30 Nisan 2013 Salı

Tazecik Kitap Yorumu: Rüzgarın Adı - Patrick Rothfuss


   ''Uyuyan höyük krallarından prensesler kaçırdım. Trebon kasabasını yakıp kül ettim. Felurian'la bir gece geçirdim ve hem canıma hem de aklıma mukayyet olabildim. Çoğu insanın kabul edildiğinden daha küçük bir yaşta Üniversite'den atıldım. Başkalarının gündüz gözüyle ağızlarına almaktan bile korktukları yollardan ay ışığı altında geçtim. Tanrılarla konuştum, kadınlar sevdim ve ozanları ağlatan şarkılar yazdım.

   Belki beni duymuşsunuzdur.''

   Vay be Kvothe Efendi, sen neymişsin! Kvothe kırk farklı destana konu olacak şeyler yaşamış bir adam, nitekim olmuş da.

   Kitap, Yoltaşı Hanı'nda başlıyor. Barın arkasında kızıl saçlı, yeşil gözlü, adı Kote olan hancı duruyor. Müşteriler birbirlerine bir masalı -daha doğrusu bir destanı- anlatırken içeri birisi giriyor. Bayağı yaralanmış. Bu yaralara sebep olan şey ise bir scrael, simsiyah dev bir örümceğimsi yaratık. Kote ve diğerleri bu durumdan epey kaygılanıyorlar.

   Bu sıralarda Tarihçi de yollarda. Kvothe'nin bir yerlerde gizleniyor olduğunu duymuş, onu bulmaya çalışıyor. Kvothe hakkında anlatılan binbir farklı hikayeden başka bir şeyi, gerçeği istiyor. Kvothe'yi bulmak için aranırken paralı askerler atına ve parasına el koyuyor. Tarihçi bu duruma epey sinir oluyor, ancak yapabileceği bir şey yok. Yoluna devam ediyor, yürüyor da yürüyor. Akşam olduğunda bir ateş görüyor ve bu ateşin sahibine yaklaşıyor. Bu kişi Kote -nam-ı diğer Kvothe-'den başkası değil. Tarihçi bunu bilmiyor. O sırada scraeller saldırıyor. Kvothe scraellere karşı Tarihçi'yi korumasına karşın, Tarihçi yine de yaralanıyor.

   Tarihçi uyandığında kendisini bir handa buluyor ve hancının da kendisini dün gece kurtaran kişi olduğunu fark ediyor. Sadece bu da değil, onun Kvothe olduğunu anlıyor. Tarihçi Kvothe'ye hikayesini anlatması için yalvarıyor ve en sonunda onu ikna ediyor. Ama Kvothe'nin iki şartı var: Hikayesini anlatırken lafı kesilmeyecek ve hikayede düzenlemeler yapılmayacak, her şey ağzından çıktığı gibi yazılacak. Kvothe hikayesini üç günde anlatacak. Zaten bu birinci kitap, Kvothe'nin hikayesini anlattığı birinci gün.

   Kvothe bir Edema Ruh. Babasının bir kumpanyası var ve bölge bölge gezip eğlenceler düzenliyorlar. Bir gün bir kasabada Kvothe, bir Gizemci görüyor. Onunla tanışıp kaynaştıktan sonra Gizemci onlara kumpanyadaki işlerinde yardımcı olabileceğini söylüyor. Babası da onu yanlarına kabul edince Kvothe artık Gizemci Abenthy'nin dizinin dibinden ayrılmıyor. Ondan çeşitli bilgiler öğreniyor. Gizemci olmak için Üniversite'nin Gizemiye bölümünü bitirmek gerekiyor ki, bu hayli uzun bir eğitim. Ama kumpanyada zamandan bol ne var. Abenthy öğretiyor da öğretiyor. Ama Kvothe'nin asıl öğrenmek istediği şey rüzgarın adı. Abenthy'yi kasabada ilk gördüğünde zabitler onu kasabadan kovmaya çalışıyor. İşi şiddete vurduklarında da Abenthy rüzgarın adını söylüyor ve rüzgar o zabitleri kaçırtıyor.

   Ad meselesi şöyle bir şey: Eğer bir şeyin adını biliyorsan o şeye hükmedebilirsin. Biz nasıl birisine seslendiğimizde o kişi yanımıza geliyorsa, rüzgara seslendiğinde de rüzgar yanına gelir örneğin. Kitabı okudukça daha iyi anlaşılır tabii.

   Kvothe'nin çocukluğu her gün yeni bir şey öğrenerek güzel güzel geçiyor. Ama bir gün öyle korkunç bir şey oluyor ki zavallı çocuğun hayatı değişiyor. Ondan sonra Kvothe sokaklarda, ölümle burun burna yaşamaya başlıyor. Aradan üç yıl geçtikten sonra nihayet yeterli parayı toplayabiliyor ve Üniversite'ye gidiyor. Benim kitapta en sevdiğim bölüm de bu oldu zaten: Kvothe'nin Üniversite yaşantısı. Üniversite'ye gitmek için katıldığı kervanda bir kızla tanışıyor: Denna. Denna kitabın esas kadın karakteri diyebiliriz. Serinin diğer kitaplarında da onu görmemiz kaçınılmaz.

   Kitabın masal-destan karışık bir havası var, çok hoş. Bir de, Kvothe'nin hakkındaki uydurma hikayeler çok eğlenceliydi bence. Bu hikayeleri Kvothe'nin hanına gelen müşterilerden öğreniyoruz; ne sallıyorlar, ne sallıyorlar, sormayın :D

   Bu kitabı çok beğendim ancak hoşuma gitmeyen birkaç nokta da yok değil. Kibirli karakterleri sevmem. Kvothe gerçekten neredeyse her yönden harika bir insan, ancak bu beraberinde kibiri de getiriyor. Bir diğeri en yukarıda yer verdiğim alıntıyla ilgili. ''Trebon kasabasını yakıp kül ettim.'' diyor. Eğer bu kitapta olan olayı, kasabayı yakıp kül etmek olarak yorumluyorsa ''Püüüü!'' derim, başka da bir şey demem. Bir sonraki kitaplarda ya yakıp kül etsin ya da insanın aklını çelecek şeyler söylemesin :P Ayrıca aklıma yatmayan bir nokta var: ''Çoğu insanın kabul edildiğinden daha küçük bir yaşta Üniversite'den atıldım.'' cümlesi. Burada biraz yanlış yönlendirme var bence. Ben şöyle sandım, Kvothe diyelim ki on beş yaşında, on sekiz yaşından küçük kimseyi almıyorlar Üniversite'ye, ama Kvothe hem küçük yaşta alınıyor hem de atılıyor. Ama hayır, isteyen istediği yaşta girebiliyormuş, sadece on sekiz yaş, genel ortalama gibi bir şeymiş. Bir şey daha, Üniversite'den küçük yaşta atılmasına rağmen -lafta-, bu atılma kararı erteleniyor. O halde ''atıldım'' kelimesi doğru bir seçim mi? Son olarak, madem Kvothe o kadar akıllı, mükemmel bir öğrenci, neden tüm hocalar onun okuldan atılması yönünde oy veriyorlar? Tamam, karar erteleniyor. Ama neden atılıyor ki Kvothe? Hocalar ömürlerinin sonuna kadar Kvothe'yle uğraşmak istemedikleri için mi, anlayamadım.

   İnternette birçok hayran çizimi var, ama benim en sevdiklerim bunlar oldu. İkincisi kitabın Fransa baskısının kapak resmi gerçi, çaktırmayın :P Link: 1-2-3.




   Yazarın dili şiirsel, çok güzel. Kitabın kurgusu harika. Kitabın mizah dozu iyi ayarlanmış. Cihan Karamancı'yı da tebrik ederim, kitabı çevirirken sahiden iyi iş çıkarmış, ellerine sağlık.

   Son olarak, birkaç alıntı daha paylaşmak istiyorum kitaptan. Gerçi Sıradakinden Alıntı'da zaten paylaştım bir tane ama o kadar çok alıntı yapılacak şey var ki kitapta... Buyrunuz:

   Çocukken geleceğe pek kafa yormayız. Bu masumiyetimiz sayesinde çoğu yetişkinin aksine hayatın tadını çıkarabiliriz. Gelecek kaygısı duymaya başladığımız gün, çocukluğumuzu geride bıraktığımız gündür.
***
   Emin olmak, pişman olmaktan yeğdir.
***
   Zihnimizin sahip olduğu en büyük beceri belki de acıyla başa çıkmaktır. Klasik yaklaşım bize herkesin ihtiyacı doğrultusunda geçtiği dört kapı olduğunu gösterir.

   Birinci kapı uykudur. Uyku bize dünyadan ve onu dolduran tüm acıdan kaçabileceğimiz bir sığınak sağlar. Bir insan ağır yaralandığı zaman genellikle kendinden geçer. Aynı şekilde travmatik haberler alan birinin bayıldığı olur. Zihin ilk kapıdan işte böyle geçerek kendini acıdan korur.

   İkinci kapı unutmaktır. Bazı yaralar kısa zamanda kapanmayacak, hatta belki de asla iyileşmeyecek kadar derindir. Ayrıca bazı anılar o kadar azap vericidir ki onlara alışmak mümkün değildir. ''Zaman tüm yaraları iyileştirir.'' sözü yanlıştır. Zaman çoğu yarayı iyileştirir. Geri kalanlar bu kapının ardında saklıdır.

   Üçüncü kapı deliliktir. Bazen insanın aklı öyle bir darbe alır ki kendini delilikte saklar. Bu ilk bakışta faydalı gözükmese bile öyledir. Gerçekliğin acıdan başka bir şey getirmediği zamanlar vardır ve bu acılardan saklanmak için zihnin gerçekliği geride bırakması gerekebilir. 

   Dördüncü kapı ölümdür. Son sığınak. Öldükten sonra bizi hiçbir şey incitemez. Ya da en azından bize öyle söylenir.

   Edit:
   Serinin ikinci kitabı Bilge Adamın Korkusu'nun yorumu burada.
   Serinin iki buçuğuncu kitabı Sessizliğin Müziği'nin yorumu burada.

Puan: 5 

4 yorum:

  1. ama şöyle düşün, kvothe gerçekten diğer insanlardan daha küçük bir yaşta girdi. mesela tarihçi'nin üniversiteye daha geç bir yaşta girmek zorunda kaldığı anlaşılıyor. kvothe ilk mülakatındayken herkes yaşını duyduğunda şaşırmamış mıydı?
    kvothe'nin kibirli olduğu doğru, ama kendi hikayesini anlatıyor sonuçta. ben onun kibrinin o kadar da göze batmadığını düşünüyorum, çünkü diğer insanları ezmeye yönelik değil. daha çok kendini beğenmişlik seviyesinde.
    kitapta anlatılan efsanelere, handa anlatılan ilk başta çok uydurma görünen hikayelere dikkat etmelisin. ikinci kitaptakilerle birleşince bir sürü teori çıkıyor ortaya.
    umarım bilge adamın korkusu'nu çabuk bitirirsin :) teorileri tartışabileceğim bir insana ihtiyacım var... ACİLEN! :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sen bayağı dolmuşsun arkadaş :D Yaş konusunda, evet haklısın. Ben kitabı okumadan önce yanlış anladım o kısmı sadece. Kvothe'nin kibrinin kendini beğenmişlik seviyesinde olduğun kısmında da kesinlikle haklısın :D Başkasının gözüne batmıyordur zaten büyük ihtimalle, ama benim o konuda hassaslığım var :D Bilge Adamın Korkusu'nu yarıladım gibi bir şey. YİNE HAKLISIN, uydurma hikayelerin önemi var. Valla ne yalan söyleyeyim, bu ikinci kitabı okumayı yavaştan alıyorum, hem de bayağı yavaş. Her elime aldığımda yüz sayfa falan okuyorum, ama bu haftada bir oluyor işte :D Tamam, artık uzatmak yok, elimden gelen en kısa sürede bitireceğim, bitirince tartışırız :D

      Sil
  2. Ah kibirli olabilir ama hak etmiyor mu şimdi, hı? Ben bu seriye bayılıyorum nedense, aşırı uzunlar evet ama cümleleri çok güzel, her yeri alıntılamak istiyorum :D Trebor kasabasını yakıp kül ettim deyince insan sanki sinirlenmiş de bütün kasabayı elinden geçirmiş gibi düşündüğü için hayal kırıklığına uğramış olabilirsin, ama yandı kasaba sonuçta, hehe :D

    İkinci kitabı bir an önce okumalısın, arkasında yazan hikayelerin çoğu oluyor zaten, hele Felurian kısmı fena, çok fena :D Aslında kitap o kadar uzun ki sanki aynı anda iki kitap okumuşum gibi, bir sürü şey var söylenecek :D Ah bir sonraki kitap için yorumunu bekliyorum :D

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Eğer evde olsaydım, ikinci kitabı bitirebilirdim belki :D Neyse ama, geri döndüm şimdi, bitireceğim inşallah :D

      Sil