28 Haziran 2015 Pazar
Tazecik Kitap Yorumu: Korku - Charlie Higson
Serinin ilk kitabı Düşman'ın yorumu burada.
Serinin ikinci kitabı Ölüm'ün yorumu burada.
Bu kitapta Ölüm'ün sonundaki olayların beş gün öncesi anlatılıyor.
Koleksiyoncu bir yetişkinle başlıyor kitap. Hastalığın beynini etkilemesi sonucu, koleksiyonculuk işinde aşırıya kaçmaya başlamış bu yetişkin. Artık vakit geçirmek için çocukları toplamaya başlamış, ancak çocuklar kaçamasın diye bacaklarını koparıyor. Öyle de manyak bir zombiye dönüşmüş anlayacağınız. Maalesef, kendisiyle kitabın ilerleyen kısımlarında da karşılaşacağız ve bu karşılaşmalar hiç de güzel olmayacak.
Çocuklar cephesine dönelim. Londra Kulesi'nden bir grup çocuk, arkadaşlarını bulmak üzere, Londra'nın içlerine bir sefer düzenlemeye karar vermiş. Arkadaşları kim derseniz; Ölüm'de, köprüden kaçarlarken, kamyonla gidenler-kitabı okumuş olanların ne kast ettiğimi anlayacaklarını umuyorum :D-. Sefere çıkacak grubun içinde, yine Ölüm'den hatırladığımız Çılgın Köpek ile Courtney de var.
Çocukların seferleri boyunca, Londra'daki diğer toplanma alanlarını da tanıyoruz onlarla birlikte, ki bence bu harika bir şey. Çocukların kendi başlarına yönetim sistemleri geliştirmeleri veya eskiden var olan yönetim sistemlerini kendi topluluklarına uyarlamaları gerçekten takdire şayan bir durum. Şu parkta yaşayan grubu saymıyorum, onlar resmen terörist. Paralı askerler de tuhafıma gitti, ama elbette birilerinin de bu işe kalkışması kaçınılmazdı.
Bu paragraf spoiler içerebilir, dikkat! Grubumuz, arkadaşlarını Doğal Tarih Müzesi'nde buluyorlar. Çocukların Doğal Tarih Müzesi'ne sığınmasının sebebi, burada yeniden dünyayı inşa etme fırsatları olması. Nasıl olacak o diyecek olursanız; bu müzede çağlar öncesinden kalan, elektriğe ihtiyaç duymayan araçlar bulunmakta. Ayrıca, Doğal Tarih Müzesi'nin hemen yanındaki Bilim Müzesi'nde laboratuvarlar ve bir kütüphane yer almakta, ki bunlar da çocukların, dünyanın düzenini bozan hastalığı anlamaları yolunda onlara yardımcı olacak. Ölüm'de tanışmış olduğumuz beyin takımı çoktan işe koyulmuş ve yetişkinleri incelemeye, onlar üzerinde deneyler yapmaya başlamış bile. Müzenin altındaki tünellere kovup kilitledikleri yetişkinleri yakalayarak denek ediniyorlar kendilerine. Bir de, çocuklar bütün bu olaylar başladığından beri yaşananları kaydetmeye başlamışlar. Kendi tarihlerini yazıyorlar anlayacağınız. Çok takdir ettim bu müzedeki çocukları.
Bu kitapta yeni bir karakter katılıyor öykümüze. Kendisine Gölgeadam diyen bir çocuk. Aynı zamanda bu çocuk, David'in sağ kolu Jester ile de tanışık ve ona dışarıdan bilgi sağlıyor. Kendisini pek sevdim.
İlk kitabın yorumunda belirttiğim üzere, bu serideki popüler kültür göndermelerini seviyorum, ancak bu kitabın bazı bölümlerinde bu göndermeler bana biraz yersiz veya mantıksız geldi. Niye böyle oldu Higsoncuğum?
Kitabın sonunda hem ilk, hem de ikinci kitaptaki olaylar birbirine bağlanıyor. Ne de güzel bağlamış yazar, eline sağlık.
Bu kitapta yine kan gövdeyi götürüyor. Higson yine büyük bir acımasızlıkla ana karakterleri bile sahneden siliyor-ilk iki kitapta da yaptığı gibi, ama hala alışamadım, nasıl alışabilirim ki?! Çocukların ölümleri beni çok üzüyor, bu yetmezmiş gibi Higson bir de bu çocukların ilişkileri üzerine; kırık kalpleri üzerine yoğunlaşıyor, beni iyice üzüyor. Of ya. Bu seriyi çok seviyorum ama üzülmekten de bir hal olacağım.
Puan: 5
23 Haziran 2015 Salı
Sıradakinden Alıntı
Sefalet ve açlık, hastalık ve tehlike içinde yaşamaya mecbur kalsalar ya da tüm bunları sona erdirme şansı verilse, birçok kişi yaşamayı seçerdi.
22 Haziran 2015 Pazartesi
Tazecik Kitap Yorumu: Ekstralar - Scott Westerfeld
Serinin ilk kitabı Çirkinler'in yorumu burada.
Serinin ikinci kitabı Güzeller'in yorumu burada.
Serinin üçüncü kitabı Özeller'in yorumu burada.
Tally Youngblood zihin-yağmurunu başlatarak, insanları köpük-kafalılıktan kurtarmış, onlara düşünme yetilerini geri vermiştir. Bunun sonucunda insanlar, ellerindeki imkanları maksimum kapasitede kullanmaya başlamışlardır; binaların duvarlarında bulunan üretim deliklerine oldukça masraflı eşyalar ürettirmek gibi. Bunun üzerine de hükümetler, bu durumun önüne geçmek için çeşitli önlemler almışlardır. Kitapta da, Japonya'ya uğruyor, zihin yağmuru sonrası kurulan düzeni görüyor ve Aya Fuse'un hikâyesine ortak oluyoruz.
Japonya'da zihin-yağmuru sonrasında açgözlülükten doğan tüketimi kontrol altına almak için ''ün sistemi'' kurulmuş. Eğer ünlü olmayı başarırsanız, refah içinde bir hayat sürersiniz. Eğer ünlü değil de, bir Ekstra iseniz, birkaç meziyet puanı toplayabilmek için hükümetin faydalı kabul ettiği işleri yapıp, iyi ve sorumlu vatandaş rolünü oynarsınız. Bu sayede kazandığınız meziyet puanlarınızla kendiniz için bir şeyler ürettirebilirsiniz duvar deliğine.
Ünlü olmak kolay değil. Ünlü olmak zenginliğe giden asıl yol olduğu için, herkes ünlü olmanın peşinde. Bunun sonucunda insanlar ünlü olabilmek için çeşitli yollara başvurmuş; bir yanda haberciler, bir yanda ilginç icatlar ortaya koyan tekno-kafalar, bir yanda dikkat çekmek için çırpınan ameliyat-maymunları...
Aya Fuse on beş yaşında. Aya'nın abisi çok ünlü bir haberci, Aya da onun kadar ünlü bir haberci olmak istiyor, ama maalesef şimdiye kadar şansı pek yaver gitmemiş. Günün birinde büyük bir dedikodu haberi hazırlamaya uğraşırken, tüm şehri etkileyecek bir sırra tesadüfen ortak oluyor. Ve gelsin olaylar...
İnternette bu kitapla ilgili yorumları okurken, nedense bu kitabın pek beğenilmediğini gördüm. Aklım almıyor, bu muhteşem kitabı nasıl beğenmezsiniz?! Westerfeld bu kitabında kendisini aşmış bence; hem muhteşem bir öngörüde bulunmuş-şimdi bile insanlar birazcık ün kırıntısı için ne taklalar atıyor-, hem de zihin-yağmuru sonrası teknolojisini oldukça güzel tasarlamış. Olay örgüsünü de çok beğendiğimi ayrıca belirteyim. Küçük bir spoiler: Tally her zamanki gibi düşünmeden harekete geçmeseydi, daha bir memnun olurdum. Huy değişmiyor, ne yaparsınız. İnsan ırkı olarak biraz sabit görüşlüyüz, hımh.
Kitabı son sınav döneminde okumuştum. Nasıl oluyorsa artık, her sınav haftasında elimden düşüremediğim bir kitap oluyor, son sınav haftasının güzelliği de bu kitap oldu benim için. Bu arada, bu kitabı okuduğum pazar gününün ertesi günü fizik sınavım vardı ve ses konusunda Doppler olayını çalışmıştım. Ders çalışmaya ara vermek için kitabı okuyayım dediğimde de, kaldığım yerin birkaç sayfa sonrasında Doppler olayının adı geçti, tıs kıs kıs. Hoşuma gitse de, korkutuyor hafiften beni bu tür şeyler :D
Çirkinler serisine güzel bir nokta koymuş sayın Westerfeld. Ekstralar sadece serinin değil, Westerfeld'in kitapları arasında favorim oldu -Güzeller de oldukça iyiydi aslında, ama Ekstralar kadar özgün değil deyip işin içinden sıyrılsam mı ne yapsam-.
Sonuç olarak, Çirkinler serisinin ilk üç kitabını okumuş, ama Ekstralar'ı okuma konusunda kararsız kalmış kıymetli okurlar; internette okuduğunuz olumsuz yorumlara takılmadan bu kitaba bir şans vermenizi öneririm. Neler kaçırdığınızı bilmiyorsunuz :P Pişman olmamanızı can-ı gönülden diliyorum, esenle kalın.
Puan: 5
14 Haziran 2015 Pazar
Tazecik Kitap Yorumu: Karahindiba - Sinan Sülün
Kitap üç hikâyeden oluşuyor: Aralık, Mavi Pelikan ve Karahindiba. Bunlar arasında en beğendiğim Karahindiba oldu -en beğendiğim yerine tek beğendiğim de diyebiliriz-.
Aralık'ta ne anlatıldığını düşünüyorum da, bulamıyorum açıkçası. Rıfat diye biri var, eşi onu terk etmiş, sonradan Rıfat annesini görmek için, annesinin kaldığı abisinin evine gidiyor. Abisi ona iş ayarlamaya çalışıyor vs. Bu hikâyeyle ilgili sevmediğim pek çok şey var maalesef. İlki, Rıfat'ın incelikten yoksun, odun gibi bir karakter olması. Tamam, böyle bir karakter olabilir, ama böyle olmasının sebepleri bir açıklansa, değil mi? Eşi terk etti diye mi, niye? İkincisi, Rıfat'ın kitap okurken sürekli birilerinin ona ''Kitap mı okuyorsun? Ben okuyamıyorum çünkü...'' diye konuşma yapmaları. Bundan çok daha fazla malzeme çıkardı bence, ama herkesin hemen hemen aynı şeyleri söylemesi pek de özgün olmamış. Üçüncüsü, evin hanımının, yılbaşı geldiği için kocasına hindi almasını söylemesi. Bizim kültürümüzde böyle bir şey yok ki? Bizim kültürümüzde olmayan şeylerin, bizim edebiyatımızda yer almasına karşıyım açıkçası. Dördüncüsü, hikâyenin sonu. Hem tahmin edilebilir bir sondu, hem de sırf hikâye bitsin diye öylesine yazılmış gibiydi, tuhaf geldi gözüme. Son olarak beşincisi de-aslında bu tam anlamıyla sorun değil de neyse- karla örtülen İstanbul'un ''çok çirkin'' gözüktüğünün belirtilmesi. Kar bir şehri çirkinleştirir mi yahu, ilk defa böyle bir ifade görüyorum. Ama yine de dediğim gibi, bu sonuncu madde önemli değil, çünkü öznel görüş, ben öyle düşünürüm, başkası farklı düşünür. Neyse.
Mavi Pelikan'da bir pelikan ile bir insanın aşkı anlatılıyor. Öte yandan, farklılıklar üzerine kurulmuş birçok aşk hikâyesini önceden görmüş olduğumdan olsa gerek, hikâyeyi pek de özgün bulmadım.
Karahindiba'da çok nadir görülen bir hastalığa yakalanmış ve işsiz bir adamın hikâyesi anlatılıyor. Hikâyede hayata dair birçok tespit yer almakta, bunları beğendim. Hikâyenin olay örgüsü de iyiydi. Bu arada, hikâyenin sonundaki esas olayı, 2011 günlüğüme bir fikir olarak yazdığımı da belirteyim-belki de paralel evrendeki ben bu fikri öyküye dönüştürmüştür :D-. Bu hikâyeyi genel olarak beğensem de, sonunu biraz zayıf buldum, bir de, adamın babasını biraz aşırı bir karakter olarak gördüm. Bu hikâyeyle ilgili olarak şunu da belirteyim, kitabın başındaki Sinan Sülün'ün kısa biyografisine bir göz atarsanız, Karahindiba'nın ana karakteri ile benzer özellikler taşıdığını görebilirsiniz yazarın. Anlayacağınız, Karahindiba biraz otobiyografik bir hikâye-ve ben bunu fark ettiğimde nedense biraz tedirgin oldum-.
Sonuç olarak, Sinan Sülün'ün yazım tarzını çok beğensem de, öyküleri için daha sağlam olay örgüsü oluştumasını istiyorum. Yazarın eğer başka kitapları çıkarsa, okumayı düşünüyorum. Bitirmeden önce, kitabın kapağını çok beğendiğimi de belirteyim, eline sağlık Gülay Tunç!
Puan: 3
Sıradakinden Alıntı
Bize her şeyi yanlış öğretmişler Kudret. Bu dünyanın dörtte biri kara, dörtte üçü gözyaşıymış. İnsanlıktan ikmale kalmışız haberimiz yok.
9 Haziran 2015 Salı
Tazecik Kitap Yorumu: Menekşeli Mektup - Mustafa Kutlu
Kitapta üç tane hikâye yer almakta: Menekşeli Mektup, Hacca Gidebilmek, Kar Üstüne Kan Damlar. Bu üçü arasında en beğendiğim, kitaba ismini veren ''Menekşeli Mektup'' oldu.
Hikâyelerin konularına kısaca değinecek olursak...
Menekşeli Mektup'ta bir postacının başından geçenleri okuyoruz. Bu postacı, zamanında eşi tarafından terk edilmiş. Postacı yine de hala çok seviyor eşini, ama ne yapsın, aşkını içine gömmüş, yaşayıp gidiyor. Hikâyenin ilerleyen kısımlarında, hayatları postacınınkine benzeyen başka karakterlerle karşılaşıyoruz, bir noktada karakterlerimizin hayatları kesişiyor. Çok üzücü bir hikâyeydi be...
— Muhabbet iki başlı olacak arkadaş. Tek taraflı oldu mu sakat. Kara sevdaya girer.
— Çaresi?
Hikmetli bir söz söylüyor Kahveci:
— Ya tahammül, ya sefer!
Hacca Gidebilmek'te, şoför bir amcamızın Hac yolculuğunda yaşadıklarını öğreniyoruz. Ne çektin be amca!
Kar Üstüne Kan Damlar'ın başında kısa bir hikaye anlatılıyor, sonradan asıl hikayeye geçiliyor. Hikâyenin anlatıcısı bir asker. I.Dünya Savaşı'nda, Erzurum'da başlıyor askerin hikâyesi. Devamı ise... Sarıkamış'ı biliyorsunuz.
Mustafa Kutlu'nun kaleminden, oldukça güzel bir hikâye kitabı. Sırf anlatım tarzı için bile okunabilir.
Puan: 4
7 Haziran 2015 Pazar
6 Haziran 2015 Cumartesi
Tazecik Kitap Yorumu: Babam Süt Peşinde - Neil Gaiman
Neil Gaiman, özgün ötesi bir kitapla karşımızda.
Kahvaltılarını yapmak üzere masaya oturmuş ve gevreklerini kaseye dökmüş iki çocuk korkunç bir gerçeği fark eder: Evde süt kalmamıştır! Babalarına söylerler bu durumu, babaları da süt almak zorunda olduğunu fark eder, çünkü aksi takdirde kendisi de kahvesinden mahrum kalacaktır. Bunun üzerine baba, süt almak üzere dışarı çıkar. Çıkış o çıkış; çok uzun bir süre geçer aradan, ancak evine dönebilir baba. Peki neden?
Dediğine göre baba, sütünü almış dönerken, bir UFO belirir tepesinde. Bu şekilde babanın uzay-zamandaki müthiş yolculuğu başlar...
Gaiman bu kitabında fantastikle bilim-kurguyu güzelce harmanlamış; ortaya güzel bir çocuk kitabı çıkmış (kitap satıcılarının dediğine göre!). Eğer benim ruhum çocuk diyenlerdenseniz, kaçırmayın bu kitabı.
''Kitabı okumamız için birkaç sebep söyle'' diyecek olursanız, başlıyorum... Kitabın olay örgüsü muhteşem ve aynı zamanda çok saçma; aralara serpiştirilmiş espriler hem kaliteli, hem de ''ıyy, kaçın soğuk espri'' dedirten türden; babanın her olaydan, bakkaldan almış olduğu bir şişe süt sayesinde sıyrılması hem çok mantıklı, hem de mantıksız... Bu kadar tezatlıkla, bu kadar harika bir kitap çıkarmak herkesin harcı değildir, benden söylemesi. Ayrıca kitabın çizimleri de muhteşem, Skottie Young'un ellerine sağlık. Kitabın ruhuna oldukça uygun, eğlenceli çizimler. Bu arada, son çizimi iyi inceleyin, babanın öyküsünün kanıtı orada saklı, tıh kıh kıh.
Puan: 5
4 Haziran 2015 Perşembe
Cağaloğlu...
Sınavların bittiğinin ertesi günü-yani dün- iki arkadaşımla beraber Cağaloğlu'na gittik; Sel Yayıncılık'a, Yordam Kitap'a ve Alfa'ya uğradık.
Neler aldım?
Nagazaki - Eric Faye: Gerçek bir olay esas alınarak yazılmış bir kitap. O olayın ne olduğunu yazmayacağım, kitabın yorumunu yazınca öğrenirsiniz :P Yalnız oldukça ilginç ve açıkçası biraz da ürpertici bir olduğunu söyleyebilirim. Edit: Yorum!
Cesaret Beşlisi - Michel Faber: Aslında bu kitabı daha sonra alacaktım. Ancak J.G.Ballard'ın Gökdelen kitabının baskısının tükendiğini söylediklerinde (yeni baskısı yapılacakmış, içim rahatladı), alınacaklar listemde bir kitaplık açık oluştu ve ben de bu kitabı aldım. Öyle de tuhaf bir insanım. Param cebimde kalsa öleceğim, değil mi? Edit: Yorum!
İntihar Dükkanı - Jean Teulé: İlginç bir konuya sahip bir kitap, ancak yine gıcıklık yapıp, konunun ne olduğunu yazmayacağım. Bu arada, kitabın kapağı ilk baskısında farklıydı, bunu da not düşeyim. Edit: Bloga yorumu yazılmayacak. Yine de biraz bahsedeyim konusundan. İnsanlara intihar malzemeleri satan bir dükkan var ve bu dükkanı son derece mutsuz, intihara meyilli bir aile yönetiyor. Bu ailenin en küçük çocuğu da tam bir neşe kaynağı. Kitap genel olarak aile ile çocuğun çatışmasını anlatıyor diyebiliriz. Konunun işlenişini de, kitabın dilini de hiç beğenmedim, aşırı derecede sinirlerimi bozdu okurken. Kısa bir kitap olmasına rağmen bitiremedim. Sonuna bakayım bari dedim, sonu da çok kötü, o neydi yahu.
Kraken - China Miéville: Bu kitabı da aslında daha sonra alacaktım. Açıkçası kitapla ilgili biraz çekincem de var. Miéville insanın içini karartan veya mide bulandıran tasvirler yapmakta çok başarılı (bakınız: Perdido Sokağı İstasyonu, Kral Fare). Her zaman bu türü okuyamıyorum. Neden kitabı planladığımdan önce aldığıma gelirsek, hasarlı kitaplarda %60 indirim yapıyor sevgili Yordam Kitap; kitap normalde 32 lira olmasına rağmen, ben kitabı 12 liraya aldım. Hasar ne biliyor musunuz? Kitabın kapağının sol üst köşesi birazcık yıpranmış, o kadar. Eğer olsaydı, Şehir ve Şehir'i de hasarlı kitaplar rafından alırdım. Bu arada, şu yazımda ne yapıyorlar hasarlı kitapları acaba, demiştim ya, iade ediyorlarmış yayınevlerine, öyle dedi yayınevindeki bayan. Neysecüm, güzel bir alışveriş oldu, çok şükür :)
İstanbulcunun Sandığı - İskender Pala: Alfa'dan bu kitabı aldım. Kitabın içinde fotoğraflar vs. yer alıyor. Kitabın hem iç tasarımına hem de kapak tasarımına bayıldım. Kitabı da severim inşallah. Edit: Sevmedim maalesef. Kitabın içeriği, tasarımı kadar iyi değildi. Hatta bölümün biri başka bir başlık altında ikinciye yazılmıştı, bence kabul edilemez bir durum. Gereksiz bir dejavu hissi yaşayabilirsiniz kitabı okurken, ama hayır, dejavu değil, aynı şeyleri gerçekten öncesinde okudunuz. Bloga yorumu yazılmayacak.
Bugünlük bu kadar, inşallah yarın kitap yorumlarıyla döneceğim :)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)