Şahane bir kitapla karşınızdayım!
Düşünün ki bizim dünyamız gibi milyonlarca dünya var ve bu dünyaların her biri, olasılık ağacının başka bir meyvesi. Hemen hemen her dünya temelinde aynı, ancak ufak farklılıklar var; değişiklik gösteren canlı türleri gibi (Jokerler hariç, bunlar çok tuhaf gezegenler, atmosferi olmayan bir dünya örneğin).
Esas Dünya halkının (bizim dünyamız), diğer dünyalardan haberi yoktur. Ta ki, Adım Günü'ne kadar. Bir bilim adamı, diğer dünyalara seyahat etmeye olanak sağlayacak "Adımcı"yı icat etmiştir ve onun bu icadının planı internete düşmüştür. Adımcı, yapması kolay bir şey olduğundan (bir patatese bağlanmış kablolar ve gideceğiniz yönü belirleyen, doğu ve batı yönlerini gösteren bir şalter), herkes kendi adımcısını yapabilmekte ve diğer dünyalara seyahat edebilmektedir. Bu dünyaların bütününe de Uzun Dünya denmektedir.
Tam da kendi dünyamızın kaynaklarını neredeyse tüketip bitirmişken mahvedebileceğimiz milyonlarca dünyanın daha ortaya çıkması muhteşem değil midir? Uzun Dünya'nın sağladığı ham madde ve imkânların yanı sıra, bazı sıkıntılar da mevcuttur ancak: Adımlayamayan ve bu sebeple adımlayabilenlere kin duyan, bazen aşırı uçlara kaçan insanlar; adımlama teknolojisi ile gerçekleştirilen terör saldırıları; değeri düşen para ve diğer dünyalara adımlayan insanlar yüzünden çöken ekonomi. Ama daha iyi bir yaşam umuduyla adımlayan insanları kim yargılayabilir ki?
Kitapta olaylar genel olarak Joshua Valienté'nin etrafında dönüyor. Joshua doğuştan bir adımlayıcı, yani bir Adımcıya ihtiyaç duymuyor. Adım Günü'nde diğer dünyalara hazırlıksız bir şekilde geçip kendilerini kötü durumda bulan insanlara yardım etmekle ün kazanmış, aradan yıllar geçmesine rağmen de ünü sürmekte.
TransDünya adında, Uzun Dünya ile ilgili teknolojiler geliştiren bir şirketten Joshua'ya bir iş teklifi gelir. Şirketin üst düzey çalışanlarından biri olan Lobsang, ki kendisi Turing testini geçen ilk yapay zekâdır, Uzun Dünya boyunca seyahat edip onun sınırlarını anlamak istemektedir. Joshua da eğer Lobsang'in başına bir şey gelirse onu eve geri götürmekle yükümlü olacaktır. Joshua'nın teklifi kabul etmesiyle beraber ikilimiz Uzun Dünya'nın sırlarını keşfetmeye başlar.
Konunun orijinalliği ve çok yönlü işlenişi, akıcı anlatım, muhteşem çeviri, güzel bir kapak tasarımı... Ben daha bir kitaptan ne isterim? Ayrıca, yazarların kelime oyunu ve göndermelerini dipnotlarda ayrıca açıklamış çevirmen Cihan Karamancı, sağolsun. Kapak tasarımı da Şükrü Karakoç'a ait, onun da ellerine sağlık.
Kitapta en çok hoşuma giden şeylerden ikisini de yazayım. Biri, Uzun Dünya'da medenileşme hareketi başlatan bir grubu konu alan, Discovery Channel'da yayınlanacak bir belgeselden bahsedilmesi :D Diğeri de, dünyamızdaki mitlerin çıkış noktalarının Uzun Dünya'yla olan bağlantısı.
Kitabı eleştirebileceğim bir husus ise, bazen karakterlerin kişiliklerine uymayan davranışlarda bulunması. Lobsang'in insan olduğunu söylemesine rağmen insani bir şekilde düşünememesi, Joshua'nın çok dikkatli bir insan olmasına rağmen akıl almayacak saçmalıklar yapması örneğin.
Kitabı okuduğum müddetçe aklıma Spore oyunu gelip durdu. Hani sadece yaratıklar sebebiyle de değil. Uzay moduna geçince oldukça ilginç gezegenler bulmak mümkün mesela, üstünde hiç canlı yaşamayanlar vs.; Joker dünyaları anımsatmıyor mu bunlar?
Kitabı okumadıysanız lütfen sonraki paragrafa geçiniz. ESASLI SPOILER! Kitabın sonunda Birinci Tekil Şahıs'la karşılaşıyorlar, malumunuz. Tek bilinç, her şeyin başı, adı üzerinde "birinci tekil şahıs"... SPOILER BİTTİ.
2012 yılında bilim kurgu türünde Goodreads Chocie Awards ödülünü kazanmış bu kitap. Elenenlerin arasında Silo olmasaydı, Uzun Dünya ödülü kesinlikle hak etmiş derdim. İkisini kıyaslayınca terazinin kefeleri eşit ağırlıkta benim için.
Devam kitaplarını beklemekteyim, haydi İthaki, bizi çok bekletme lütfen... Edit: Beş yıl aradan sonra devam kitabı olan Uzun Savaş raflarda.