleğin Getirdiği

   Bu muşamba ne güzellikler gördü yahu...


   Çok sevdiğim Harry Potter serisini, çok sevdiğim Jim Kay'ın illüstre edeceğini duyunca havalara uçmuştum. Ancak Yapı Kredi'nin bu kitabı satışa sunacağından emin değildim, bu sebeple biraz üzgündüm. Hiç bekletmeden kitabı bizde de satışa sunduklarını görünce ise epeyce uçtum havalara, oralardan manzara çok güzel, bunu da belirteyim (hayır, basınç beni etkilemedi, sevinç kabarcığı beni korumuş olmalı).

   Küçük birkaç not düşeyim:

- Harry Potter ve Felsefe Taşı'nın yorumuna buradan ulaşabilirsiniz. Yorum halihazırda mevcut olduğu için bu özel baskıya uzun yorum yazmayacağım. Baskısına ve çizimlerine ilişkin bir şeyler yazarım sanırım.

- Jim Kay ile tanışmam, Patrick Ness'in Canavarın Çağrısı sayesinde olmuştu (kitabın illustratörü Jim Kay idi). O kitabın yorumuna da buradan ulaşabilirsiniz -en sevdiğim kitaplardandır Canavarın Çağrısı bu arada-.

- Leylek idefix'ten gelme. Normalde uzunca bir süre internetten alışveriş yapmamayı düşünüyordum. Ancak kitabı bir arkadaşımla beraber aldık (bir ona bir bana). Ki kendisi bana Harry Potter'ın ilk kitabını hediye eden ve böylece seriye başlamamı sağlayan insandır. Teşekkürlerimi de sunayım ona buradan, tekrardan.

28 Kasım 2015 Cumartesi

Sıradakinden Alıntı

   Gün ilerliyordu ve açık havada oyalanmak iyi bir fikir olmayabilir, diye düşündü İkiçiçek. Belki bir yerlerde bir... ormanlarda genelde ne tür konutlar olduğunu hatırlamak için düşündü... belki bir yerlerde bir kurabiye ev falan vardı.

 

26 Kasım 2015 Perşembe

Entelkitap'ın Günlüğü, Üç Yılını Sağ Salim Atlatmış Durumda!

   Sahiden de sağ salim mi atlattı acaba?

   Genel bilgileri vererek başlayayım söze. Bugün blogum üç yaşına girdi. Geçen yıl dönümünden bu yana 108 yazı yayınlamışım. İlk yıl 162'ydi, ikinci yıl ise 164. Bu sene görebildiğiniz üzere epey bir düşüş var yazdıklarımın sayısında. Aslına bakarsanız, kitap okuyorum. Eskisi gibi bloga düzenli bir şekilde yorumlarını yazmıyorum sadece.

   Neden yazmıyorum?

   İlk sebep, çok yoğunum. İkinci sebep, bazen niye blog açtığıma anlam veremiyorum (özellikle de sinirlerim bozuk olduğunda). Birkaç kez blogu kapatmayı bile düşündüm.

   Bu arada, yoğunluğum sebebiyle bu sene çekiliş de düzenlemeyeceğim. Duyduğuma göre siz aranızda çekiliş düzenleyip bana istediğim bir kitabı alacakmışsınız :P Tabii ki şaka yapıyorum, ha ciddiye alan olursa da seve seve kabul ederim hediyeleri.

   Bir şey daha, artık yayınevlerine yorumlarımı göndermiyorum. Zaten mesaj atınca cevap vermiyorlardı genelde, ben de hiç zahmete girmiyorum artık o sebeple. Blogumun keşfedilmesi bu sebeple azıcık zorlaşmış olabilir. Ama pek önemli değil benim için.

   Komiğime giden bir noktadan da bahsedeyim. Haftalarca yeni yazı yazmayınca blogun Facebook sayfasında beğeni sayısı aşırı derecede artarken, ben bloga yazınca beğeniler birer ikişer geri çekilmeye başlanıyor. Yazmayayım o halde, bana hava hoş :D

   Neyse, yazıları beğenmeyenleri göz ardı edecek olursak... Aşağı bir liste iliştireceğim, okuduğum ama yorumlamadığım kitapların listesini (yorumlamak istemediklerime listede yer vermeyeceğim). Siz de eğer listede ilginizi çeken bir kitap varsa, bu yazının altına o kitabın ismini bırakın. O kitabın yorumunu bir an evvel yazmaya çalışayım ben de. Yazmazsanız da kabulümdür, uğraşmam :D Edit: Vazgeçtim yazmaktan... Üzgünüm.

- Kayıp Şey - Shaun Tan
- Kızıl Ağaç - Shaun Tan
- The New World - Patrick Ness
- The Wide, Wide Sea - Patrick Ness
- Dünya Bu Kadar - Mahir Ünsal Eriş
- Erken Kaybedenler - Emrah Serbes
- İstanbulcunun Sandığı - İskender Pala
- Şah & Sultan - İskender Pala
- Aden - Stanislaw Lem
- Kırmızı Pazartesi - Gabriel Garcia Marquez
- Bir Kayıp Denizci - Gabriel Garcia Marquez
- Büyünün Rengi - Terry Pratchett
- Fantastik Işık - Terry Pratchett
- Eşit Haklar - Terry Pratchett
- Şehir ve Şehir - China Miéville
- Lanetli Zindan - Joseph Delaney
- Demian - Hermann Hesse
- Nagazaki - Eric Faye
- Cesaret Beşlisi - Michel Faber
- Dört - Veronica Roth
- Hayvan Mezarlığı - Stephen King
- Yeşil Yol - Stephen King
- Mahşer (çizgi roman) - Stephen King
- Çağlar Boyu Quidditch - Kennilworthy Whisp
- Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerelerde Bulunurlar - Newt Scamender
- Yıldız Tozu - Neil Gaiman
- Bütün İsimler - José Saramago
- Prens Caspian - C. S. Lewis
- Şafak Yıldızının Yolculuğu - C. S. Lewis
- Nasıl Korsan Olursun - Cressida Cowell
- Gündelik Bilmeceler - Partha Ghose & Dipankar Home
- Bizim Büyük Çaresizliğimiz - Barış Bıçakçı
- Aramızdaki En Kısa Mesafe - Barış Bıçakçı
- Simyacı - Paulo Coelho
- Asla Pes Etme - Patricia McCormick
- Bir Dağcının Güncesi - Nasuh Mahruki
- Çizgili Pijamalı Çocuk - John Boyne
- Ölüm Defteri serisi - Tsugumi Ooba, Takeşi Obata

   Bazılarını kısa yorum olarak yazmayı düşünüyorum, şimdiden belirteyim.

   Yorumlardan önce bir Leyleğin Getirdiği yazısıyla dönebilirim. Haydi iyi akşamlar.

18 Kasım 2015 Çarşamba

Cağaloğlu...

   Bir Cağaloğlu yazısıyla daha merhaba!

   Tudem ve Delidolu'dan yeni kitaplar çıkınca kayıtsız kalamıyorum yahu... Gerçi yeni çıkanları alayım derken eskilere de el atmadan duramadım. Ki kitaplıkta yer kalmadı, nereye koyacaksam. Neysecüm.

   Neler aldım? (1.3 megapiksellik telefon kameramın azizliği ve az ışığın kombinasyonuyla çekilmiş fotoğraflara hazır olun! Hadi gene tanıtımda yırttık... Reklamlarda da kötü bir şeyleri allayıp pullamazlar mı zaten? Ben de kendi çapımda bir şeyler denedim, ama açık sözlü de davrandım en azından.)


Ulus- Terry Pratchett: Önceden de okumak istediğim bir kitaptı ancak o zamanlar alıp almama konusunda biraz tereddütlüydüm. Artık Pratchett'a ısındığım için o tereddüt ortadan kalktı. Bu arada belirteyim ki, bu kitap Diskdünya serisinden değil, bağımsız bir tek kitap. Edit: Tereddütümü yenmesem de olurmuş. Bloga yorumu yazılmayacak.

Nuh Arpasuyu Evden Kaçıyor - John Boyne: Çocuk ruhumu bir kenara bırakamıyorum, evet. John Boyne aynı zamanda Çizgili Pijamalı Çocuk'un da yazarı (fotoğraftan belli oluyor mu bilmiyorum ama kapağın üstünde de yazıyor, şu mavi beyaz çizgili bölümde). Çizgili Pijamalı Çocuk'u okuyup sevmiştim, inşallah bir ara (ne ara?) yorumunu da yazacağım. O kitabı okuduğumda da gözüm bu kitaba takılmıştı, bunu daha da çok sevmeyi umuyorum. Edit: Beklentim suya düştü :( Bloga yorumunu yazmayacağım ancak kısaca bahsedeyim: Nuh adında bir çocuk bazı sorunlar sebebiyle evinden kaçıyor ve yolculuğunun bir noktasında bir oyuncakçı dükkânına varıyor. Ancak ne dükkân normal ne de dükkânın sahibi. Aslına bakarsanız, Nuh'un yolculuğu bolca fantastik ögeler içeriyor. Neyse, dükkân sahibiyle Nuh birbirlerine hikâyeler anlatıyorlar. Ancak bu hikâyelerden pek etkilendiğimi söyleyemeyeceğim. Bunlar yerine kitaptaki fantastik ögelerin derinliklerine inilmesini isterdim -oyuncakçının sadece bir kapıya sahip olması ve oyuncakçının bir yerden bir yere geçmesi gerektiğinde kapının koşarak gelip ona yolu açması çok ilginçti örneğin, keşke kapının hikâyesi anlatılsaydı mesela-. Benim için yetersiz bir kitaptı özetle, halbuki epey potansiyeli vardı. Ne yapalım, olur öyle şeyler.

Hayaletin Yaratıkları - Joseph Delaney: Blogu takip edenler Wardstone Günlükleri'ne duyduğum sevgiyi bilir. Bilmeyenler de öğrenmiş oldu (evet, size bunu soracaklar sınavda). Bu kitabı da epey merakla bekliyordum. Azıcık içini karıştırmadan da duramadım. Ve söylemeliyim ki, iç tasarımı şahane!



Mort - Terry Pratchett: Diskdünya serisinin dördüncü kitabı. İlk üç kitabı okudum ancak yorumlarını yazmadım. Onların da yorumlarını inşallah o malum bir ara yayınlayacağım.

   Yandakilere gelecek olursam; büyük olan ikisi Delidolu'nun kartpostalları, küçük olanlarsa (dar mı demeliydim), Tudem'in ayraçları. Sizce de çok güzel değiller mi? (Gerçi fotoğraflar kötü, pek belli olmuyor üstlerindeki resimler; amaan...)

   Bunun yanında bir de kitap hediye etti kitapçıdaki efendi bana (önceden de birkaç kez hediye etmişlerdi ancak onları bloga yazmadım, bu sefer yazasım geldi). Mort'u alırken serinin önceki kitaplarını okuyup okumadığımı sordu, okumadıysam Büyünün Rengi'ni hediye edebileceğini söyledi. Okudum dedim. Umut Bıçağı'nı vereyim, dedi. Seriyi bitirdim, dedim. Yanılsamalar Atlası'nı vereyim, dedi. Onu almıştım da pek beğenmedim maalesef dedim (bu arada da içimden geçiriyorum, kesin kitap hediye etmekten vazgeçecek diye). Ancak öyle olmadı. Antikacı'yı okudun mu, dedi. Hayır dedim, hediyemiz olsun o halde, dedi. Ne mutlu bana :D Edit: Antikacı'nın yorumu bloga yazılmayacak.

   O malum bir araya kadar hoşçakalın!

14 Kasım 2015 Cumartesi

Tazecik Kitap Yorumu: İnsan Denen Canavar - Patrick Ness


   Serinin ilk kitabı Umut Bıçağı'nın yorumu burada.

   Serinin ikinci kitabı Sorgu ve Yanıt'ın yorumu burada.

   İlk iki kitabı okumadıysanız bu yorumu okumayın! (Yirmi gündür ilk defa yorum yayınlıyorum, onda da okumayın diyorum, iyi mi...)

   Hatırlayacak olursanız, ikinci kitabın sonunda Todd ve Viola korkunç bir karmaşada birbirlerinden ayrılmıştı. Bir taraftan Mank ordusu, diğer taraftan ise Yanıt savaşmak üzere şehre geliyordu. Tepeye alçalan gözcü gemisi ise ayrı bir dertti.

   Todd çok ciddi bir karar vererek Başkan Prentiss'i serbest bırakmıştı ve onu gözetlemek için savaşa onunla beraber katılacaktı. Viola da tepeye doğru yola koyulmuştu, Şifacı Coyle'dan önce gözcü gemisindekilerle iletişime geçebilmek için.

   Bu kitapta yani ''İnsan Denen Canavar''da da olaylar tam kaldığı yerden devam ediyor (ve elbette, bitiyor). Bu arada belirtmeliyim ki, kitabın ismi muhteşem. Bu kitaba daha çok yakışan bir isim olamazdı.

   Zaten en başından beri savaşların mantıksız olduğu çok açık. İnsanları öldürmeye bir son vermek istediğini söylemek için insanları öldürüyorsun.

   İnsan denen canavar, diye düşünüyorum.

   Hemen hemen tüm kitap boyunca bu taraflar arasında süren savaş(lar)ı okuyoruz. Savaşa dair pek bir şey yazmak istemiyorum; kendiniz okuyup hissetmelisiniz o dehşeti.

   Bu kitapta Todd ve Viola'nın yanına yeni bir anlatıcı ekleniyor: Geri Dönen. Ve o bir Mank! Kim olduğunu tahmin edebilirsiniz, bu sebeple yazmıyorum. Geri Dönen'in bölümlerini okurken başlarda heyecanlıydım, çünkü bir Mank'ın dünyayı nasıl algıladığını görecektim. Ancak Todd ve Viola cephesinde aşırı önemli olaylar olduğu için, bir süre sonra Geri Dönen'in bölümlerine sinir olmaya başladım; olayları en heyecanlı yerinde kesiyordu yahu! Neyse, kızmama bakmayın siz. Geri Dönen olmasa Mankları anlayamazdık.

   Todd ve Başkan Prentiss'i neredeyse tüm kitap boyu birlikte görüyoruz. İkisinin konuşmalarını okumak harikaydı. Başkan Prentiss'in olduğu tüm kısımları pek bir sevdim. Ayrıca şunu diyebilirim ki, Başkan Prentiss şimdiye kadar gördüğüm en muhteşem, en etkileyici anti-kahraman. Patrick Ness sahiden şahane bir karakter oluşturmuş.

   Şifacı Coyle'a gelecek olursam, onu da oldukça etkileyici bir karakter olarak görüyorum. Ancak ben Şifacı Coyle'un iyi yanlarını daha çok görmek isterdim, çünkü her ne kadar Prentiss'in bir numaralı düşmanı olsa da, bir noktada neredeyse ondan farkı kalmadı. Şifacı Coyle daha iyi bir insan diyemem yani. Sanki diyebilmeliymişim gibi geliyor (Gerçi seri boyunca kimsenin ne siyah ne de beyaz olduğunu gördük; grinin farklı tonlarında herkes). Bu arada, Coyle ile Prentiss'in birbirinden pek farklı olmadığını düşünen de tek ben değilim:

   ''Şu andan itibaren tarafsız her türlü gözlemciye göre Başkan bir soykırımcı, Şifacı ise bir terörist.''

   ''Ben bir generealim,'' diyor Başkan.

   ''Ve ben özgürlük için savaşıyorum,'' diyor Şifacı Coyle.

   Viola'ya dönecek olursak... Viola gözcü gemisine vardığında bakıcılardan Simone ve Bradley'i buluyor karşısında. İki karakteri de sevdim, ancak Bradley'e sevgim ağır basıyor. Bu arada, Bradley'nin Ses'e alışma sürecini okumak harikaydı, çünkü ilk kitaptan beri, Ses virüsünü kapan bir insanın buna nasıl tepki verdiğini merak ediyordum.

   Kitapla ilgili yazmak istediğim birkaç nokta var, bunlar ''Sen bir dahisin Patrick Ness!'' diye bağırmak istediğim, çok hoşuma giden kısımlar. Ama dikkat, spoiler içerir. Bu kitabı okumadıysanız, bir sonraki paragrafa geçmenizi öneririm. SPOILER! İlki, Lee'nin kör olması, ancak Ses sayesinde görmeye devam edebilmesi. Lee'ye cidden çok üzüldüm, ancak onun bu sayede hala görebilmesi o kadar muhteşem ki, içimin acısı azaldı. İkincisi, Wilf'in insanların Feza'sı olması. Hem mantık şahane, hem de seçilen kişi... Wilf'ten başkası olamazdı sahiden. Üçüncüsü de, Mankların Ses sayesinde tüm dünyadaki fertlerle iletişim içinde olması; aynı zamanda her bireyin bütün olması. SPOILER BİTTİ.

   Kitapta hoşuma gitmeyen birkaç nokta da var. İlki Viola'nın, Todd'a Sesini duyamadığı için trip atması (bir noktada haklı sayılır, ama ben Todd'u tutuyorum :D). İkincisi de, Todd'un annesinin günlüğünü okuyamamamız. Ben hep o günlüğün olayların kilit noktası olduğunu, kitapta önemli bir yere sahip olacağını düşünmüştüm, ama hayır. Ness o günlüğü de kısa roman gibi bir şey olarak sunsa keşke, en azından okumuş oluruz (benim de hayal kırıklığım azalır :P).

   Bu kitabın temposu ilk iki kitaba göre çok daha yüksek. Sürpriz dozu da öyle. Tam olaylar duruldu diyorsunuz, hiç aklınıza gelmeyecek başka bir olay patlak veriyor. Açıkçası bir noktada okurken yoruldum, hatta bu sebeple yarım puan kırmayı da düşünüyordum. Ancak kitabın sonu... o son... O SON! Onu okuyup da beş vermemek ayıp olurdu.

   İlk kitabı ilk okuduğumda beğenmemiş ve bu sebeple seriye devam etmeme kararı almıştım. Ancak iyi ki bu sene o kararı bozdum ve ilk kitabı tekrardan okudum ve iyi ki seriyi bitirdim. Okuduğum en özgün serilerden biriydi. Hayal dünyanı bize açtığın için teşekkürler Ness! Son olarak, birkaç resim koyup yorumu bitiriyorum. Link!




   Edit:
   Serinin buçuğuncu kitapları The New World (Yeni Dünya, 0.5), The Wide, Wide Sea (Engin, Engin Deniz, 2.5), Snowscape (Kar Umacısı, 3.5) yorumları burada.

Puan: 5
  

29 Ekim 2015 Perşembe

Sıradakinden Alıntı

   İnsanlar ne kadar zavallı yaratıklar. Öyle güçsüzüz ki her şeyi berbat etmeden iyi bir şey yapamıyoz. Başka bi şeyleri yıkmadan yenilerini inşa edemiyoz.

   Bizi sona yaklaştıran Manklar diildi.

   Kendimizdik.

24 Ekim 2015 Cumartesi

Tazecik Kitap Yorumu: Asla Neden Diye Sorma - Shaun Tan


   İlk cümlede bunu yazmazsam patlarım; muhteşem bir kitaptı! Kitaba başlarken beklentim epey yüksekti ve ne mutlu bana ki, beklentilerimin karşılığını tam olarak, hatta daha da fazlasıyla aldım.

   Kitap kırk sekiz sayfacık ve kitapta toplamda on sekiz cümle var. Öte yandan bu on sekiz cümle ve bu cümlelerin eşlik ettiği muhteşem resimler; derinlikleri açısından yüzlerce sayfalık bir romana taş çıkarır. Ciddiyim.

   Biri diğerinin kulağına fısıldayan iki çocuğun resmiyle karşılaşıyoruz, ardından ''Bu yaz şunları öğrendim:'' cümlesi ve kitap başlıyor. Bundan sonraki cümleler oldukça tuhaf ve biraz da esrarengiz; Sıradakinden Alıntı bölümünde resmiyle beraber paylaşmış olduğum ''Sakın çamaşır ipinde kırmızı çorap bırakayım deme.'' örneğin. ''Sakın bir davette son zeytini yeme.'', ''Şifreyi asla unutma.'', ''Asla neden diye sorma.'' ve diğerleri... Tüm bu ilginç cümlelere de şahane birer resim eşlik ediyor. Resimlerin her biri hem oldukça göze hitap ediyor; hem de kelimelerin anlatamayacağı birçok şeyi ifade ediyor. Her resim biraz fantastik bir hava da içeriyor, ama bunlar normalmiş gibi geliyor size.

   Cümleleri okur ve resimleri incelerken, ''Bu çocuklar sahiden bu tuhaf şeyleri yaşamış mı, yoksa çocuğun hayal gücü mü çok geniş?'' diye düşündüm durdum. Son sayfalarda cevabımı aldım ve cevap hoşuma gitti :) (Küçük bir spoiler: Cevap ''her ikisi de'' gibi bir anlam taşıyordu bence. Değil mi ama, ey kitabı okuyanlar?)

   Resimleri babamla incelerken fark ettik ki (ailemin her ferdine okuttum bu kitabı, yaşasın!) her resimde, arkada bir karga var. Bu küçük bir ayrıntı, ancak kitabın geneline bakıp, anlam çıkarmaya çalışırsanız, bu kargaların iyi birer metafor olduğunu söyleyebilirim. Ayrıca, resimlere bakarken, olay örgüsüne uygun bütünlüğün yanı sıra, bazı karakterlerin çeşitli sayfalarda tekrar karşınıza çıktığını da göreceksiniz. Bu da hoş bir başka ayrıntıydı bence.

   Shaun Tan bu kitapla ilgili yazmış olduğu yazısında (yazıya buradan ulaşabilirsiniz), kitaptaki her resmin anlatılmamış bir hikâyenin parçası gibi görülebileceğini ve bunların okuyucuların hayal gücüyle derinlik kazanacağını söylemiş. Ki ben bunu kitabı incelerken kesinlikle yaşadım. Her sayfaya tekrar tekrar baktım, kafamda binbir türlü kurgu oluşturdum. Bundan aşırı zevk aldığımı da söylemeden geçmeyeyim.

   Bir önceki paragrafın başında linkini vermiş olduğum yazıda, her resmin çiziliş hikâyesi yer almakta (fikir nasıl ortaya çıktı, çizilirken nelerden ilham alındı gibi). Yazıyı okurken de kitabı okurken aldığıma benzer bir zevk aldım. Eğer kitabı okuduysanız, yazıyı da okumanızı tavsiye ederim.

   Kitabın baskısına gelecek olursak, o da muhteşem. Dışı ciltli, sayfaları kuşe, resimler harika kalitede. Baskıya gösterdiğiniz özen için, teşekkürler Desen Yayınları!

   Shaun Tan ile tanışmak için oldukça iyi bir kitap oldu bu. Kalbimde de ayrı bir yer kazandı kendine. Canım sıkıldıkça sayfalarını açıp kendimi dünyadan soyutlarım. Kitabı bitireli beri birkaç kez yaptım bunu, bıkmadan devam edeceğim yapmaya herhalde :)

Puan: 5

18 Ekim 2015 Pazar

Tazecik Kitap Yorumu: Tünelin Ağzından Dehşet Hikâyeleri - Chris Priestley


   Serinin ilk kitabı Montague Amca'nın Dehşet Hikayeleri'nin yorumu burada.

   Serinin ikinci kitabı Kara Gemi'den Dehşet Hikâyeleri'nin yorumu burada.

   Robert, yeni okulunun bulunduğu şehre gidecek treni bekliyor; yanında da üvey annesi bulunmakta. Üvey annesi bir ara treni beklerken uyuyakalıyor ve çığlık atarak uyanıyor uykusundan. Robert'a, içine bir önsezi doğduğunu; birazdan gelecek olan trene binmesinin Robert için hiç de iyi olmayacağını hissettiğini söylüyor. Robert bunu çok saçma buluyor, zaten üvey annesinden ayrılmak için sabırsız, bu sebeple tren gelir gelmez biniyor trene.

   Bir süreliğine uyuyakalıyor Robert, uyandığındaysa tren tünelin ağzında durmuş; ayrıca Robert'ın bulunduğu vagonda yeni bir yolcu var, beyaz elbiseli bir kadın. Kendisi ve beyazlı kadın haricinde, vagondaki diğer yolcular oldukça ağır bir uykuya dalmış durumda. Robert eğer uykuya dalarsa, bir daha asla uyanamayacağını hissediyor. Bunun üzerine başlıyor beyazlı kadınla konuşmaya; daha doğrusu kadının anlattığı dehşet hikâyelerini dinlemeye...

   Öncelikle şunu belirteyim ki; hikâyelerin olay örgülerini beğendim. Ancak her hikâyenin ana karakteri, sorunlu bir insandı. Biraz çeşitlilik katılabilirdi sanki bu ana karakterlere. Bir de, bazı hikâyelerin sonu eksikmiş hissi verdi bana.

   Hikâyeler arasındaki bölümlere gelecek olursak... çok fazla tekrara dayalıydı. İlk iki kitapta da böyleydi aslında, ancak bu kitapta çok gözüme battı. Çünkü ilk iki kitapta tekrar eden bir-iki şey vardı sadece. Bunda ise yedi-sekiz tane. Her öykünün sonunda Robert'ın uykuya yenik düşmemeye çalışması, dinlediği öykünün son sahnesini kafasından atamaması, beyazlı kadına saati sorması ama cevap alamaması, yeni bir hikâye dinlemek istememesine rağmen dinlemek zorunda kalması, yanındakileri uyandırmaya çalışıp da başaramaması, sanki göz ucuyla bir şey görür gibi olması, vagondan çıkmaya çalıştığında takatinin kesilmesi, beyazlı kadının öykünün konusunun ne olduğunu söylemeyeceğini yoksa öykünün heyecanının kaçacağını söylemesi... Sahiden çok fazla tekrar var, değil mi ama?

   Kitapta beni çok şaşırtan bir şey vardı bir de... SPOILER! İlk kitaba dönüş yapılıyor! Serinin kitapları bağımsız olduğu için böyle bir şey beklemiyordum, ancak hoşuma gitti. SPOILER BİTTİ.

   Kitabın kapağı her zamanki gibi şahane. David Roberts'ı ne kadar takdir etsek az.

   Hikâyeleri sevsem de, hikâyeler arası geçişler çok gözüme battığı için verdiğim puan düşük. Yine de, eğer ilk iki kitabı okuyup sevdiyseniz, bu kitabı okumanızı tavsiye edebilirim.
  
Puan: 3,5

5 Ekim 2015 Pazartesi

Sıradakinden Alıntı

   ''Bir şey sadece hikâyede geçiyor ve o hikâyede bir efsane ya da salt hayali bir şey anlatılıyor diye, bu o şeyin büsbütün asılsız olduğu anlamına gelmez.''


30 Eylül 2015 Çarşamba

Cağaloğlu...

   Dün yağmur çiselemesine rağmen -ki ıslanmaktan nefret ederim, ama kafaya taktım bir kere gitmeyi-, Cağaoğlu'na gittim. Önceki gün de Beyoğlu Sahaf Festivali'ne gittim, ama o gün hava sahiden çok bozmuştu, bu sebeple kitap tezgahlarının üstüne poşet vs. kapatılmıştı. Hiçbir şeye bakamadım zaten; sadece okul için gereken bazı şiir kitaplarını alabildim. Kütüphaneden okumuştum aslında onları, ama illa satın almak lazımmış. Her neyse.

   Cağaloğlu diyordum.

   Öncelikle Tudem'e girdim. Aldıklarım:

  
Asla Neden Diye Sorma - Shaun Tan: Kitabın çizimlerine ve baskı kalitesine bittim. Bugün kitabı okuyabilirim, hayırlısı bakalım. Bu arada, maalesef boyutlarının devasa olması sebebiyle kitabı dikey de koysam, yatay da koysam sığdıramadım kitaplığa. Nereye koysam ki :D Edit: Sığdırmayı başardım! Benim için büyük bir adım; insanlık içinse adım bile değil... Yine edit: Yorum!



Eşit Haklar - Terry Pratchett: Diskdünya'nın üçüncü kitabı. İlk ikisini okudum, ancak yorumlarını yazamadım daha maalesef.

Tünelin Ağzından Dehşet Hikâyeleri - Chris Priestley: Serinin üçüncü kitabı, ama kitaplar birbiriyle bağımsız. İlk ikisini çok sevmiştim, yorumlarına buradan ulaşabilirsiniz. Kitabı yarıladım sayılır. Beğendim. Edit: Yorum!

   Polat Kitabevi'ne girdim bir de sonra. Sadece bir kitap aldım oradan da.


Renksiz Tsukuru Tazaki'nin Hac Yılları - Haruki Murakami: İlk Murakami okumam Zemberekkuşunun Güncesi'yle olmuştu. Kitabı bitirememiştim, bitirmek için zorlamamıştım da zaten, para vermedim diye :P Neyse, Murakami'ye pek yakınlık duyduğum söylenemez yani. Ama bu kitabı merak ediyordum, konusu ilgimi çekmişti. Sevmeyi umuyorum. Edit: Murakami'yle anlaşamıyoruz... Kitap yalnızlık üzerine olduğu için çok ilgimi çekmişti. Kitabın verdiği mesaj güzel (Tsukuru'yla empati kurduğum için, mesajı belki de gereğinden fazla beğenmiş olabilirim). Ancak o mesaj için bu kitap okunmaya değer mi? Hımm... hayır. Biraz daha etkileyici bir kurgu beklentisindeydim sanırım; bu sebeple kitabın verdiği mesaj, kitabın geçer not almasını sağlamıyor benden. Bu arada, kitaptaki ''renge sahip olma'' durumunu; Hermann Hesse'nin Demian kitabındaki ''Kabil'in nişanı'' veya Patrick Süskind'in Koku kitabındaki ''baskın kokuya sahip olma'' durumuna çok benzer buldum.

   Kendinize iyi bakın... Ders programım sebebiyle kendime hiç vaktim kalmıyor gibi, ama programı biraz değiştireceğim sanırım. Bloga da yazmaya vaktim olur hem. Yazılarımın yolunu gözleyen var mı ki :P -sahiden merak eder, ama çaktırmamaya çalışır-...

23 Eylül 2015 Çarşamba

Tazecik Kitap Yorumu: Yaylı Bacak Jack - Mark Hodder


    1860'ların alternatif İngiltere'sine hoşgeldiniz! Bir tarafta Libertinler, bir tarafta Teknologlar... Tüm bunların ortasındaysa henüz çözülememiş bir sır: Yaylı Bacak Jack!

   Kitap Richard Burton'un, arkadaşı John Speke'nin kendini vurduğu haberini almasıyla başlıyor. İkisi de birer kaşif; aynı zamanda gerçek kişilikler, ki kitapta gerçek kişilerin alternatif versiyonlarıyla sıkça haşır neşir olacağız. Kitabın sonundaki ek bölümde, bu kişilerin gerçekte ne yaptıklarını da öğrenme imkanımız oluyor, ki bu iyi bir şey bence; internette araştırma zahmetinden kurtarıyor insanı.

   Haberi almasının üstünden henüz birkaç gün geçmişken, iki önemli olay yaşıyor Burton. İlki, Yaylı Bacak Jack'le karşılaşıyor ve Yaylı Bacak Jack hem Burton'ı bir güzel benzetiyor, hem de kendisinden uzak durması konusunda uyarıyor; Burton bir şey anlayamıyor tabii. İkinci olay ise, Lord Palmerston, Burton'a kraliyet ajanlığı teklif ediyor. Görevi ise, bir süredir şehrin Batı Yakası'nda cirit attığı söylenilen kurt adam meselesini açığa kavuşturmak, ayrıca Yaylı Bacak Jack'in neyin nesi olduğunu araştırmak. İşte bu noktada, kitabın fantastiğe mi kaydığını sorabilirsiniz, ama bu kitap tamamen bir bilim-kurgu eseri. Fantastik sevmeyenlerin bu kitaptan uzak durmasına hiç gerek yok yani.

   Burton işi kabul ediyor ve biz de onunla birlikte bir maceradan bir maceraya atılıyor ve muhteşem sırları açığa çıkarıyoruz. Bu arada, ben bu kitabı tek sanıyordum, ancak bir serinin ilk romanıymış. Serinin adıysa ''Burton & Swinburne''. Açıkçası şair Swinburne'ün serinin isminde adı geçecek kadar önemli bir karakter olduğunu düşünmüyordum. Kitabın sonlarına doğru aktif bir rol oynuyordu.

   Kitap üç kısımdan oluşuyor. İkinci kısma bayıldım, aklımı başımdan aldı resmen. Mükemmeldi. Aklınızdaki tüm soruların yanıtlanacağı bölüm. Ama yine de... kitabı bitirdikten sonra üzerine düşününce, minik bir nokta aklıma takıldı. Rica ediyorum, kitabı okumadıysanız spoiler kısmını okumayın, bir sonraki paragrafa geçin. Lütfen. Bu muhteşem kitabı okuyun, ama spoiler yemeden! Neyse, bakın sizi içtenlikle uyardım. SPOILER! Eğer esas Edward, Kraliçe Viktorya'yı vurmaya çalışmış da ıskalamışsa; aklına o suikast fikri nereden girmişti ki o zamanlar? Değişmiş gelecekte, zaman yolcusu Edward'ın, esas Edward'ın kafasına kazara bu fikri soktuğunu biliyoruz. Peki ya zaman akışına hiç müdahale edilmemişken nereden geldi bu fikir? SPOILER BİTTİ.

   Kitap tam bir bilim-kurgu kitabı. Steampunk, alternatif tarih ve ayrıca bir alt dalı daha içermekte, ama sonuncusu sürpriz olsun.

   Bu arada, Libertinler ve Teknologlar konusuna da biraz değinmek istiyorum, çünkü kitabın en ilgi çekici ögelerindendi bunlar.

   Libertinler genel olarak sanatı, insan ruhunu vs. öven, insana kıymet veren bir akım. Teknologlara karşı çıkıyorlar. Bir de Libertinler'in Rakes adında aşırı bir grubu var ki bunlar, insanı tüm zincirlerinden kurtarıp özgürlüğe kavuşturmak gerektiğini savunuyor. Bunu nasıl yapacaklar derseniz de, tamamen içgüdülerle hareket ederek; ahlaki ve sosyal kuralları hiçe sayarak.

   Teknologlara gelecek olursak, iki gruba ayrılmış onlar da: Mühendisler ve Öjenistler. Mühendisler, insanların hayatlarını kolaylaştıracak çok çeşitli icatlar yapıyorlar; çöp temizleyici yengeçler, atmosfer trenleri, pervaneli sandalyeler... Öjenistler ise, canlı varlıkların genetikleriyle oynayarak, onlara birtakım üstün özellikler kazandırıyorlar-ancak maalesef bazı yan etkiler çıkabiliyor ortaya-. Sesli mesaj gönderimine yarayan muhabbet kuşları (ki çok küfürbazlar), yazılı haber ileten koşucu köpekler (ki onları beslemezseniz iki adım gitmezler), yolcu taşıyan devasa kuğular ve daha birçok şey. Ayrıca, bu uygulamalar sadece hayvanlarla kalmıyor. Genç kalmak veya boyunuzu uzatmak vs. istiyorsanız da Öjenistler'e başvurabilirsiniz.

   Bu arada, her bölümün başında bir alıntı yer alıyor. Kimi zaman bu alıntı, kitaptaki karakterlerden birinin bir sözü oluyor; kimi zaman bir propagandanın bir parçası; kimi zamansa Teknologların ilanları. Bunlar da, kitabın geçtiği dünyanın içine biraz daha girmenizi sağlıyor.

   Kitabın yayınevi Altıkırkbeş. Altıkırkbeş'in kötü bir namı var malûm. Şunu söyleyebilirim ki, çeviri fena değil; kitap okunabilir yani. Ama kitapta çok fazla imla ve yazım hatası var. Çok çok fazla. Her sayfada en az iki üç tane. Kitabın editörü kim diye baktım, editör meditör yok! Evet canım, zaten neye yarar ki editör dediğin, değil mi yani... En azından ne bileyim, eğer Word'te hazırladılarsa kitabın metnini, bir yazım kontrolünden geçirebilirlerdi. O kadar zor olmasa gerek.

   Son olarak da şunu söyleyeyim, birkaç ay önce serinin ikinci kitabı çıkmış. Serinin ilk kitabı yirmi dört, bu yeni çıkan ikinci kitabı ise 42 lira... Ne yalan söyleyeyim, o kitaba o kadar para veremem. Kitabın kurgusu güzel olsa bile, basım kalitesinin o fiyata değeceğinden şüpheliyim. Hem, niye uçmuş ki fiyat o kadar? Orijinal kapak kullandılar diye mi? Yoksa editörü mü var o kitabın? Bu arada, orijinal kapak kullandıkları için, serinin ilk kitabıyla, ikincisinin kapakları epey uyumsuz oluyor. Bence bizim kapak tasarımı iyiydi. Her neyse. Eğer becerebilirsem İngilizcesinden devam ederim seriye, bakacağız.

Puan: 4,5

21 Eylül 2015 Pazartesi

Tazecik Kitap Yorumu: Anya's Ghost - Vera Brosgol


   Anya, ailesiyle beraber, Rusya'dan Amerika'ya taşınmış bir kız. Okula uyum sağlamaya çalışıyor ve tipik Amerikan ergeni davranışları sergiliyor (genelleme yaptığım için üzgünüm, ama okumuş olduğum kitaplardan ve izlediğim filmlerden gördüğüm kadarıyla kafamda bir Amerikan genci tiplemesi ister istemez oluştu).

   Bir gün Anya, okulu asıyor ve ormana yürüyüşe çıkıyor. Canını sıkan şeyleri düşünerek yürürken, bastığı yere dikkat etmiyor ve bir deliğe-eski bir kuyuya-düşüyor. İki sorun var, ilki kuyu çıkamayacağı kadar derin; ikincisiyse, kuyuda bir iskelet var. Bu yetmiyormuş gibi, bir hayalet beliriveriyor iskeletin yanında, Anya'yla konuşmaya başlıyor. Anya birkaç gün içinde kuyudan kurtarılmasına kurtarılıyor kuyudan, ne var ki kuyudaki hayalet Anya'nın peşini bırakmıyor.

   Anya ilk başlarda hayalete sinir olsa da, hayaletin yardımıyla hayatının düzene girdiğini görünce ona sempati beslemeye başlıyor. Ama, bir hayaletle arkadaşlık ne derece iyi dersiniz? Hele de karşınızdakini ne kadar tanıdığınız şüpheliyse...

   Kitabın çizimlerini beğendim, renk seçimi de iyiydi -bu arada, alıntıyı gözden kaçırmış olma ihtimalinize karşı belirtelim ki, bu kitap bir çizgi roman-. Resimler hep mavi-gri tonlarında, ki bence bu biraz tekinsiz bir hava katmış kitaba, hoşuma gitti.

   Anya'nın bazı hayallerine gülmekten kendimi alamadım. Her insan ister istemez saçma şeyler düşünür çünkü öyle :D Ayrıca, ekonomi dersinde de tüm öğrencilerin uyuyakalmış olarak resmedilmiş olması beni sırıttıran başka bir küçük nokta.

   Başlarda kitabı pek beğenmedim, Anya'nın ergen tavırları canımı sıktı. Ancak kitabın son kısımları cidden iyiydi. Anya'nın değişimini görmek de ayrıca güzeldi.

Puan: 4

20 Eylül 2015 Pazar

19 Eylül 2015 Cumartesi

Tazecik Kitap Yorumu: In Real Life - Cory Doctorow, Jen Wang


   İçinde oyun barındıran kitaplara her zaman bayılmışımdır; örneğin Erebos ve Epic (bayılıyorum deyip de, sadece iki isim vermem tuhaf oldu değil mi? :D).

   Kitapta Anda adında bir kızımızın başından geçenlere tanık oluyoruz. Baş kısımları atlayıp, hemencecik ana konuya gelecek olursam; Anda, Coarsegold adında bir oyun oynamaya başlıyor. Bu oyun, mmorpg (massively-multiplayer role-playing game) türünden.

   Anda bu oyunu oynarken, Çin'den bir oyuncuyla tanışıyor; bu oyuncu, bir altın-toplayıcı. Bu altınları toplayıp, gerçek parayla satan bir şirketin elemanı. Ne var ki bu şirket (zaten yaptığı işin yasallığı da tartışılır), elemanlarının haklarını epey ihlal eden bir şirket. Günde on iki saat çalıştırıyor elemanlarını. Ayrıca, bu elemanların (aslında eleman yerine işçi veya modern köle de denebilir, ne dersiniz?) sağlık sigortaları veya herhangi bir güvenceleri de yok. Bunun üzerine Anda ve bu Çinli evladımız bu durumu değiştirmek üzere çalışmalara başlıyor.

   Kitabın verdiği mesaj(lar) güzel, sizi düşünmeye sevk ediyor.

   Kitabın çizimlerine ve renklendirmesine gelecek olursam; tek kelimeyle harika. Aşırı sevimli çizimler; renkler de içinizi açacak türden. Oyundaki ırklar çok çeşitli, mekanlar da incelikli. Karakterlerin yüz ifadelerinin çizimine de özen gösterilmiş. Çok beğendim. Bu arada, ne olur ne olmaz belirtelim ki bu bir çizgi-roman, alıntısından da anlaşılabilir esasında, ama belki de gözden kaçmıştır.

   Anda'ya pek kanım ısındı. Aslında tüm karakterler çok hoştu :D Ayrıca biraz esprili de bir kitaptı, ama en çok Anda'nın televizyonda kanalları geçerkenki bölümüne güldüm.

   Kitabı çok sevdim, sadece bazen olayların biraz hızlı ilerlediğini düşündüm, bundan da azıcık puan kırıyorum.

Puan: 4,5
 

17 Eylül 2015 Perşembe

Tazecik Kitap Yorumu: Mavi Kuş - Mustafa Kutlu


   Mustafa Kutlu'nun okumuş olduğum beşinci, blogta yer verdiğim ise dördüncü kitabı.

   Mavi Kuş, eski püskü bir minibüs. Bu minibüs, küçük bir köy olan Şirinyurt'tan kalkar; yolcularını, İstanbul'a gidecek olan trenin kalktığı istasyona götürür. Eskidir falan ama, bir kez bile geç varmamıştır istasyona veya yarı yolda bozulmamıştır bu Mavi Kuş.

   Bu kitapta da, Mavi Kuş'un bir seferine tanık oluyoruz. Sefer ki, ne sefer! Zaten yolculardan Kemal da diyor: ''Ne yolculuk be! Mübarek safariye döndü.'' Sahiden de safariye dönmüştür sefer, neler geçmez ki Mavi Kuş yolcularının başlarından...

   Kitabın yazım dili çok güzel, ki önceden Mustafa Kutlu okumuş olanlar aşinadır bu dile. Halktan biriyle konuşuyormuş, dertleşiyormuş gibisiniz; son derece içten ve bizim kültürden. Gülümsetiyor insanı aynı zamanda.

   Kitabın karakterleri çeşit çeşit, bir köyde/kasabada rastlayabileceğiniz insan tipleri. Ek olarak da, iki Amerikalı turist.

   Kitapta tek beğenmediğim yer sonu oldu, keşke öyle olmasaydı o son. Kitabın sonunda ne mi oldu? Peki, bunu siz istediniz... istemediyseniz bir sonraki paragrafa atlayın :D DİKKAT, SPOILER! Madem her şey bir filmdi... Mavi Kuş'u takip eden iki adamı, Deli Kenan ile Avcı Bilal kovalıyordu. Bu da mı roldü? Rol değilse, filmde niye böyle bir sahneye yer verildi? Eğer rolse, niye adamlar kitabın sonunda mahkûmu vurdular? Yoksa kendilerine verilen rolü yanlış anlayıp, adamı sahiden kanlıları mı sandılar? Çıkamadım işin içinden, biri açıklarsa mutlu olurum. Ayrıca, yönetmenin sinema şudur, sinema budur demesi pek hoşuma gitmedi. İnsanların bir filmi izleyince kendisinin çıkarımda bulunması gerektiği kanaatindeyim. Aslında yönetmenin filmin sonunda konuşmasına hiç gerek yoktu bence. Söylediği şeyler, arada anlatıcı tarafından söylenseydi daha çok hoşuma giderdi. SPOILER BİTTİ.

   Kitabı çok sevdim. Karakterler, kurgu, yazım dili; hepsi çok güzeldi. Altı çizilebilecek çok yer de vardı, ama uzun olduklarından sizinle paylaşamayacağım maalesef. Ayrıca, Kenan ve Bilal'ın öyküleri çok acıklıydı yahu. Sırf onun için bile bu kitap okunmalı bence. Eğer kitabın sonu üst paragrafta belirttiğim şekilde bitmeseydi kitaba beş puan verirdim.

Puan: 4,5

16 Eylül 2015 Çarşamba

Kısa Kesmek İcap Ederse: Vincent, Combray-Swann'ların Tarafı

   Bir önceki Kısa Kesmek İcap Ederse yazımda belirttiğim gibi; paylaşacak alıntı ya da hakkında uzunca yazacak bir şey bulamadığım kitaplara bu bölümde yer veriyorum. Bunu bu yazıda tekrar belirtme gereği duydum, çünkü ilk Kısa Kesmek İcap Ederse yazısını yazalı bir yıl olmuş neredeyse. Bundan sonra blogta, bu bölümle daha sık karşılaşma ihtimaliniz çok yüksek. Çünkü altmış bir tane kitabın yorumunu bu şekilde yazmayı düşünüyorum. (Edit: Yazmadım, yazamadım, yazmayacağım...) Tabii bu, artık uzun yorum yazmayacağım anlamına gelmiyor. Uzun yorum yazmayı düşündüğüm de dokuz tane kitap var. İpin ucunu sahiden kaçırmışım, değil mi? Blogun ilk iki yılında, kitabı bitirdiğim gün yorumunu yazardım, hey gidi günler...

   Neysecüm, çizgi roman derlemesi yazıma hoşgeldiniz. Yukarıda linkini vermiş olduğum önceki yazıda belirttiğim üzere, süper kahraman içermeyen çizgi roman arayışındaydım. Bu arayış sonucunda neler okuduğumdan bahsedeceğim şimdi sizlere.


Vincent - Barbara Stok: Kitabın isminden ve kapağından anlaşılabileceği üzere, kitap Vincent Van Gogh'u anlatıyor-ki kendisinin eserlerini çok beğenirim-. Ressamın Güney Fransa'da yaşadıklarına tanık oluyoruz.
   Kitap Van Gogh'u tanımak için yeterli mi? Değil. Olayların çok yüzeysel geçildiği kanaatindeyim, hayal kırıklığına uğradım.
   Kitabın çizimleri nasıl diyecek olursanız; hani slayt hazırlarken küçük resim eklersiniz ya, o resimlerin kendine has, rengarenk, çizikli spiralli vs. bir stili vardır. Bu kitapta da o tarz kullanılmış işte. Gerçi sevimli duruyor, hakkını yemeyeyim.
   Bu kitabı Van Gogh'u seviyorsanız size önerebilirim, ama yeterli olmayacaktır. Onu tanımak adına bir başlangıç olsun diyorsanız da önerebilirim, ama yine yetersiz gelecektir :D O sebeple önermiyorum mu diyeyim, ne diyeyim, ben de bilemedim. Puan: 3


Combray-Swann'ların Tarafı - Marcel Proust & Stéphane Heuet: Kayıp Zamanın İzinde serisinin ilk kitabının, ilk (ya da ilk bir-iki) bölümünün uyarlaması olan bir çizgi roman. Kayıp Zamanın İzinde serisini okumadım, ama bu şekilde seriye ufaktan bir giriş yaptım denebilir.
   Sanırım diyaloglarda ve betimlemelerde kırpma yapılmamış çizgi romana uyarlanırken. Çünkü önceden Swann'ların Tarafı'ndan birkaç alıntı okumuştum ve bu kitapta da bu kısımlara rastladım. Kitabın çizgi romana birebir uyarlanmış olmasına sevindim açıkçası.
   Kitabı beğendim, çizimleri de çok hoştu. Ancak seriye çizgi romandan devam etmeyeceğim; roman serisine başlamaya karar verdim, ne zaman başlarım ama bilemedim. Puan: 4


   Aslında iki çizgi romanın daha yorumunu yazdım, ancak bu yazı için biraz uzun kaçtıklarından, onlara Tazecik Kitap Yorumu başlığı altında yer vereceğim.

   Bu arada, farklı -ve elbette beğenmiş olduğunuz- çizgi romanları önerirseniz çok makbule geçer :)

   Edit: Okumuş olduğum ve blogta yorumlarını bulabileceğiniz diğer çizgi romanların listesini iliştireyim aşağı.
- On Küçük Zenci & Mavi Trenin Esrarı - Agatha Christie, Frank Leclercq, Mark Piskic, François Riviére
- Güngezgini - Fabio Moon, Gabriel Ba
- Y: Son Erkek-Erkeksiz - Brian K. Vaughan
- In Real Life - Cory Doctorow, Jen Wang
- Anya's Ghost - Vera Brosgol

   Bu arada, NTV Yayınları'ndan çıkan, Agatha Christie çizgi romanlarından birkaç tane daha okumuştum, ancak blogta yer vermeyeceğim. Güzel olduklarını söyleyebilirim, ama bir On Küçük Zenci değillerdi.

14 Eylül 2015 Pazartesi

Hoşuma Yapışanlar

   Bir kez daha HP güzellikleriyle karşınızdayım... HP'ye çok yer verdim Hoşuma Yapışanlar bölümünde, ama ne yapayım, kendime engel olamıyorum :D


 






   İkinci resim hoşuma gitse de, Hufflepuffların o kadar saftirik resmedilmemesi gerektiği kanaatindeyim :D Severim kendilerini.

   Önceki yazılardan birinde floccinaucinihiliphilification'un çizimlerine yer vermiştim. Kendisi yeni çizimler yapmış, hepsi birbirinden ayrı güzel! Eksik kalmayın efenim, sayfasına buradan ulaşabilirsiniz.

   Yukarıdakilerin linkleri sırasıyla: 1-2-3-4-5-6-7.

13 Eylül 2015 Pazar

11 Eylül 2015 Cuma

Tazecik Kitap Yorumu: Half-Minute Horrors - (edited by) Susan Rich


   ''Half-Minute Horrors'' adından da anlaşılacağı gibi, size yarım dakikalık korku(lar) yaşatmayı amaçlayan bir kitap. Bunu nasıl yapacak derseniz, kitapta -yanlış saymadıysam- yetmiş iki tane kısa öykü var. Kısa derken, sahiden kısa; yarım sayfa bir şey çoğu, yarım dakikada bitirebileceğiniz cinsten yani. Öykülerin hepsi korku temalı elbette-hadi canım!-. Aralarda illüstrasyonlarla anlatılmış veyahut bezenmiş öyküler var. Öykü yerine şiir halinde olanlar var-kendimi yalancı çıkarmış oldum :P-. Bir alışveriş listesi bile var! Bu çeşitlilik hoşuma gitti doğrusu.

   Her ne kadar kapakta ''Lemony Snicket, Neil Gaiman, James Patterson and more (ve daha fazlası)!'' yazarak yetmiş iki yazarın ''more'' kelimesine sıkıştırılması hoşuma gitmese de, ben de maalesef tüm yazarları yazamayacağım. Toplamda yetmiş beş yazar yer almakta kitapta -illüstratörleri de yazardan saydım-. Gerçi Brett Helquist hariç diğer illüstratörler kendi öykülerini illüstre etmişlerdi.

   Kitabın sonunda bir dizin yer almakta. Bu dizine bakarak, korku temasını oluşturan ögeleri de rahatlıkla görebiliriz aslında: Kapılar, gölgeler, yataklar(altı ve çevresi), çığlıklar, canavarlar, lanetli evler, vücut parçaları, kan...

   Kitabı okurken pek korktuğumu söyleyemem. Ama birkaç hikâyede tırstım. Bazılarının orijinalliğinden etkilendim. İlginç bir okuma deneyimi oldu benim için.

   Kitapta önceden okumuş olduğum bazı yazarlar vardı: Lemony Snicket, Margaret Atwood, Avi, Joseph Delaney ve Neil Gaiman. Ne var ki Lemony Snicket'ınki hariç pek sevemedim öykülerini. Öte yandan, sevdiğim diğer öykülerin yazarlarının adlarını önceden duymamıştım bile. (Gözlerim yazarlar arasında Chris Priestley'i aradı aslında, ama nafile.) Sevdiğim öykülerin listesini iliştireyim aşağı(ve mümkün olduğunca çevireyim isimlerini vs):

- Something You Ought to Know (Bilmen Gereken Bir Şey) - Lemony Snicket (Tipik bir Snicket hikâyesiydi, yazım tarzıyla hemen kendini belli ediyor.)
- The Chicken or the Egg (Tavuk ya da Yumurta) - Jerry Spinelli (O sonu beklemiyordum.)
- The Old Man in The Picture (Resimdeki Yaşlı Adam) - Richard Sala (Tahmin edilebilir bir kurguya sahipti, ama çizimleri güzeldi.)
- Halloween Mask (Cadılar Bayramı Maskesi) - Sonya Sones (Şiir halinde yazılmış, ilginçti. Tekerleme gibi, insanın diline dolanıyor.)
- The Legend of Alexandra & Rose (Alexandra & Rose Efsanesi)- Jon Klassen (Bir resimle ve numaralarla anlatılmış tüm hikâye. Yazılı olsaydı bu kadar etkileyici olmazdı; bu haliyle epey orijinal olmuş aynı zamanda.)
- An Easy Gig (Kolay Bir İş) - M. T. Anderson (Dehşete düştüm, çok fenaydı.)
- The Foot Dragger (Ayak Sürüyen) - M. E. Kerr (Aslında tahmin edilebilir bir kurgusu var, ama hikâyede anlatılan olayın bir gün başıma geleceğini düşündüğümden olsa gerek, tırsıttı.)
- Trick (Numara) - Adam Rex (Orijinaldi. Korkutmadı ama güldürdü :D)
- A Walk Too Far (Fazla Uzamış Bir Yürüyüş) - Gloria Whelan (Yine başka bir korkulu rüyam.)
- The Goblin Book (Gulyabani Kitabı)- Brad Meltzer (Hazırlıksız yakalandım okurken :D Okumak isterseniz sizi Sıradakinden Alıntı bölümüne alalım.)
- Worms (Solucanlar) - Lane Smith (Pek orijinal değildi ama hem illüstre edilmesi, hem de şiirle öykünün anlatılmış olması artı puan kazandırdı gözümde.)
- The Dare (Meydan Okuma) - Carol Gorman (Pek orijinal değildi, ama ürperdim.)
- Chocolate Cake (Çikolatalı Pasta) - Francine Pross (Bir korkulu rüyam daha.)
- Krüger's Sausage Haus (Krüger'in Sosis Evi) - Mark Crilley (Aşağılık insanların hak ettiğini bulması güzel.)
- There's Something Under The Bed (Yatağın Altında Bir Şey Var) - Allan Stratton (Çok fena... O_O)
- Stuck in the Middle (Ortada Sıkışmış) - Abi Slone (Başka bir korkulu rüyam.)
- Don't Wet the Bed (Yatağını Islatma) - Alan Gratz (Anne babalar, işte bunlar hep sizin suçunuz.)
- The Final Word (Son Söz)- Josh Greenhut & Brett Helquist (Tahmin edilebilirdi, biraz da detaya girilebilirdi, bunlar eksik noktalar. Brett Helquist'in çizimleri ise her zamanki gibi yine çok iyiydi.)
- Whispered (Fısıldanan) - Jon Scieszka (Öykü bile sayılmaz ama olsun :D Yazının sonunda buna yer vereceğim.)
- Inventory (Envanter) - Jonatham Lethem (Bir alışveriş listenin sizi nasıl etkileyebileceğine iyi bir örnek :D)
- The Prisoner of Eternia (Sonsuzluğun Mahkumu) - Aaron Renier (Bence taşının o evden.)

   Bu arada, kapak resmini çok beğendim. Bobby Chiu ve Peter Chan'ın ortak çalışmasıymış, ellerine sağlık.

   Jon Scieszka'nın Whispered öyküsüyle bitirelim. (Evet daha demin öykü bile sayılmayacağını ve yazının sonunda bu öyküye yer vereceğimi yazmıştım ama olsun, belki listeyi okumayıp geçen vardır. Hazır parantez açmışken, gifin linkini vereyim, buyrunuz.)

   Oh man, we never should have listened to them.

   ''There's nothing under the bed,'' they said.

   ''Those noises are just the wind,'' they said. 

   ''It's just your imagination,'' they said. 

   We never should have listened to them. 

   Now shhhhhhh...

***
   Ahh, onları hiç dinlememeliydik.

   ''Yatağın altında bir şey yok,'' dediler.

   ''Sadece rüzgârın sesi,'' dediler.

   ''Hepsi senin hayal gücün,'' dediler.

   Onları asla dinlememeliydik.

   Şimdi şşşşşşşş...



Puan: 4