1 Aralık 2013 Pazar

Tazecik Kitap Yorumu: Yolun Sonundaki Okyanus - Neil Gaiman


   Bu benim okuduğum ilk Neil Gaiman kitabıydı. Onunla tanışmak için harika bir kitap kesinlikle.

   Kitap, kahramanımızın bir cenaze için çocukluğunun geçtiği bölgeye geri dönmesiyle başlıyor. Önce evine bir uğruyor, ondan sonra yine biniyor arabasına, yolu takip ediyor öylece. Hempstock çiftliğine geldiğini fark ediyor. Hempstock kadınlarının kahramanımızın çocukluğunda epey önemli bir yeri var. Kahramanımız, Hempstockların en küçüğü olan Lettie'nin okyanus dediği göle bakarken, çocukluk hatıraları canlanmaya başlıyor. Bize de koltuğa oturup, içimiz ısına ısına kitabı okuması kalıyor.

   Kitap fantastik bir kitap. Aslında okudukça fark edeceksiniz ki, konusu epey tanıdık. Ancak Neil Gaiman'ın konuyu işleyişi kesinlikle farklı. Çok hoş.

   Kahramanımız yedi yaşındayken yaşadıklarını anlatıyor. Bu kitabı yedi yaşında bir çocuk yazmış deseler, inanabilirdim. Çok tanıdık. Yedi yaşın duyguları ve hayal gücü harika aktarılmış. Alıntılarda da yer vereceğim bunlara. Bu arada, Zeynep Heyzen Ateş'in çevirilerini çok beğendiğimi söylemiş miydim?

   Yorum boyunca kahramanımız dedim de durdum, çünkü çocuğun adı kitapta hiç geçmiyor. Ne var ki ben bunu hiç fark etmedim, yorum yazarken dank etti kafama :D

   Alıntılara geçelim:

   Kapıyı, karanlıktan korkmamak için, içeri ışık sızacak kadar aralık bırakırdım. Böylece, yatma saatim geçtiğinde bile, koridordan içeri süzülen ışığı kullanıp gizli gizli kitap okuyabiliyordum. Canım istediğinde tabii. Canımın istemediği herhangi bir zaman hatırlamıyorum.

***

   Evde olduğumuz zamanlarda kızarmış ekmeklerin yanık kısımlarını babam yerdi. ''Mmmm!'' derdi. ''Kömür gibi! Bünyeye iyi gelir!'' ve ''Yanık ekmek! En sevdiğim yiyecek!'' Hepsini yalayıp yutardı. Biraz daha büyüdüğümde bana, ekmeğin yanık bölümlerini yemeyi hiçbir zaman sevmediğini, ziyan olmasın diye yediğini söyleyecekti. Bunu söylediğinde bir an için bana bütün çocukluğum yalanmış gibi geldi: Dünyamı oluşturan inanç sütunlarından biri daha un ufak olmuştu böylece.

***

   ''Piyango biletine para çıkmış,'' dedi annem.

   ''Nasıl yani?''

   ''Doğduğunda, büyükannen sana bir piyango bileti aldı. Bütün torunlarına almıştı. Çekilişte çıkan numaralara göre binlerce sterlin kazanabileceğin, her yıl tekrarlanan bir piyangodur.''

   ''Binlerce sterlin mi kazanmışım?''

   ''Hayır.'' Kâğıda baktı. ''Yirmi beş sterlin kazanmışsın.''

   Binlerce sterlin kazanmadığıma üzüldüm. (Kazansam ne alacağımı adım gibi biliyordum. Batman'in mağarası gibi gizli girişi olan, yalnız kalabileceğim bir yer satın alacaktım.) Ama hayal bile edemeyeceğim bir servete kavuştuğum için sevinçten havalara uçmuştum. Yirmi beş sterlin! Oyun kartları veya meyve aromalı şeker alabilirdim. Şekerlerin tanesi birkaç metelikti ama metelik para birimi olarak kullanılmıyordu. Yirmi beş sterlin. Her sterlini iki yüz kırk peniden ve her peniye dört şekerden hesaplarsanız... Hayal bile edemeyeceğim kadar şeker demekti bu.

   ''Parayı hesabına yatırabilirim,'' diyerek, hayallerimi yıktı annem.

***

   ''Canlıların sorunu bu,'' diye devam etti. ''Uzun süre dayanmıyorlar. Bir gün yavrular, ertesi gün yaşlı. Sonra anılara karışıyorlar. Anılar silikleşiyor, birbirine karışıyor ve kaybolup gidiyor...''

***

   Yetişkinler için yazılan hikâyelerin neden özel olduğunu hiç anlamıyordum; başlangıçları yavaş gelirdi. Yetişkinliğin kendine özgü gizemleri olduğunu düşündürüyorlardı bana. Benim anlayamadığım, yetişkinlere özgü sırlar: Mistisizm, masonluk ve benzeri şeyler. Bana sorarsanız büyüklerin Narnia'yı, gizli adaları, kaçakçıları ve tehlikeli perileri okumak istememesi akıl alacak şey değildi.

***

   Yetişkinler yolları takip eder. Çocuklar keşfe çıkar. Yetişkinler aynı yolu yüzlerce, binlerce kez yürümekten sıkılmaz; yoldan çıkmak, çalıların arasına dalmak, çitlerin arasındaki boşluklardan geçmek çoğu yetişkinin aklına bile gelmez.

***

   Gerçek hayat katlanamayacağım kadar zorlaştığında kitaplara sığınırım.

***

   Yunan mitolojisi kitabıma göre, nergislerin adı çok hoş bir delikanlıdan geliyordu. Bu delikanlı o kadar güzeldi ki, bir gün sudaki yansımasını görüp kendine âşık olmuştu. Öldüğünde tanrılar onu çiçeğe dönüştürmüşlerdi. Bunları okuduğumda, nergisin dünyadaki en güzel çiçek olması gerektiğini düşünmüş, fulyalardan bile sıradan olduğunu keşfettiğimde hayal kırıklığına uğramıştım.

***

   Benim küçük dünyamda yetişkinler ağlamazdı. Ağladıklarında onları sakinleştirecek bir anneleri yoktu.

Puan: 4,5

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder