30 Ocak 2013 Çarşamba

Tazecik Kitap Yorumu: Gölge ve Kemik - Leigh Bardugo


   Öncelikle, yorumlamam için kitabı gönderen Martı Yayınları'na teşekkürler :)

   Kitaptaki olaylar Ravka'da geçiyor. İnsanlar sınıflara ayrılmış durumda. Her şey günümüz yaşamından çok farklı; terimler, yer adları vs. derken, kendinizi yeni bir dünyada buluyorsunuz.

   Alina Starkov ve Malyen Oretsev küçükken yetimhanede tanışmışlar ve birlikte büyümüşler. Aradan yıllar geçtikten sonra Alina bir haritacı, Malyen de bir izci olmuş. Şimdi ise bir görev gereği diğerleriyle birlikte Karanlıklar Diyarı'ndan geçmeliler. Karanlıklar Diyarı'ndan geçerken Alina, Malyen'i volcra adı verilen canavarlardan korumak için gücünü kullanıyor. Ne var ki sadece çevresini değil, kendisini de şaşırtıyor, çünkü gücü olduğundan haberi yok.

   Geminin kaptanı, volcra saldırısından kurtulunur kurtulunmaz, geminin geri dönmesi kararını alıyor. Geri döndüklerinde de Alina'yı Grisha çadırına, Karanlıklar Efendisi'nin yanına götürüyor. Grishalar, özel yetenekleri olan insanlar. Çadırdayken, Alina'nın da ne tür bir Grisha olduğu açığa kavuşturuluyor, o Güneşin Elçisi.

   Karanlıklar Efendisi Alina'yı yanında tutmak istiyor, çünkü Alina'nın gücü dışında volcralara etki eden bir şey yok. Alina, Karanlıklar Diyarı'nın yok edilebilmesi için tek umut.

   Alina yaşayacağı yeni yer olan Küçük Saray'a getiriliyor. Burada gücünü kullanmayı öğreniyor ve başka eğitimler de alıyor. Bu noktadan sonraysa ne olaylar oluyor, ne olaylar, ağzım açık kaldı resmen okurken :D

   Kitabı sevdim ama baskıda bazı sorunlar vardı, imla ve yazım hataları. Dikkatimi dağıttı okurken ama bir sonraki basımlarda bu sorunu çözeceklerini umuyorum.

   İkinci kitap yurtdışında 4 Haziran 2013'te çıkacakmış sanırım. Martı Yayınları da bence bizi çok bekletmeden kitabı çevirir.

Puan: 4

29 Ocak 2013 Salı

Sıradakinden Alıntı

   ''Siz ikiniz nasıl arkadaş olmuştunuz?''

   ''Birlikte büyüdük.''

   ''Çok da ortak noktanız yok gibi.''

   Omuz silktim. ''Çocukken ortak bir şeyler bulmak daha kolay oluyor.''

Liebster Blog Award!


   Kitap Avcısı tarafından mimlenmişim, teşekkür ederim :D Peki ne için, Liebster Blog Award adlı bir etkinlik için! 200 kişiden az takipçisi olan blogların yayılması içinmiş bu etkinlik. Kimi kuralları var:
  • Mimlendiğin kişinin 11 sorusuna cevap veriyorsun.
  • Kendin hakkında 11 bilgi veriyorsun.
  • 11 kişi mimliyorsun.
  • Mimlediğin kişilere 11 soru hazırlıyorsun.
  • Son olarak, etkinliğin logosunu paylaşmak şart.
   Gelelim bana sorulan sorulara...

1. Çok heveslenerek aldığın ama yarım bıraktığın bir kitap oldu mu?
   Bir kitaba başladıysam, o kitabı mutlaka bitiririm. Ateşböceği Yolu'nu çok heveslenerek almıştım. Kitap gerçekten sinirlerimi bozdu, ortalarındayken 2-3 haftalığına kitabı bıraktım. Ama en sonunda dönüp, yine de bitirdim. Edit: Artık bıraktığım oluyor.

2. Arkadaşından ya da kütüphaneden okuduğun kitapları sende de bulunsun diye alır mısın?
   Sevdiysem alırım.

3. Okumayı en çok sevdiğin kitap türü nedir?
   Bilim kurgu, fantastik ve polisiye okumayı çok severim.

4. Seri okumayı mı seversin yoksa tek kitap daha mı iyi? En sevdiğin seri nedir?
   Seri ya da tek kitap olması benim için fark etmez. En sevdiğim seri, zor bir soru, kitaplarım arasında ayrım yapmayı sevmem :D Ama yine de, Narnia Günlükleri diyeyim.

5. Kitaplarını paylaşmayı sever misin?
   Severim. Ama kitaplarım bana en ufak bir zarar görmüş şekilde geri döndüğünde nefret de ederim bu huyumdan.

6. Bir blog açmak nereden aklına geldi?
   Başkalarının bloglarını takip ediyordum sürekli; diğer insanların kitaplar hakkındaki düşüncelerini okumak hoş oluyor. Sonra dedim, ben neden düşüncelerimi paylaşmayayım :D

7. Sinemayı sever misin? En son hangi filme gittin?
   Pek sevdiğimi söyleyemem. En son Açlık Oyunları'na gitmiştim.

8. Harry Potter sever misin? Hogwarts'ta en sevdiğin bölüm hangisi? (Gryffindor, Slytherin gibi...)
   Maalesef, Harry Potter serisini ne okudum ne de filmlerini izledim. Edit: Seriyi bitirdim! Ravenclaw bana daha yakın geliyor, ama hakkında pek bir şey geçmiyordu maalesef kitapta.

9. Şu sıralar en çok dinlediğin müzik hangisi?
   Adele'in şarkıları.

10. İstek listende hangi kitaplar var?
   Ohoo, sürüsüne bereket :D Ama en istediklerim (kimi şuan satışta, kimi önümüzdeki ay satışa çıkacak): İthaki'den Yaşlı Adamın Savaşı serisi, Tudem'den Eşleşme, Düşman, Geri Gelenler, Gri Gölgeler Arasında, Candor kitapları. Bunların dışında da, 500 - Matthew Quirk ve Efsane - İskender Pala kitaplarını almak istiyorum, The Selection'ın Türkçeye çevrilmesini de heyecanla bekliyorum.

11. Dünyada en çok gitmek istediğin yer neresidir?
   Bilmem, herkesin gitmek istediği bir yer vardır muhakkak, ama benim yok nedense. Edit: Kamboçya'ya gitmek isterdim. Türkiye'de ise Trabzon'a. Edit 2: Antarktika.


Kendim hakkında 11 bilgi:
1. Hercule Poirot'yu ve onun gri beyin hücrelerini çok seviyorum.
2. Kate Morton'ın kitaplarını çok severim.
3. En sevdiğim kitap Katre-i Matem (şimdilik :P).
4. Aslan burcuyum. Yükselenim de Aslan. Ebced hesabına göre de Aslan'ım :D
5. Belgesel hastasıyım.
6. Breaking Bad en sevdiğim dizi. Flashforward'ı da severdim, ama yarıda bıraktılar diziyi. Fringe'e de yazık ettiler bence.
7. Böcekler benden uzak dursun, ben de onlardan uzak durayım. Böcekleri ne kadar sevmiyorsam, kedileri ve kuşları o kadar severim.
8. Günü gününe tutmasam da, günlük tutarım
9. En sevdiğim eşya bir kol saati, her ne kadar artık kol saatine benzemese de (kayışı parçalandığı için). Yedi sene boyunca pilini bile değiştirmeden çalışması efsanevi bir şey benim açımdan.
10. Söylediklerinizi dinlemeyip kendi düşüncesinde ısrar eden insanlardan nefret ederim.
11. En sevdiğim renk mavi.

Benim sorularım: 
1. En sevdiğin diziler hangileridir?
2. Kendini kitap karakterleriyle özdeşleştiriyor musun?
3. Kitapların film uyarlamaları hakkında ne düşünüyorsun? En iyi uyarlama sence hangisiydi?
4. Okumayı en sevdiğin kitap türü nedir?
5. Özel bir yeteneğin olsaydı, bunun ne olmasını isterdin?
6. Keşke gerçek olsaydı dediğin kitaplar hangileridir?
7. Sence okuduğun kitabın kapağı önemli mi?
8. Sence hasta olmanın en kötü tarafı nedir? (İlaçlar, doktora gitmek vs.)
9. E-kitabı mı tercih edersin, normal kitabı mı?
10. En sevdiğin ve en nefret ettiğin kitap karakterleri kimlerdir?
11. Blogger olmanın en sevdiğin yönü nedir? Hiç blogun sayesinde yeni insanlarla tanıştın mı?

Seçtiğim Bloglar:
İlke'nin Kitapları
Kitap Esintisi
Kitap Avcısı
Sihirbazın Güncesi
Kitap Hayvanı'nın Günlüğü
Kağıt Kız
Sevgili Kitap
Yorum Cadısı
Saklama Kabı
Kitap Tutkusu
Kitap Maceraları

Not: Sanırım bazılarınıza iki kere mesaj yolladım, affedin :D

Tazecik Kitap Yorumu: Kış Bahçesi - Kristin Hannah


   Aslına bakarsanız, Ateşböceği Yolu'nu okuduktan sonra bu kitaba biraz temkinli yaklaştım, boşunaymış. Kitabı çok sevdim.

   Meredith, ömrünü başkalarının mutluluğu için geçirmiş, ancak kendi mutluluğunu ihmal etmiş bir kadın. Nina, Meredith'in kardeşi ve hayallerinin işi olan fotoğrafçılıkla uğraşıyor. Anya ise, onların anneleri. Kızlarına neredeyse ömrü boyunca mesafeli davranmış. Bu üç kadının tek ortak noktası ise kızların babası Evan.

   Normalde bu üç kadın birbirinden oldukça farklı yaşamlar sürüyor. Meredith, baba yadigarı elma bahçelerinin bakımı, elmaların satımı vs. ile uğraşıyor, Nina fotoğraf çekmek için dünyayı dolaşıyor, Anya ise evde kalıp örgü örüyor, yemek yapıyor ve kış bahçesinde oturuyor. Ne var ki, bir gün bu rutin değişiyor; Evan kalp krizi geçiriyor. Tüm aile bir araya toplanıyor. Evan'ın ölmeden önce Nina'dan istediği son bir şey var: Annesinin anlattığı masalları sonuna kadar dinlemesi.

   Kızlar daha küçükken anneleri akşamları yanlarına gelip, onlara masallar anlatırmış. Ta ki bir gün, Meredith bu masallardan birini bir tiyatro oyunu şeklinde misafirlere sunana dek. O günden sonra anneleri onlarla tüm iletişimi koparmış. Aradan otuz yıl geçtikten sonra da annelerine masalı anlattırmak gerçekten zor. Ama Nina'nın aşırı ısrarcı çabaları meyvesini veriyor ve annesi masalı yeniden anlatmaya başlıyor.

   İlk başlarda masalı biraz saçma bulmuştum, ancak kitap ilerledikçe artık sadece masalı okumayı istedim. Masal sayesinde, Anya'nın kızlarına neden yıllar boyu mesafeli davrandığını ve garip hareketlerinin sebeplerini anlıyorsunuz. Savaşın insanı nasıl etkilediğini görüyorsunuz. Savaş her yerde acı...

Puan: 4
 

28 Ocak 2013 Pazartesi

Sıradakinden Alıntı

   Vera, ''Ama... duygularına öylece engel olamazsın,'' diyor.

   Annesi, ''Belki,'' diyor, ''ama onları ifade etmemek için direnebilirsiniz ve biz de bunu yapacağız.''


Tazecik Kitap Yorumu: Ateşböceği Yolu - Kristin Hannah


   Ben bu kitaptaki kadar hastalıklı bir arkadaşlık görmedim. Birçok kişinin büyük ısrarı üzerine almıştım kitabı ama hayal kırıklığına uğradım, o çok övülen kitap bu mu yani? Çevremde bu kitabı beğenmeyen de yok, diyorum Allah Allah, ben yanlış kitabı mı aldım. Sonradan Goodreads ve Kitapyurdu'ndaki yorumlara baktım da, çok şükür benimle aynı fikirde olan okuyucular da varmış.

   Kitabı okurken basit bütçeli bir film izliyormuşum gibi hissettim, Kate'in başına gelecekleri ise kitabın başından anladım sayılır. Dedim ya, basit bütçeli filmler gibi işte, hepsinin sonu aynı olur, klişe. Asıl düşündüğüm gibi olmasaydı şaşardım...

   Kitap iki kızı ve onların ''harika'' arkadaşlığını anlatıyor. Kate çok okuyan, diş telli, kalın çerçeveli gözlüklü, hiç arkadaşı olmayan bir kız (şu diş teli-gözlük kötülemesini de bırakın artık). Tully ise son derece havalı, popüler, sosyal bir kız. Tully küçüklüğünden beri anneannesinin yanında yaşıyormuş. Birkaç kere annesi onu kendi evine götürmeye kalkışmış, ama Tully'yi eve bile götüremeden, yolda kaybettiğini düşünürsek, durumun vahameti anlaşılabilir. Ayrıca uyuşturucu bağımlılığı problemi yaşamakta. Neyse, en sonunda anne kız Kate'lerin karşısındaki eve taşınıyor. Daha sonra bir olaylar oluyor ve Kate'le Tully birbirlerine her şeylerini anlatan, birbirlerine her şeyde destek olan arkadaşlar haline geliyor. Biz de kitap boyunca onların ''inanılmaz'' arkadaşlığını okuyoruz. Arkadaşlık ki ne arkadaşlık sormayın. Arkadaşın senin başını belaya soksun, sonra da sana ''Bana güvenmiyor musun?'' desin, sen de hemen atla. Yok efendim yok, ben bu kitabı anlayamadım. Kristin Hannah'nın diğer kitaplarının da böyle olmamasını umuyorum.

Puan: 1

27 Ocak 2013 Pazar

Sıradakinden Alıntı

   ''Hayat hikayeni yazmanın komik tarafı da bu işte. Önceleri tarihleri, zamanları ve isimleri hatırlamaya çalışıyorsun. Sanıyorsun ki hayatın sadece olaylardan ibaret, geriye dönüp baktığında sadece başarılarını ve başarısızlıklarını, gençliğinin ve orta yaşlarının önemli tarihlerini hatırlayacağını düşünüyorsun. Ama hiç de öyle değil aslında.

   Sevgi. Aile. Kahkahalar. Yolun sonuna geldiğimde sadece bunlar kalmış aklımda.''


26 Ocak 2013 Cumartesi

Leyleğin Getirdiği

   Bu aralar leylekler boş durmuyor! :D Yeni kargom Tudem Yayınları'ndan. Fotoğraf yarışması düzenlemişlerdi ve yarışmaya katılan herkese hediye yollandı. Benim de, çektiğim fotoğrafta modellik yapan kardeşime. Ama takvimi ben aldım. Veee, evet sayın takipçiler, Matched'ın Türkçe versiyonunun kapağını ilk bende görüyorsunuz! Aslında Gri Gölgeler Arasında ve Candor'un kapakları da var takvimde, ama tembelliğime geldi, çekmedim. Belki onların da kapaklarını ilk benim blogumda görmüş olacaktınız, neyse :D


23 Ocak 2013 Çarşamba

Leyleğin Getirdiği

   Bakın, ne geldi! :D


   Bu kitabın Türkçeye çevirileceğini duyunca çok sevinmiştim. Ama, bana o zaman -bu haberi ilk duyduğumda- deseydiniz ki senin bir blogun olacak, bu kitap da sana yayınevi tarafından gönderilecek, bir ''Hadi canım!'' der, geçerdim :D

   Martı Yayınları'na çok teşekkürler!

Edit: Yorum!

20 Ocak 2013 Pazar

Tazecik Kitap Yorumu: Yarım Dünya - Hiromi Goto

 

   ''Uzun, uzun, çok uzun zaman önce, daha ölümlüler taş tabletlere ve parşömenlere ölümlü dinlerini yazmaya başlamadan evvel, Üç Alem vardı: Ten Alemi, Ruh Alemi ve Yarım Dünya.

   Çağlar boyu bütünlük ve denge hüküm sürdü; Hayat, Sonraki Hayat ve Yarım Hayat en az uyanıklık, uyku ve rüya kadar doğaldı. Tüm canlılar, öldükten sonra Yarım Dünya'nın rüyalar aleminde tekrar uyanıyordu. Ölümlüler Ten Alemi'nde geçirdikleri zamanda yaşadıkları en büyük travma anında açıyorlardı gözlerini. Yarım Dünya'da yeniden Yarım Hayatlar yaşıyor, ölümlülüğün kötülüklerinin yükünden sınanma ve çile çekme yoluyla kurtuluyorlardı. Haksızlıklar, şüpheler, korkular, dehşet, acı, nefret, ızdırap, yani ölümlülüğün tüm kötülükleri tamamına ermeli ve çözüme varmalıydı ki ölümlülük zincirlerinden kurtulup ışığa ve ruha yükselebilsinler. Ruh Alemi'ne geçince her türlü fiziksel kaygı kalkıyordu. Ruhlar özgürce var oluyordu, ölümlülükten ve acı çekmekten uzak, Ten'in sıkıntılarını hissetmeden saf ve kutsal bir durumda kalıyorlardı. En sonunda ışıkları azalmaya başlıyor ve tekrar Ten'e çağırılıyorlardı. Çünkü Hayat'la bağlantısı olmayan ruh da göçmek zorundadır. 

   Bu döngüler tam bir denge içindeydi.

   Alemlerin birbirinden kopmasına neyin yol açtığı belli değil. Mesafeli ve adil hale gelen ruhların işleri mi, hiç ışık umudu olmadan acı çeke çeke deliren sıkışmış bir Yarım Dünyalı mı buna yol açtı kimse bilmiyor. Belki de Ten'den ayrılmadan ruh olmak isteyen bir ölümlü yüzündendi her şey. Bir zamanlar dengeli ve iç içe olan Üç Alem birbirinden koptu ve her biri kendi başına kaldı.

   Üç Alem büyük tehlike altında. Alemler dağılmanın eşiğine geldi.

   İmkansız olan gerçekleştiğinde, Yarım Dünya'da canlı bir bebek doğduğunda, işte ancak o zaman Alemlerin kaderinin değişeceği söyleniyor. Doğumun ve ölümün olmadığı, kimsenin gerçekten yaşamadığı bu alemde daimi acı döngüleri canavarlar yarattı. Bu değişmek bilmez karabasanda herhangi bir şey doğabilir mi?

   Canlı bir çocuğun doğumu Yarım Dünya'nın kıyameti ve umudu olacak.

   Ama binlerce yıl geçti ve bu çocuk hala doğmadı.

   -Alemler Kitabı denen eserden bir fragman.'' 

   Melanie on dört yaşında, sıradan bir kız. Annesi ona hep başına gelen en güzel şey olduğunu söylüyor ve Melanie de ona inanıyor. Melanie'nin babası onlarla birlikte değil ve maddi sıkıntı çekiyorlar.

   Bir gün Melanie eve geldiğinde annesinin evde olmadığını görüyor. Yiyecek bulmak için dışarıda olduğunu düşünüyor, ama hayır. Faturaları ödemedikleri için çok uzun zaman önce kesilmiş olan telefonları çalıyor. Arayan, annesini kaçırmış olan Bay Tutkal.

   Aslında Fumiko ve Melanie'nin babası Şinobu, Yarım Dünya'da yaşıyorlarmış. Ne doğumun ne de ölümün var olduğu bu alemde Fumiko hamile kalmış. Eğer Yarım Dünya'da kalırsa Bay Tutkal'ın bebeğini öldürebileceğini biliyormuş, çünkü bebeği bir canlı. Bebeğini yaşatabilmek için Ten Alemi'ne geçmesi gerekiyormuş. Ne var ki Ten Alemi'ne girişte Bay Tutkal onu ve Şinobu'yu yakalamış, bir şartla Fumiko'nun Ten Alemi'ne geçmesine izin vermiş: On dört seneliğine orada yaşayacak, ancak süre bitiminde çocuğunu da alıp Yarım Dünya'ya geri dönecek. Eğer geri dönmezse Şinobu sonsuza kadar işkenceye maruz kalacak. Yine de Şinobu, Fumiko'ya geri dönmesine gerek olmadığını söylüyor. Fumiko Ten Alemi'ne geçiyor.

   Fumiko, Ten Alemi'nde kalabileceğini ve saklanabileceğini sanıyor. Ne var ki Bay Tutkal onu kaçırıyor ve sözünü tutmadığı için Fumiko'ya kızgın. Bu sebeple de Melanie'yi arayıp eğer annesini geri istiyorsa Yarım Dünya'ya gelmesi gerektiğini söylüyor.

   Melanie annesini kurtarmak için hemen yola koyuluyor ancak çok da hareketli birisi olmadığından daha yakınlarındaki bir dükkanın önüne geldiğinde yoruluyor ve duruyor. Bu durduğu dükkan Bayan Wei'nin. Bayan Wei, Melanie'ye bazen yemek veren, onunla konuşan, iyi bir kadın. Melanie'yi içeri alıyor ve ona nereye gittiğini soruyor. Daha sonrasında da birlikte yola koyuluyorlar ve her ne kadar Bayan Wei yolun neredeyse başında Melanie'den ayrılmak zorunda kalsa da ona verdiği yeşim taşından yapılma, canlanıp fareye dönüşen tılsım, Melanie'ye yol boyu eşlik ediyor ve çok büyük faydaları dokunuyor. Bize de Melanie'nin annesini nasıl kurtardığını ve alemleri birleştirdiğini keyifle okumak kalıyor.

   Yarım Dünya tuhaf, orijinal bir dünya, yazarı takdir ettim. Kitap oldukça etkileyici ve sürükleyiciydi, kitabın içindeki çizimler de oldukça güzeldi.

   Kitapta çok sık geçen, Melanie'nin söylediği bir melodi var: ''Nanna naana naaaanaaa...'' Aklıma Madagaskar 3'teki bir sahne geldi tüm kitap boyu, sizlerle de bunu paylaşarak bitirmek istedim yorumu :D

 

Puan: 4


19 Ocak 2013 Cumartesi

Sıradakinden Alıntı

   Asansör önce yavaşladı, birkaç santim sonra da tamamen durdu.

   Çing.

   Dördüncü kata gelmişlerdi.

   ''Yine mi?'' Şinobu sesini alçaltmıştı. Bıkkındı.

   ''Hayır,'' diye fısıldadı Fumiko. ''Bu sefer farklı.''


18 Ocak 2013 Cuma

Tazecik Kitap Yorumu: Iskarta - Neal Shusterman


   Bu kitaba bayıldım. Kelimenin tam anlamıyla bayıldım.

   Tedavi yöntemleri yerine organ nakillerinin olduğu bir dünya düşünün. Peki bu organlar kimlerden geliyor? Iskartalardan!

    Bir zamanlar ''Can Savaşı'' denen bir savaş yapılmış. Çünkü bir yanda kürtaj yapan doktorların yaşam hakkını korumak için öldürüldüğü, diğer yanda ise bazı kadınların sırf fetüs dokusunu satabilmek için hamile kaldığı uçlarda bir ayrışmışlık söz konusuymuş. Savaşın sonunda ''Yaşam Kanunu'' denen bir kanun çıkarılmış. Bu kanuna göre çocuğun yaşamı ana rahmine düştüğü andan, on üç yaşına kadar dokunulmaz. Bununla birlikte aile, on üç ile on sekiz yaş arasında çocuğu geriye yönelik ''düşürebilir'', ama çocuğun teknik olarak ölmemesi şartıyla.

   Çocuğun hayatının sona erdirilip bir yandan da canlı kalması işlemine ''ıskartaya çıkarma'' deniyor. Bu yöntem oldukça yaygın. İnsanlar para vererek ıskartaların herhangi bir uzvunu satın alabiliyor.

   Connor biraz asabi, kavgacı ve ailesinin beklentilerini karşılamayan, onların gözünde gelecek vaat etmeyen bir çocuk. Connor ıskartaya çıkarılacağını öğrenince kaçıyor. Neredeyse yakalanacağı anda, bir ıskartayı da kurtararak tekrar kayıplara karışıyor. Kaçarken bir otobüsün de kaza yapmasına sebep oluyor, otobüsten inen bir ıskarta kızı da onlara katılıyor.

   Risa, DevYurt'ta kalan, kimsesiz bir kız. Harika piyano çalıyor. Bir gün, müdürün odasına çağırılıyor. DevYurt'un on üç yaşından büyük çocukları sahiplenmek zorunda olmadığını ve başarılı olmayan çocukların genelde ıskartaya çıkarıldığını öğreniyor. Risa aslında iyi bir öğrenci, ancak bir dahi değil, iyi piyano çalması da bir işine yaramıyor. Onu ıskartaya çıkarılacağı yer olan ''hasat kampı''na götüren otobüs, yolda kaza yapıyor ve Risa kazaya sebep olan ve kaçan iki çocuğa katılıyor.

   Lev bir öşür. Ailesi koyu dindar ve her şeyin onda birini kiliseye bağışlıyor. Lev'in beş tane öz, bir tane evlatlık ve üç tane de ''leyleğin getirdiği'' kardeşi var. Lev de onuncu çocuk, bu sebeple de ıskartaya çıkarılacak; insanlığa faydalı olmak için.  Lev'in hasat kampına gideceği gün, bir çocuk arabayı durdurup Lev'i kaçırıyor. Sonra ikisi bir otobüsün kaza yapmasına sebep oluyorlar ve otobüsten inen bir kız da onlara katılıyor.

   Sonuç olarak, Connor, Risa ve Lev birlikte kaçıyorlar (üç paragrafta konuyu bağlayamadım, benim ayıbım) :D Aslında Lev kaçmak değil, ıskartaya çıkarılmak istiyor (ne de olsa ömrü boyunca bir amaç uğruna yetiştirildi, bunu iki dakikada silip atmak imkansız) ve onlardan ayrılmak için fırsat kolluyor. Bu üçlü polislerden kaçarlarken kapı önündeki bir bebeğe rastlıyorlar. Bu bebek bir leyleğin getirdiği; yani annesi tarafından kapıya bırakılmış bir bebek. Anne, görülmediği sürece bebeğini istediği kapının önüne bırakabilir. Eğer ev sahibi kapısının önünde bebeği görmüşse kanuna göre artık o onun bebeği demektir, ona bakmak zorundadır. Connor, eskiden yaşadığı bir olay sebebiyle vicdan azabı duyarak bebeği alıyor ve artık üç kaçak değil üç kaçak artı bebek oluyorlar, bu durum da işlerini hiç kolaylaştırmıyor doğal olarak.

   Ah, bir de CyFi var, onu anlatmamak olmaz. CyFi bir siyahi ve atalarının geleneğini sürdürmek için Eski Ombra şivesiyle konuşuyor. Çok da zeki bir çocuk. Ne var ki bir gün bisiklet sürerken ona araba çarpıyor ve beyni büyük zarar görüyor, bu sebeple de bir ıskartadan ön lob alıyor. Ama bu ıskartanın beyninde çözülmemiş bir olay var, CyFi de bunu açığa kavuşturmaya çalışıyor. Bu yüzden de evden kaçmış, bu olayı çözmediği sürece rahat etmeyecek. CyFi'nin hikayesinin sonu beni gerçekten üzdü (ağlamaklı olduğum kurgu sahneler oldukça azdır, ama Iskarta epey bir katkı yaptı o listeye).

   Kitapta ıskartaya çıkarılma işleminin bir örneği var. Iskartaya çıkarılan kimsenin kişiliğinden ve yaptıklarından bağımsız olarak üzülmekten, dehşete kapılmaktan kendimi alamadım. Bu da yazarın büyük bir başarısı (ki kendisini tebrik etmek istediğim daha nice kısım var bu şekilde).

   Lev'in değişimini büyük bir hayretle okudum. Ne hale geldin evlat :D Ve bence, eğer Iskarta'nın filmi çekilirse Cleaver'ı kesinlikle Charles Baker oynamalı, boyatır saçını kızıla, al sana Cleaver.

   Bu arada, fark etmişsinizdir belki, blogumda kargoyla gelen kitapları ''Leyleğin Getirdiği'' başlığı altında yayınlıyorum, verdiği fikir için yazara çok teşekkürler.

   Kitabın kapağını muhteşem buldum. Bu denli güzel ve anlamlı bir kapak tasarlanabilirdi.

   Bölümler dönüşümlü olarak farklı karakterler üzerinden anlatılıyor. Bu da karakterlerin iç dünyalarını ve dolayısıyla verdikleri kararları daha iyi anlamamızı sağlıyor. Yaşamın kutsallığı ve sınırlarını çeşitli bakış açılarıyla irdeleme imkanımız oluyor.

   Kitabın en sevdiğim yönü gerçekçi olmasıydı. Karakterler kusursuz değildi, sizin, benim gibi insanlardı. Iskartaya çıkarma işleminin ileride gerçek olabileceği fikrinden de gerçekten korktum. Çünkü bölüm aralarında bazı gerçek haberler var ve bunlar bize şuan içinde bulunduğumuz durumun bile ne kadar korkunç olduğunu gösteriyor.

   Birçok duyguyu bir arada yaşayabileceğiniz, ince düşünülmüş, kurgusu sağlam, karakterleri derin bir kitap arıyorsanız tavsiyemdir.

Puan: 5


Blogumun Artık Bir Facebook Sayfası Var!

   Eveet, blogumun artık bir Facebook sayfası da var, hayırlı olsun! :D

16 Ocak 2013 Çarşamba

Sıradakinden Alıntı

   ''Picasso iki gözü de yüzün aynı tarafına koymadan, burunları falan dizkapağından çıkarmadan önce tüm dünyaya doğru dürüst resim yapabildiğini ispatlamak zorunda kaldı. Bak, yapabilceğinin en iyisi o olduğu için yanlış çiziyosan mankafasın demektir. Ama ya canın istediği için öyle yapıyosan? O zaman sanatçı olursun işte.'' Lev'e gülümsedi. ''İşte sana bir parça daha CyFi bilgeliği Fry. Bunu mezara götürebilir ve sonra ihtiyacın olduğunda tekrar geri çıkarıp kullanabilirsin!''


11 Ocak 2013 Cuma

Tazecik Kitap Yorumu: Uyumsuz - Veronica Roth

  
   ''On yıllar önce atalarımız, savaşan bir dünyanın asıl sorumlusunun politik ideoloji, dini inanç, ırk ya da milliyetçilik olmadığını fark etti. Asıl sorun, bireyin kişiliğindeki kusurlardı -her ne şekilde olursa olsun, insanoğlunun kötücüllüğe eğilimi vardı. Dünyanın içine düştüğü karmaşadan sorumlu tuttukları bu kötücül eğilimleri kökünden kazımak için topluluklara ayrıştılar.''

   ''Saldırganlığı suçlayanlar, Dostluk Topluluğu'nda birleşti.''

   ''Cehaleti suçlayanlar, Bilgelik Topluluğu'nda biraraya geldi.''

   ''İkiyüzlülüğü suçlayanlar Dürüstlük Topluluğu'nu yarattı.''

   ''Bencilliği suçlayanlar Fedakarlık Topluluğu'nu kurdu.''

   ''Ve korkaklığı suçlayanlar Cesurluk Topluluğu'nda toplandı.''

   ''Birlikte çalışan bu beş topluluk, yıllardır barış içinde yaşıyor, her biri toplumun farklı bir bölümüne katkıda bulunuyor. Fedakarlık, hükümette özverili lider ihtiyacımızı giderdi. Dürüstlük, bize hukukta güvenilir ve sağlam liderler verdi. Bilgelik, öğretmenleri ve araştırmacıları sayesinde bilgi açığımızı kapattı. Dostluk, anlayışlı danışmanlar ve yardımcılarla bizlere destek oluyor. Cesurluk ise hem içeride hem dışarıda olası tehlikelere karşı bizi koruyor.''

   Beatrice Prior Fedakarlık Topluluğu'nda yaşayan, on altı yaşında bir kız. Kendisiyle yaşıt bir de abisi var. On altı yaşına gelen her genç yetenek sınavına giriyor ve çıkan sonuca göre yeni toplulukları belirleniyor.

   Beatrice'ın sınav sonucu sorunlu oluyor, birden fazla topluluğa eğilimi olduğu ortaya çıkıyor çünkü. Sonucun böyle çıkması için sınav simülatörünün değiştirilmesi gerek ve bunu da sadece birkaç kişi yapabiliyor: Uyumsuzlar. Edit: Aa, insanlar çok yönlü olabiliyor muymuş :P

   Seçim Günü'nde Beatrice, doğduğu topluluğu bırakıp Cesurluk'a geçiyor. Biz de Beatrice'la birlikte nasıl Cesur olunacağını öğreniyoruz. Kitabın bu Cesurluk eğitimi ve yetenek sınavı kısımlarını büyük zevkle okudum. Kitaptaki karakterler de fena değildi, kitaba bayıldım :D İkinci kitap da çevirideymiş, çok beklemeyiz umarım.

   Edit:
   Serinin ikinci kitabı Kuralsız'ın yorumu burada.

Puan: 5

 

9 Ocak 2013 Çarşamba

Sıradakinden Alıntı

   Acele etmek, diye düşünüyorum, yardımcı olmaz. Örgü örmeyi öğrenirken annem böyle söylemişti. Bunun fiziksel değil, zihinsel bir alıştırma olduğunu düşünmeliyim. O yüzden ilk birkaç dakika bıçaksız alıştırma yapıp doğru duruşu ve sağ kolumun hareketlerini belirliyorum.

   Eric arkamda hızlı adımlarla volta atıyor.

   ''Sanırım Kasıntımız kafasına fazla darbe almış,'' diyor biraz ötemdeki Peter. ''Hey, Kasıntı! Bıçağın ne olduğunu hatırlıyor musun?''

   Onu duymazdan gelerek bu kez elimdeki bıçakla atış alıştırması yapıyorum ama bıçağı bırakmıyorum. Eric'in volta atışına, Peter'ın sataşmalarına, Dört'ün rahatsız edici bakışlarına kendimi tamamen kapatıyorum ve bıçağı fırlatıyorum. Bıçak havada dönüyor ve sonunda hedef tahtasına çarpıyor. Bıçak saplanmıyor ama hedefi vuran ilk adayım.

   Peter yine isabet ettiremediğinde kendimi tutamayıp kıs kıs gülüyorum.

   ''Hey, Peter,'' diyorum. ''Hedefin ne olduğunu hatırlıyor musun?''

1 Ocak 2013 Salı

Kitap Heberleri

   Şubat ayında Tudem Yayınları'ndan çıkması beklenen kitaplar:

The Returners - Gemma Malley: Bildirge serisinin yazarından yeni bir seri! The Returners, Tudem'in genç-yetişkin markası olan Delidolu etiketiyle yayınlanacak. Edit: Yorum!



The Enemy - Charlie Higson: Daha önceden aynı yazarın Genç Bond serisi çevrilmişti dilimize, şimdiyse Düşman serisi geliyor! Edit: Yorum!



Matched - Ally Condie: Bu kitabın kapağına da, konusuna da bayılıyorum :D Dilimize çevrileceğini duyunca çok sevindim. Matched da Delidolu etiketiyle yayınlanacak. Edit: Yorum!